Genel

Küba Büyükelçisi’nden ulusalcılık dersi

Yazan: [email protected]

Ferda Balancar Hadi Uluengin’in “Fidel’e destan cehalet bostan” başlıklı köşe yazısı sadece Kübalıları değil, Küba’daki rejimi olumlayan, onu “sosyalizmin son kalesi olarak gören herkesi kızdıracak nitelikteydi. Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal’ın Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’e gönderdiği cevabi mektuptaki ifadeler ise aslında sadece Küba tarihi ve Fidel Castro ya da Che Guevara’nın şahsıyla ilgili […]

Ferda Balancar

Hadi Uluengin’in “Fidel’e destan cehalet bostan” başlıklı köşe yazısı sadece Kübalıları değil, Küba’daki rejimi olumlayan, onu “sosyalizmin son kalesi olarak gören herkesi kızdıracak nitelikteydi. Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal’ın Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’e gönderdiği cevabi mektuptaki ifadeler ise aslında sadece Küba tarihi ve Fidel Castro ya da Che Guevara’nın şahsıyla ilgili olmanın çok ötesinde anlamlar içeriyor.

Hadi Uluengin’in yazısını ve Abascal’ın bu yazıyla ilgili olarak gönderdiği cevabi mektubu ilginize sunuyoruz.

Fidel’e destan cehalet bostan

Hadi Uluengin
1 Nisan 2008

Ne zaman ki megaloman Küba diktatörü Fidel Kasto’ya sahte destan, yalancı efsane ve cahil methiye düzülür, işte o zaman da benim cinlerim başım toplanır. Nevrim dönüverir.

En önce, burada biline ki Antil ülkesini kırk yılı aşkın bir süredir adım adım izliyorum.

Küba merakım henüz “cinnet yıllarım”a yelken açarken başladı. Binbir zorlukla Havana’dan İstanbul’a getirttiğim “Granma” ve “Tricontinental” dergilerini okur oldum.

Eh yaşım toy ve ahmaklığım diz boyu, Jean Paul Sartre’lerden Regis Debray’lere, “entelokrat” denilen ve züppelik üreten o “sol” aydınların “Kastromani”sine kapılmıştım.

Dolayısıyla, Karaip adasının çağdaş tarihini bir papağan gibi ve ezbere anlatabilirim.

* * *

ARTI, aynı “cinnet yıllarım”ı noktaladıktan sonra da ilgim nihayete ermedi.

Küba’yı bu defa da, Gümüşsuyu’ndan aşağı 6. Filo askeri kovalarken attığım “Ernesto’ya bin selám” sloganının romantizmine niçin kapıldığımı; dolayısıyla, nasıl bir naiflikten ötürü totalitarizm batağına saplandığımı kendi kendime açıklayabilmek için sorguladım.

Castro’nın kızıl diktatoryasını bir “vicdani hesaplaşma” unsuru olarak inceledim.

Ve, işkembe-i kübradan atmadığı vurgulamak için şunu da ekleyeyim ki, gittim de!

* * *

GİTTİM ki, ayıp tercümesini size bırakıyorum, gümrükten çıkıldığı an “kamon senyor, tüventi dolar, gud cob” diye üşüşen küçük kızcağızlardan kendimi kurtardığımda, “sosyalist cennet” ne kelime, “sosyalist kerhane”ye geldiğim kafama tamamen dank etti.

Sonra, turistik yerler hariç tek ampul yanmayan semtlerden geçerek otele vardığımda, ertesi sabah, korumalara rüşvet vererek çöp artığı karıştıran sonsuz yoksul insanları seyrettim.

Yalanım varsa çocuklarımı görmek nasip olmasın, Çin ve Mısır hariç, gezdiğim tüm ülkeler arasında uçurumun ve eşitsizliğinin Küba kadar göz çıkarttığı başka yere rastlamadım.

Dehşet ayrıcalıkla donanmış ve militarist oligarşiyle bütünleşmiş çok azınlık bir “kızıl burjuvazi”; onun denetlediği fahişelikle “turist tırtıklayan” ve “orta halli” olmaya çalışan gayet cüzi bir şehirli kesim; ve nihayet, sefalet içinde yaşan sonsuz geniş kitleler!

İşte Fidel Castro’nun Küba’sı budur ve gerisi koca, koskoca bir yalan ve efsanedir!

* * *

EFSANE dedim de aklıma geldi. Georges Dumezil’in “Efsane ve Destan” başyapıtı bir; Roland Barthes’in “Modern Mitologyalar” denemesi de iki, bunları iyicene özümsemiş insan Castro’nun sahte efsanesini öylesine rahatlıkla yerle bir eder ki! Soyup soğana çevirir.

Zira, her efsane gibi “Sakallı”nın bütün yalanları da “sembolizm” üzerine kuruludur.

