Yaşam

“Salam diye sattıklarını köpeğe bile yedirmem”

Yazan: Özgür Gedikoğlu

Lazari Kozmaoğlu İstanbul’un son domuz kasabı. 63 yaşındaki Kozmaoğlu, 1977’den beri Dolapdere’deki şarküterisinde domuz ürünleri satıyor. Soyadını taşıyan markayla sunduğu şarküteri ürünleri, İstanbul’daki yabancılar ve gayrimüslimler tarafından talep görüyor. Müşterileri arasında Müslümanlar da var. Kozmaoğlu ile mesleğini, İstanbul’u ve Türkiye’de azınlık olmayı konuştuk. Yaklaşık iki yüzyıl önce İstanbul’a göçen Karamanlı bir ailenin İstanbul’daki son üyelerinden […]

Lazari Kozmaoğlu İstanbul’un son domuz kasabı. 63 yaşındaki Kozmaoğlu, 1977’den beri Dolapdere’deki şarküterisinde domuz ürünleri satıyor. Soyadını taşıyan markayla sunduğu şarküteri ürünleri, İstanbul’daki yabancılar ve gayrimüslimler tarafından talep görüyor. Müşterileri arasında Müslümanlar da var. Kozmaoğlu ile mesleğini, İstanbul’u ve Türkiye’de azınlık olmayı konuştuk. Yaklaşık iki yüzyıl önce İstanbul’a göçen Karamanlı bir ailenin İstanbul’daki son üyelerinden Lazari Kozmaoğlu. Kasaplığa 1967’de tesadüfen başlamış. O tarihte patronu bir salam fabrikasına ortak olmuş ve bir yıl sonra işleri bozulup ülkeyi terk edince, tüm borçlarıyla fabrikayı devralmış. 1977’de Dolapdere’de, daha önce at mezbahası (kendi deyimiyle beygirci) olarak kullanılan bir yeri satın alarak şarküteriye çevirmiş. Kozmaoğlu 30 yıldır bu mekânda salam, sosis, jambon, hatta mortadella gibi nispeten daha az bilinen domuz eti ürünleri satıyor. Etlerini, Mersin ve Antalya’daki domuz çiftliklerinden temizlenmiş sağlıyor. Ayrıca, dana etinden yaptığı sucuklar, eski lezzetleri özleyenlerin favorisi.

Kozmaoğlu Türkiye’de domuz ürünleri satış ruhsatına sahip tek işletmenin kendisini olduğunu söylüyor. “Tek damgalı eşek biziz” diyor gülerek. Birçok işletmenin kaçak satış yaptığını belirtiyor. Kasaplığa başladığı günlerde 45’e yakın ürün satarken, bugün bulundurduğu çeşit sayısı yedi, sekize düşmüş. O tarihlerde İstanbul’da 70’e yakın domuz çiftliği ve satış yapan beş, altı işletme olduğunu söylüyor. “Eskiden ürünün ismiyle yapardık satışı, şimdi salama benzeyen her şey kabul edilir oldu” diye anlatıyor sıkıntısını: “Adam hayatında yememiş ki, bilmiyor; nasıl doğru şeyi üretsin. Bugün salam diye satılan pek çok ürünü ben köpeğe bile vermem. Etin maliyeti ile ürünün fiyatını karşılaştırırsanız, içeriğini tahmin edebilirsiniz.”

Ona göre şarküteri ürünleriyle ile ilgili denetim çok zayıf. Bu ürünlerle yeni tanışan tüketicinin aldanma olasılığının çok yüksek olduğunu söylüyor: “Ben isterim ki, buraya her gün kontrole gelsinler, sevinirim. Müşteri isterse içeri de sokarım, ‘bak’ derim, başka kimsenin iş yerine giremezsin ki!”

Dolapdere’deki bu küçük şarküteri giderek küçülen gayrimüslim cemaat için de bir buluşma noktası. Çocuğunu evlendirmek isteyen, canı sıkılan, sohbet ihtiyacı duyan burada alıyor soluğu. Yunanistan’dan gelen İstanbullu bazı eski müşterileri de uğrayıp alışveriş yapmadan dönmüyor. “Önemli olan işini gerçekten iyi yapmak” diyor Kozmaoğlu. Kendisinin yemediği hiçbir ürünü müşterisine de satmıyor. Dükkâna giren bir müşterinin haline tavrına bakıyor, domuz eti yemeyecek gibi görünen biri ise “Kusura bakma kardeş burada domuzlu mal var, sana yaramaz” diye uyarıyor.

Çevresiyle ilişkileri de iyi, kendisi ve dükkânda çalışan akrabaları tanınıyor ve benimseniyor esnafça. Ama bu kolay olmamış, bazı tatsızlıklar yaşamışlar: “Rumdur, korkar” diye düşündüler” diyor gülerek. Zamanla gerginlikler saygıya dönüşmüş, kendi tabiriyle “abi” olmuş Kozmaoğlu. Yine de eski İstanbul’u özlüyor: “Gelenler kendilerini İstanbul’a değil, İstanbul’u kendilerine benzettiler.” Dolapdere’deki Yenişehir Rum İlkokulu’nun 1980’lerin başına kadar 150 öğrencisiyle eğitime devam ettiğini hatırlatıp “Yani burada kayda değer bir cemaat vardı” diyor. Bugün semtte oturan 10-15 Rum kalmış, ayazmalarının çoğu yıkılmış, bazısı tuvalete bile çevrilmiş. Nadir iki çanı, geçen yıl iki gün arayla çalınan Panayia Evangelstira Kilisesi’nin de durumu farklı değil. Bazen iki kişiyle ayin yapmak durumunda kalıyormuş.

“Eskiden İstiklal’e çıktığımızda ‘yassu’ (merhaba) demekten yorulurduk. İşinden dönen biri evine girene kadar belki 20 kişiye uğramak durumunda kalırdı. Çay, kahve sohbetleri…” diye anıyor geçmişi. Ama yine de mutlu Kozmaoğlu, “Her şeye rağmen atasına babasına, mezarına, memleketine saygısı olan adamlar (cemaati kastediyor) kaldı buralarda, göç etmedi.”

“Bir de şu var,” diye devam ediyor Kozmaoğlu, “Ben Türkiye’de Rum, Avrupa’da ise Türküm diye hor görülüyorum. Nerede kalmış benim Yunanlılığım? Bizim Yunanlılarla tek ortak yanımız dinimiz, başka da bir şey yok bana sorarsan”.

6-7 Eylül olaylarıyla başlayan süreçten sonra, hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını anlatıyor Kozmaoğlu. Rum cemaati 150 binlerden 2000’e düştükten sonra, yeni neslin de kendi cemaatinden habersiz olduğundan yakınıyor: “Olanlar da bizi Yunanlı zannediyor.” Kendisine sürekli sorulan “Nereden geldin, Yunanlı mısın” sorularına kızgın ama fazlasıyla buruk bir şekilde cevap veriyormuş: “Yahu ben 2000 yıldır bu topraklarda yaşıyorum, bu memleketin öz evladıyım, hakiki Türk benim. Bakma ki Hıristiyanım, Elhamdülillah Karamanlıyım!”

Yorum yazın