Gündem

Osetya krizi benim işime yaradı, aptalın teki olduğumu anladım

Yazan: Mustafa Alp Dağıstanlı

Yanıbaşınızda patlamaya hazır bir bölge var ve siz buradaki sorunları bir ülkeyi silahlandırarak çözmeye çalışıyorsunuz. Gittikçe palazlanan Rusya’nın buna birgün tepki vereceğini kestiremiyorsunuz.

Aah, Ah! N’olacak şu BBC’nin hali? Dünyanın en saygın medya kuruluşlarından biri olan, herkesin parmakla gösterdiği BBC, ne Başbakan Tayyip Erdoğan’ın görkemli Moskova ziyaretiyle ilgili bir cümleye yer vermiş, ne de bütün Kafkasya sorunlarını çözmeye aday “Kafkas Paktı”na.

Daha da kötüsü var: Gazeteciliğin mucidi sayılan Anglo-Saksonlar topyekun sınıfta çakmış. İngiliz Guardian’da ve Independent’ta da, Amerikan New York Times ve Washington Post’ta da bir satır göremedim. Ne zaman öğrenecekler şu gazeteciliği. Hayır, barış, ateşkes çabalarına yer vermişler, ama Fransa Cumhurbaşkanı olan o züppe Nicolas Sarkozy’nin temaslarından, masaya konan 5-6 maddelik plandan söz edip duruyorlar. Fakat asıl büyük Türk hamlesi yok işte. Dünyadan haberleri yok bunların! İşin tuhaf tarafı, Moscow Times da onlara uymuş, Erdoğan’ın gece çıkarmasından hiç söz etmemiş.

Bu gazetelerin gazetecilikten zerre kadar anlamadığını hep düşünüp dururdum, şimdi emin oldum. Hem de aptallar; gül gibi bir çözüm planı varken bizim hükümetin, onla ilgilenmiyorlar da, Rusların neredeyse paçavraya çevirdiği Sarkozy’nin (yani AB’nin) planı üzerinde tepinip duruyorlar.

Halbuki Türk gazetelerinden, özellikle de Hürriyet’ten öğreniyoruz ki, “Ve, başrol Türkiye’de”. İyi mi? İyi değil, şahane; çünkü spottan şunları da öğreniyoruz: “Kafkas krizinde arabuluculuğa soyunan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Başbakan Erdoğan’ın gölgesinde kaldı.”

Hah! Kalır tabii, bizim dalyan gibi başbakanımızın yanında bücür Sarkozy gölgede kalmayıp nerede kalacak!

Efendim, şöyle olmuş: Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ile Başbakanı Vladimir Putin, yani ikisi birden, Erdoğan’la çalışma yemeğinde biraraya geldi. “Moskova’nın bu tutumu, ‘arabuluculukta başrol Türkiye’nin şeklinde yorumlandı.” Kimin böyle yorumladığını söylemiyorlar. Mesela demin yukarıda saydığım gazeteler, tabii aptal oldukları, akılları ermediği için, böyle yorumlamamış. Okuduğum onlarca yorumu yazan analistler de böyle yorumlamamış.

Bizim gazetelerden öğrendiğime göre (kendimi tutamadığım için özür dilerim, buna bilgi ve öğrenme denirse tabii) Erdoğan’ın Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu” önerisi de Moskova’da kabul görmüş. Erdoğan, dışişleri bakanlarının önerinin üzerinde çalışıp geliştireceğini söylemiş.

Anladığınıza eminim, ama ben yine de itiraf edeyim, ben de yukarıda saydığım gazeteleri yapanlar gibi aptalın tekiyim. Ben de anlamadım Erdoğan’ın ziyaretinin önemini ve müthiş etkili olacağını; daha kötüsü hâlâ anlıyor değilim. Dedim ya, aptalın tekiyim. Onin için, aşağıda yazacaklarımı bir andavallının sayıklamaları sayın en iyisi; en azından eğlenirsiniz belki.

Bizim gazetelerden öğrendiğim kadarıyla, Başbakan Erdoğan, “ani bir kararla tatil yaptığı Bodrum’dan kalkıp Moskova’ya uçmuş”. Bence kararı Ruslar verdi; “Eh, hadi gel bari” dediler. Hatırlarsanız daha önce Erdoğan’ın Medvedev ve Putin’i telefonla aradığı, ama bu iki Rusun bizimkiyle görüşmek istemediğine dair haberler çıkmıştı. Başbakan yalanladı sonra bunu. Belki gerçekten de yalandı, bilemiyorum. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan, yanıbaşımızda bir dünya krizi çıkmışken tatil yapıp başka hiçbir şey yapmamakla da eleştirilmişti hatırlarsanız. Erdoğan Moskova’ya yatıya giderek bu eleştirilere cevap vermiş oldu. Etkili görünme oyunu bütün siyasilerimizin en sevdiği eğlence, ama Erdoğan’ın eline kimse su dökemez bu konuda. Türkiye’nin “artık bölgesel bir güç” olduğunu hatırlatmama izin verin n’olursunuz.

AKP hükümeti, iktidara geldiğinden beri arabuluculuk buldumcuklarıyla şişinmeye çalışıyor, bazan da eline gözüne bulaştırıyor. Hamas lideri Halid Meşal’in davet edilişini ve ağırlanışını hatırlayın. Ah, son Suriye-İsrail arabuluculuğu var tabii; bir şekilde yürüyor.

