Genel

Medyakronik arşivinden notlar: “Hayata Dönüş”te medya…

Yazan: HaberVs

Alper Görmüşagormus@kronikmedya.com Önce geçen haftaki, Ahmet Şık imzalı haberden kısa bir hatırlatma:“Bayrampaşa Cezaevi’nde 12 tutuklu ve hükümlünün öldürüldüğü ‘Hayata Dönüş’ operasyonu sonrasında, başka cezaevlerine yapılan nakiller sırasında mahkumlara kötü muamelede bulundukları için yargılanan jandarma görevlileri hakkında açılan dava zaman aşımından düştü.“2001 yılından bu yana süren davada aralarında gardiyan ve askerlerin bulunduğu bin 615 kişi hakkında […]

Alper Görmüş
agormus@kronikmedya.com

Önce geçen haftaki, Ahmet Şık imzalı haberden kısa bir hatırlatma:
“Bayrampaşa Cezaevi’nde 12 tutuklu ve hükümlünün öldürüldüğü ‘Hayata Dönüş’ operasyonu sonrasında, başka cezaevlerine yapılan nakiller sırasında mahkumlara kötü muamelede bulundukları için yargılanan jandarma görevlileri hakkında açılan dava zaman aşımından düştü.
“2001 yılından bu yana süren davada aralarında gardiyan ve askerlerin bulunduğu bin 615 kişi hakkında dava açılmıştı. Gardiyanların ‘görevi kötüye kullanmak’, jandarmaların ise ‘kötü muamelede bulunmak’ iddialarıyla suçlandığı davanın 5. yılında iddianameye 682 sanığın adının mükerrer yazıldığı ortaya çıkmıştı. Bu ‘yanlışlığın’ anlaşılmasından sonra sanık sayısı 933’e düşmüş daha sonra da gardiyanların dosyası ayrılmıştı.”

Habercilik felaketi

Basının, olayların davası karşısında yedi yıl boyunca sergilediği soğuk tavır bir bakıma “normal”di. Çünkü operasyon sırasında en küçük bir eleştirel tutum takınmamış, bütün gücünü, ortaya konan ölçüsüz şiddet konusunda toplumda rıza yaratmak için kullanmıştı. Bu uğurda Türkiye’nin en büyük iki gazetesi dezenformasyon olduğu apaçık bilgilere “gönüllü” yazılmış, birçok gazete yalan olduğunu bile bile bazı ayrıntıları haberleştirmiş, bir gazetemiz de cezaevi içinden kendisine “elektronik posta” ile gönderilen bir “itiraf”ı hiç sorgulamadan sayfalarına buyur etmişti. Söylediklerimizi, operasyondan birkaç ay önce kurulup faaliyete geçmiş medya eleştirisi sitesi Medyakronik.com’dan yararlanarak biraz açalım…

Medyakronik ve “devlet gazeteciliği”

Başlamadan önce bir hatırlatma: Dönemin Medyakronik’i, Türkiye’de gazetecilerin neredeyse refleksle yaptığı “devlet eksenli” gazetecilik türüne karşı yaygın bir mücadele yürütüyordu. Devletin “canını sıkan” her türlü harekete otomatik bir tepki veren bu gazetecilik türü bugün de bütün canlılığıyla ayakta. Fakat ona karşı ciddi bir eleştiri de var bugün. Gene, eskiden yayımlanması mümkün olmayan kimi haberleri yayımlayan gazetelerin varlığı bu konuda hayli yol alındığını gösteriyor.
Fakat o günlerde durum farklıydı; “devlet gazeteciliği” normal sayılıyor, eleştirisi de kimsenin aklından geçmiyordu. Dolayısıyla, bir devlet operasyonu olan “Hayata Dönüş” konusunda tahmin edebileceğiniz reflekslerle hareket eden medyaya yönelik olarak Medyakronik’te yayımlanan eleştiriler, başlangıçta ciddi bir şaşkınlık yarattı. Fakat Medyakronik, bu gazetecilik türünün kaçınılmaz ahlaki zaaflarını somut örneklerle ortaya koydukça, bu şaşkınlık, bilhassa gazeteciler arasında yerini “ilgi”ye bıraktı.
Aslına bakarsanız, Medyakronik asıl “Hayata Dönüş” operasyonu sırasındaki yayınlarıyla Medyakronik oldu, ondan sonra da sürekli bir ilgi odağı haline geldi.

“O bantı kontrol eden oldu mu?”