Örneğin, Fidel Efendi en baştan beri, kendinden önceki diktatör Fulgencio Batista iktidarında sosyal eşitsizliğin hüküm sürdüğünü “simgesel propaganda”ya dönüştürmüştür.

Peki de, tam “Devrim” arifesindeki 1958 yılında Küba’nın en zengin ve en okur-yazar ikinci Latin ülke olduğunu; televizyonda ilk sırayı aldığını; aynı yıl 40 milyonluk Türkiye’de 100 bin otomobil varsa, bunun 7 milyonluk Antil devletinde 220 bin olduğunu kaç kişi bilir?

Kim yukarıdaki “mitolojik” propagandanın cilásını kazımak zahmetine katlanmıştır?

Kim “kızıl semboller efsanesi”nin rengini zımparalayıp, yarım asırlık “komünist eşitsizlik”le, ondan önceki “sermayedar eşitsizlik” arasında ciddi bir kıyaslama yapmıştır?

Kim “kapitalist kerhane” dönemindeki hayat düzeyinin ve gelir dağılımının şimdiki “sosyalist kerhane” işletmesinden fersah fersah ileride ve “eşitçi” olduğunu incelemiştir?

Yani, kim o Batista yıllarında kişi başına GSMH’nin Portekiz’i aştığını öğrenmiştir?

* * *

HİÇ şüphesiz ki, Büyük Kemal Atatürk’le totaliter başıbozuk Che Guevara’nın resmini yanyana koymak gafletiyle avunan o hazin ve o cahil “ulusalcı” taife değil!

Dolayısıyla, Allah bizi “Fidel efsanesi” yutturan “cehalet destanları”ndan korusun.

Küba Büyükelçisi’nin cevabi mektubu

Sayın Ertuğrul Özkök
Genel Yayın Yönetmeni
Hürriyet Gazetesi
İstanbul

Sayın Bayım,

Genel Yayın Yönetmenliğini yapmakta olduğunuz gazetenizin bugünkü sayısında, Hadi Uluengin’in imzasıyla, ülkem hakkında kaleme aldığı makaleye dair düşüncelerimi belirtmek isterim.

Mektubumu yazmadan önce, bu makaleye cevap vermenin haysiyetli bir davranış olup olmayacağına, ayrıca Küba ve Türk halkları, hükümetlerimiz ve yetkililerimiz arasındaki dostluk ilişkilerini geliştirmeye adadığımız görevimize verdiğimiz ilgiden kendimizi uzaklaştırmaya deyip değmeyeceğine dair düşündüm. Geçen hafta ülkelerimiz arasında Karma Ekonomik Komisyon Toplantısının sekizincisini gerçekleştirmiş bulunmaktayız ve akabinde yapılan değerlendirme de, çok olumlu sonuçlara ulaşıldığını ve birçok farklı alandaki işbirliklerinin artışı, karşılıklı saygının ve bağımsız gelişimin karakterize ettiği temaslarımızda bir ilerleme olduğunu göstermiştir.

Biz Kübalılar, Türk halkının, her gün gösterdiği, halkımıza ve yöneticilerimize saygı ve dostluk duygularından ötürü çok büyük gurur duymaktayız. Bu kardeş ülkede, şayet Küba’ya dair ne gibi duyguların beslendiği hakkında bir anket yapılsa, eminim ki; diğer güçlü devletlere dair dile getirdiği görüşlerin tam aksine, halkın % 90’nından fazlası dostluk ve hayranlık duygularını belirtecektir. Bu sebeple de; kendi kendimize soruyoruz: “Sayın Uluengin’in Küba ve Fidel Castro, Ernesto Che Guevara gibi şahsiyetleri hakkında böyle karalayıcı bir yazı yazmasının amacı nedir? Acaba Türk halkının, ülkemiz hakkındaki görüşlerini değiştirmeye çalışan birileri mi kendisi teşvik etmiştir?”

Miami ve Amerika Birleşik Devletleri basınında sık sık buna benzer bazı makaleler okumaktayım, ama Türkiye’de bir gazetecinin böyle bir yazı yazması çok şaşırtıcıdır. Orada, bu tarz saldırıların yayınlanması çok doğaldır, çünkü Washington, Küba’nın bağımsızlığıyla çok büyük bir kayba uğramıştır ve neredeyse elli yıldır, Adada sahip oldukları iktidarlarını yeniden ele geçirmek için çabalamaktadır. Sayın Uluengin için tarihin en güçlü imparatorluğunun bir kaç kilometre ötesinde ulusal şerefini savunması ve bağımsız bir ülke olması bir kahramanlık değil midir? Hakarete vararak diktatörlük olarak adlandırdığınız, bir hükümetin, neredeyse yarım yüzyıldır, halkının iradesine ve ülkeyi devirmek üzere elinden geleni yapan komşusu İmparatorluğa karşı gelerek, iktidarı elinde tutabilmesinin mümkün olabileceğini inandırmaya mı çalışmaktasınız?