İşin doğrusu şu: Türkiye’nin Gürcistan-Rusya krizinde yapabileceği zırnık kadar bir şey yoktu. Enerji boru hatlarının geçtiği Gürcistan’la işbirliği içinde ve bu hatları ABD kuvvetle destekliyor, çünkü enerjideki Rus tekelini kırmak istiyor. Ama bir yandan da Türkiye’nin Rusya’yla yabana atamayacağı ilişkileri var:

Erdoğan’ın dediği gibi iki ülke arasındaki ticaret hacmi 25 milyar dolara ulaşmış durumda; Türkiye’nin bir numaralı ticaret ortağı.
Daha önce kış ortasında Ukrayna’nın, Moldova’nın … gazını kesen ve Türkiye’yi de doğalgazıyla besleyen Rusya, Anadolu’yu da kış ortasında ayazda bırakabilir pekâlâ.
Üçüncüsü, Rusya küresel ölçekte bir güç.

Barış ortamı yaratmak için Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu öneren Türkiye’nin politikası nedir peki? Gerekçelerinin haklılığına veya haksızlığına girmeyelim, ama Ermenistan’la bir ilişkimiz yok. Donmuş durumda. Yine donmuş durumdaki Karabağ sorunu nedeniyle Aliyev diktatörlüğüne mahkum durumdayız. Tabii, Azerbaycan’ın da Gürcistan’dan geçip Türkiye’ye giren boru hatlarını besleyen petrolünü unutmayalım. Dolayısıyla küstürmemeye çalışıyoruz. Anlaşılabilir, ama demokrasiyle hiçbir alakası olmayan bir rejimi destekleyerek barış ve istikrara katkı sağlanabilir mi?

Ben aptal olduğum için silahlanarak ve başkalarını da silahlandırarak, yani savaşa hazır hale gelerek ve getirerek barışa ulaşılabildiğine hiç rastlamadım. Tarih kan ve gözyaşıyla dolu değil mi? Tarihten ders alacaksak, önce şu basit dersi almamız gerekmez mi: Bin yıllar boyunca savaştık ve barışa kavuşamadık; acaba savaşmamaya çalışarak, silahları bertaraf ederek bazı başka yollar düşensek nasıl olur?

Türkiye, ABD ve İsrail’le birlikte Gürcistan’ı silahlandıran, onlara daha iyi savaşmayı (yani öldürmeyi öğreneten) ülkelerin başında geliyor. Bölge barışı böyle sağlanabilir mi? Dostun silahlanınca iyi, düşmanın silahlanınca kötü denebilir mi?

Denebilir ki, Türkiye de Nato üyesi ve yükümlülükleri var. Peki, ama nasıl Afganistan’da Nato çerçevesindeki “misyon”da bazı şeyleri yapmam diyorsanız, burada da diyebilirdiniz. Komşunuz ve yanıbaşınızda duran dünyanın en karışık bölgesi söz konusu olduğunda daha hassas davranmanız gerekmez mi?

Üstelik, düpedüz Amerikan yayılmacılığına payanda olarak seçtiğiniz bu politikanın son 10 senedir palazlanan Rusya’nın kuşatılmasına katkı yaptığını ve buna Moskova’nın er ya da geç tepki vereceğini düşünemiyor musunuz? Bu durumun sadece bu küçük bölgeyi değil, tüm dünyayı bir krize sürükleyebilecek bir yaklaşım olduğunu idrak edemiyor musunuz? Jeopolitik dediğimiz Nazi artığı bu zihniyetle barış ve istikrar gelmeyeceğini anlayamıyor musunuz?

Anlayamıyorlar, çünkü ben aptalın tekiyim.

Tabii, bu son krizin odağında toprak bütünlüğü meselesi var ve Türkiye bu kavramın tartışılır olmasından ölesiye korkuyor. Çünkü kendisine yönelik “bölücü tehdit” var. Çünkü bir türlü çözemediği, silahlanarak, ölerek ve öldürerek çözebileceğini sandığı kendi Kürt sorunu var. Osetya ve Abhazya sorunuyla Kürt sorununun birbirine hiç benzemeyen taraflarını göremeyecek kadar korkuyor toprak bütünlüğü klişesinin tartışılır olmasından, zedelenmesinden.

Arabuluculukta başrolü kapan(!) Türkiye, Abhazya ve Güney Osetya’nın ilelebet Gürcistan’dan koptuğunu anlayamıyor. Rusya’nın bu konuyu tartışmaya yeltenen Sarkozy’ye bile posta koyduğunu bilmiyor mu? Sarkozy, Güney Osetya ve Abhazya’nın gelecekteki statüsü konusunda uluslararası bir tartışma yapılmasını da barış planına koymaya çalışmış, Medvedev bunun söz konusu olamayacağını söylemişti. Rus Dışişleri Bakanı da Sergey Lavrov, Erdoğan’ın müthiş projesini dinledikten sonraki gün (bugün) bile bunu açık seçik bir kere daha söyledi. Erdoğan’ın pakt önerisinin ne kadar ciddiye alındığını aptalın teki olan ben anladım galiba.

Aptalın teki olan benim anlamadığım ve yazacağım pek çok şey daha var, ama sadece biriyle bitireyim: Bu memlekette 4 ila 7 milyon arasında Kuzey Kafkasya göçmeni yaşıyor: Abhaz, Oset, Avar, Lezgi, Çeçen, Çerkes… Bu insanların büyük kısmı (en azından) Türkiye’nin Gürcistan politikasından rahatsız. Yani, dış politikamız aynı zamanda bir iç mesele.

Yorum yazın