Sanat

Hayat yaman, çok yaman…

Yazan: Senan ÖZTÜRK

Hani hep derler ya önce oku, okulunu bitir sonra adam olursun diye; nedense insanın aklı hep o “adam” sözcüğüne takılıp kalıyor. Bahsedilen adamın kriterleri neler olabilir acaba diye düşünürken, çoktan okul bitmiş, iş bulunmuş hale geliyor. Peki adam olunmuş mu? Çalışma hayatına başladıktan sonra insan bir durup arkasına baktığında, tatmin olamıyorsa, işte bu duruma isyan […]

Hani hep derler ya önce oku, okulunu bitir sonra adam olursun diye; nedense insanın aklı hep o “adam” sözcüğüne takılıp kalıyor. Bahsedilen adamın kriterleri neler olabilir acaba diye düşünürken, çoktan okul bitmiş, iş bulunmuş hale geliyor. Peki adam olunmuş mu? Çalışma hayatına başladıktan sonra insan bir durup arkasına baktığında, tatmin olamıyorsa, işte bu duruma isyan ediyor. Hatta bazıları işi bırakıyor, kendi kabuğuna çekiliyor. Tıpkı Ferhan Şensoy’un yazıp sahneye uyarladığı oyun olan Boş Gezen ve Kalfası’nda olduğu gibi.

İnsanın kendisine göre kurduğu düzende var olmanın ona pozitif bir getirisini göremediği, üstüne bir de kazık yediği hayatın içinde, tüm bunları reddederek, bireyin kendine göre var olma çabaları sahneleniyor oyunda. Oyun, bir işe sahip olduğu halde, bir şekilde kendi gayreti içinde olan bir adamın, emeğinin karşılığını alamadığını fark ederek, tesadüflerle tanıştığı Konfüçyüscü bir başka adamı örnek alması ile yol alıyor. Sonuçta hep aynı noktaya parmak basılıyor; var olsak dahi, biz insan olarak kendi gayretimiz ile yoğrulurken, aslında o kadar çok şey kaçırıyoruz ki hayatta… Alışılmış bir takım kalıpların içine sıkıştırılıyor, üstelik bizden beklenildiği gibi davranmaya çalıştığımızda da tamamen bocalıyoruz. Oyunda her an vurgulanan Konfüçyüscü yaklaşımın etkisi oldukça fark ediliyor ve şöyle bir soru soruyor: “Madem geçinemiyoruz, niye çalışıyoruz?”

Hayat güzel

Dünyada çeşit çeşit insan var ve her biri hayatın farklı noktalarından tutunup nefes almaya çalışıyor. Herkes o kadar kendi içinde yaşıyor ki, adeta bir fanusun içinde gibi hareket ediyor. Yıllar boyunca tek düze bir hayat yaşamış, fakat daha sonraları bunun farkına varıp, o fanusu kırarak kendini özgür bırakan bir adam var oyunda. Kendisine “boş gezen” olarak hitap edilmesini istiyor. Daha doğrusu insanlarla tanışırken “Benim adım boş gezen” diyor.

Hiçbir iş yapmayan, hiçbir evi olmayan, bütün eşyalarını üstündeki ceplerinde taşıyan bir boş gezen bu. Ve bu boş gezen Konfüçyüs’a o kadar saplanmış ki, iki lafının birinde ondan bahsediyor. “Ne demiş Konfüçyüs” diye başlayan cümlelerinin ardı arkası kesilmiyor. Aslında temel olarak, boş gezmenin, hiçbir şey yapmamanın halleri izleyiciye bir perde ve bir sahne aracılığı ile anlatılmaya çalışılıyor. Oyunda durup düşünmek için zaman da var, hiçbir şey düşünmeden kahkahalarla yerlere yatmak için de; karar verilmesi gereken tek şey “Peki siz hangisini seçiyorsunuz?” olabilir ancak. Boş gezen adam gibi hiçbir şeyi umursamazsınız, sadece oyunu seyredersiniz ve sadece gülebilirsiniz de; ince noktalara takılıp, tek bir söz üzerinden dahi çok yerlere gidebilirsiniz de kafanızın içinde.

İnce detaylara takılmak

Hayatta hiçbir şeyi öyle o kadar da fazla kafaya takmamak gerek, öyle ya “dertten bile ölür insan” derler bazen. Boş gezen ve kalfası adlı oyunun esasen kilitlendiği vurgu da buna biraz benziyor. Ama daha çok insanın sorunlarından ölmesi değil, kafaya bir şey takmanın insana neler getirmeyeceğinden bahsediyorlar. Hemen önünüzde, “Hayat yaşanabildiği kadar güzel, peki acaba siz nasıl yaşıyorsunuz ki ya da yaşıyordunuz ki?” ve “Yıllarca çalıştınız durdunuz da ne kazandınız şu alemde? Hiç durup arkanıza baktığınızda övünülecek bir şeyler görüyor musunuz?” tadında bir oyun var sahnede.

Bu tabii ki oyuncuların vermek istediği bir mesaj değil, sahnelenen oyunun içeriğinden bir kesit sadece. Her bir seyircinin ayrı ayrı tanımlayabileceği, herkesin farklı farklı yorumlayabileceği bir eser “Boş Gezen ve Kalfası”. Ama şunu ifade etmek hiç yanlış olmaz; bu oyunla seyircinin aklı hiç karışmayacak; çünkü Boş Gezen ve Kalfası ortada zaten var olanların, insana yakın gelen yaşanmışlıkların bir aynası olabilme niteliği ile perdelerini açıyor.

(Ortaoyuncuların 2008 sezonu ile sahneye koyduğu ve başrollerinde Ferhan Şensoy, Rasim Öztekin, Nefrin Tokyay ve Erkan Üçüncü gibi isimlerin yer aldığı oyun, tiyatro severler ile önümüzdeki aylarda da buluşmaya devam edecek.)

Yorum yazın