Operasyon, 19 Aralık’ta sabahın çok erken saatlerinde başladı. Öğle saatlerinde bütün televizyonlar, İçişleri Bakanlığı’nın kendilerine dağıttığı bir bandı aynen yayımladılar. Aynı gün, Medyakronik’te yayımlanan kısa bir eleştiri, yukarıda da dediğim gibi o güne kadar alışılmamış, bilinmeyen bir gazetecilik uyarısı niteliğindeydi. Şöyle deniyordu yazıda:
“(Bugün) ölüm orucu yapan mahkûmların bulunduğu cezaevlerine operasyonlar düzenlendi. Bunların bazılarında kendini yakan ve hayatını kaybeden mahkûmların bulunduğu haberlerde yer aldı. (…) Televizyonlar, öğle üzerinden başlayarak, İçişleri Bakanlığı’nca kendilerine ulaştırıldığını söyledikleri bir bandı yayımladılar. Bu ses bandı, Bayrampaşa ve Bartın cezaevlerinde bulunan iki mahkûm arasındaki cep telefonu görüşmesinin kaydıydı. İddia, görüşmede ‘operasyon başlarsa aranızdan bir kişi kendini yaksın’ talimatı veren kişinin örgütte şef, hattın öbür ucundaki kişinin de talimat alan örgüt elemanı olduğuydu. Bant, bakanlıkça verilmişti medyaya. Onlar da hemen yayımladılar. Soruyoruz: Bu bandın doğruluğundan şüphelenen, bunu ‘çek etme’ gereği duyan oldu mu? Buna gerek yok mu? Bant devletten geldiğine göre muhakkak güvenilir mi sayılmalı? Böyleyse neden? Gazeteciliğin, işte tam da böyle bir durumda, eline geçen malzemenin çarpıcılığına pabuç bırakmama, doğruluğundan emin olmak için çırpınma mesleği olduğuna inanmaya devam edeceğiz.”
Yanlış anlaşılmasın, biz o günlerde “bir örgüt lideri asla böyle bir emir vermiş olamaz, böyle korkunç bir şey olamaz” diye düşünmüyorduk. Tam tersine, onlarca cezaevinde sürdürülen ölüm oruçlarının emrini veren ve bütün uzlaşma girişimlerini reddeden kadronun her türden korkunçluğa vize verebileceğini düşünüyorduk.
Fakat yapılan başka bir şeydi: O bandın sahte-kurgulanmış olma ihtimalini düşündüğü halde elindeki malzemeye “mutlak gerçek” muamelesi yapan bir gazetecilikle karşı karşıyaydık. Bizim itirazımız bu noktayaydı.

İçerdeki dev inşaat faaliyeti!

Operasyonu yürütenler, daha ilk günden basının hiçbir sorgulayıcı eğilim içine girmeyeceğini, hatta gerekirse üretilen yalanları da hiç sorgulamadan “hakikat” faslından okurların üzerine boca edeceklerini anlamışlardı. Ve dezenformasyonlar birbirini izlemeye başladı.
Operasyondan hemen önce piyasaya sürülen ve gazeteciler tarafından hevesle kapışılan bir habere göre, mahkûmlar içerdeki bütün duvar sistemini değiştirmişler, çok sayıda yeni, kalın duvarlar inşa etmişlerdi; o kadar kalındı ki bu duvarlar, bunları yıkıp, ardındakileri yakalamak için büyük iş makineleri gerekecekti. (O günlerin gazeteye benzeyen birkaç gazetesinden biri olan Radikal’in yayın yönetmeni İsmet Berkan, tarif edilen bir inşaat faaliyeti için gerekli olan ilave kum ve çimento miktarını yazdığında, iddianın sürreel niteliği çıkıvermişti ortaya. Tabii, ilk haberi büyük basın gazetelerinde okuyanlar, Berkan’ın yazısını hiç görmemişti.)

İki büyük gazetenin “özel dezenformasyon”u

Bütün medyanın ortak kullanımına atılan bu tür “genel” yemlerin yanı sıra bazı gazeteler için “özel” yemler de üretiliyordu.
Bunlardan biri, dönemin “iki büyükler”i olan Hürriyet ve Sabah’a “özel haber” kisvesiyle pazarlanmıştı. “Haber”e göre, operasyonlara katılan bir asker Hürriyet’e (Sabah’a) konuşmuş, “mahkûm vahşeti”ni anlatmıştı. Asker, içerdekilerin kendi kendilerini yaktıklarını gözleriyle görmüştü.
İki “özel” haber karşılaştırıldığında (hemen hemen aynıydı metinler) ortaya çıkan gerçek apaçıktı: Her iki gazete de “asker”i değil ama, “askerin ilettiği metni” görmüşler, küçük değişikliklerle yayımlamışlardı.