Son yıllarda, yılda ortalama beş ila altı bin Türk turist Küba’ya seyahat etmektedir ve hemen hemen hepsi de orada karşılaştıkları dostane yaklaşımdan, bağımsızlığını savunan bir bütün olmuş halkı ve Devrimi anlatan sosyal başarılarını tanımaktan dolayı çok memnun bir şekilde dönmektedir.

Küba’da lüksün olmadığı, çok fazla arabanın ne de ışıklı reklâmların olmadığı bir gerçektir. Ama buna karşın okula gidemeyen veya çalışmak zorunda kalan çocuklar, üniversiteye gidemeyen gençler, toprağı olmayan çiftçiler, iş bulamayanlar, doktora gidemeyen hastalar, kaderine terk edilmiş yaşlılar da yoktur. Yolsuz siyasiler de mevcut değildir, ne ırk ne de cinsiyet ayrımı vardır. Bu da; sadece imtiyazlı küçük bir grubun iyi yaşayabildiği ve halkın büyük bir çoğunluğunun her şeyden mahrum bırakıldığı, 1959’dan önce mevcut olan panoramadan çok farklıdır.

Mütevazı koşullarda yaşıyoruz, ama küçük bir ülke olarak, bizlere 90 milyar dolarlık bir kayba sebebiyet veren yaklaşık 50 yıldır sürdürülen ekonomik bir ablukaya karşı direnmekten ötürü kendimizle gurur duyuyoruz. Askeri işgallere, kirli savaşlara ve her türlü terörist saldırıya karşı başarıyla direndik ve boyun eğmedik, hala başımızı dik tutabiliyoruz.

Küba, bir sosyal gelişim örneğidir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), 2007 yılında ülkemizi, “yüksek insani gelişme endeksi” sıralamasında 51. sırada yer vermiştir. (Türkiye ise; 84. sırada yer almakta ve “orta gelişim” ülkeleri olarak sınıflandırılmaktadır). Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre; Küba’da canlı doğumlarda bebek ölüm oranı bin de 5,3’dür (Devrimden önce ise; bu oran 40 idi). Bu oran ABD’nin çocuk ölüm oranından bile daha düşüktür, kıta genelinde sadece Kanada elde ettiğimizin oranın daha altında bir orana ulaşmıştır. Yaşam beklentisi, 78 yaşa uzamış durumdadır, ayrıca dünyanın en yüksek kişi başına düşen doktor sayısına sahibiz. Sporda büyük bir potansiyeli oluşturmaktayız (Olimpiyatlarda ilk on ülke arasında yer almaktayız), çok önemli kültürel bir gelişime sahip olmanın yanı sıra yüksek bilimsel bir gelişime de ulaşmış bulunmaktayız. Küba, ekonomik bir güç olmamasına rağmen, insani dayanışma politikası gereğince, özellikle fakir ve muhtaç ülkelere örnek bir işbirliği geliştirmektedir. 30 bine yakın doktorumuz diğer ülke halkları için hizmet etmekte, binlerce hasta hastanelerimizde tedavi edilmekte, on binlerce burslu yabancı öğrenci üniversitelerimizde öğrenim görmektedir. Kübalı öğretmenlerimiz ve okuma-yazma metodumuz sayesinde, Üçüncü Dünya ülkelerinde milyonlarca kişi okur – yazar edilmiştir.

Sosyalist ve Devrimci Küba’nın politikası, egoizme değil dayanışma temeline dayanmaktadır, her ne kadar bazıları bunun bir ütopya olduğunu düşünse de; daha iyi, daha insancıl bir dünyanın mümkün olduğuna inanmaktayız.

Yukarıda bahsettiğim bu konular mı Bay Uluengin’i rahatsız etmekte?

Bu gazeteciyi, sadece, Türkiye’de daha önce hiç yayınlanmayan, Küba ve yöneticileri hakkında en karalayıcı ve en çirkin makaleyi yazma “başarısıyla” tanımaktayım. Ne tesadüftür ki; A.B.D Hükümetinin de bu tarz makalelerin yayınlanması için milyonlarca dolarlık bütçe ayırdığı bilinmektedir.

Fidel Castro ve Ernesto Che Guevara’ya hakaretleriyle ilgi olarak da; ne yazık ki, bazı insanların, bu kişilerin sakallarının kılı kadar değeri bile olmadığını söylemekle yetineceğim.

Sayın Genel Yayın Yönetmeni, ülkeme ve yöneticilerine yapılan hakaretleri göz önüne alarak, bu mektubumun gazetenizde yayınlanmasını rica ediyorum.

Saygılarımla,

Ernesto Gomez Abascal
Küba Cumhuriyeti Büyükelçisi

Yorum yazın

Arşivler

© HaberVesaire 2016