“Bizi yaktılar”ın medyaca’sı…

Bazı günler bu kadar inceliğe de gerek görülmüyor, kaba yalanlara da başvuruluyordu. 20 Aralık 2000 tarihli Medyakronik’ten okuyalım:
“O sahneyi, bir kez CNNTürk’te, bir kez de ATV’de gördük, daha sonra televizyon görüntülerinde rastlayamadık. Oysa çok çarpıcıydı; kendini yaktığı söylenen mahkûmlardan biri, Birsen Kars, ambulanstan inerken gazetecilere şöyle seslenmişti: ‘Bizi, altı kadını diri diri yaktılar.’
“O fotoğraf, 20 Aralık tarihli gazetelerin çoğunda var. Ama fotoğrafın altına, bu sözleri yazan gazete sayısı sadece üç: Yeni Binyıl (Hastaneye kaldırılan kadın mahkûmlardan biri, gazetecilere ‘bizi ateşe verdiler’ diye haykırdı), Yeni Gündem (Birsen Kars, hastaneye kaldırılırken, ‘Çıkarılan yangında 6 kişiyi diri diri yaktılar’ diye bağırdı), Radikal (Haseki Hastanesi’ne getirilen yaralı bir kadın mahkûm, ‘Bizi, altı kadını diri diri yaktılar’ diye bağırdı).
“Fotoğrafı yayımlamayan, ama bu sözlere yer veren gazeteler olduğu gibi (Evrensel), Fotoğrafı (ya da benzer fotoğrafları) yayımlayan ve fotoğraf altına bu sözlerin yerine başka şeyler yazan gazeteler de vardı: Hürriyet (Örgüt yaktı, jandarma kurtardı), Sabah (Kendilerini ateşe verdiler… Bayrampaşa’da kendini yakan eylemci zorlukla hastaneye götürüldü. Her tarafı yanan eylemci ambülanstan zorlukla indirildi), Akşam (Yürüyen çıraya döndü… ‘Yakın’ emri verdi…), Star (Ölüm orucundakiler tek tek kendilerini yaksın! Sonuç: İşte bu…’).”

Zaman’a da “özel” bir haber…

Gazetelere “özel” haber pompalayan birim ya da birimler Zaman’ı da ihmal etmemişti. Operasyondan sekiz gün önce gazetede çıkan bir haber, cezaevlerinin “örgüte teslim” olduğunu, “örgütün duruma hâkim” olduğunu anlatıyor, “sert müdahaleden başka çare yok” çağrısına meşruiyet sağlıyordu.
Fakat tuhaf olan şuydu ki, Zaman’ın haberi imzasız bir e-mail mesajına dayanıyordu. Cidden! Buyrun, 11 Aralık 2000 tarihli Medyakronik’ten okuyalım:
“Zaman gazetesinden (11 Aralık) şaibenin zirvelerinde gezinen bir haber… Konu, ölüm oruçları… Haber, cezaevlerinin tamamen siyasî örgütlerin kontrolünde olduğuna ilişkin…
“Ölüm oruçlarının 53. gününde, hükümet dahil herkesin bütün dikkatini eylemcilerin eylemlerine son vermesine harcadığı bir günde, bir gazetenin durumu gerginleştirecek böyle bir konuyu işlemesi meşru mu?
“Ahlakî açıdan tartışılabilir, ama gazetecilik kriterleri çerçevesinde konuşuyorsak, meşru olmadığı öne sürülemez. Yani, Zaman’ın bu konuyu işlemesine, böyle bir tercihte bulunmasına lafımız yok, fakat ‘haber kaynağı’ için aynı şeyi söyleyemeyeceğiz.
“Haberin birinci sayfa başlığı ve spotu şöyle: ‘Örgüt duruma hâkim… Cezaevleri DHKP-C’nin! Günlük her şeyi anlatıyor… Elektronik posta yoluyla gazetemize ulaşan bir DHKP-C militanının cezaevi günlüğü, örgütün cezaevine hâkim olduğunu gözler önüne serdi. Günlükte, mahkûmun cezaevine girişte örgüte teslim edildiği, sorgulandığı ayrıntılı olarak anlatılıyor.’”
Operasyon günlerinde medyamız işte böyleydi… Böyle bir medyanın, operasyonun davasında gazetecilik yapması beklenebilir mi? Beklenemez. Nitekim yapmadı ve dava geçen hafta zaman aşımından düştü!
Radikal ‘in haberine göre, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı Başkanı Hasan Fendoğlu, “Hayata Dönüş davasını düşürün o hâkimler hakkında suç duyurusu yapılması gerektiğini” söylemiş.
Aslında bir suç duyurusu da medya için yapılmalı ama…

Yorum yazın