Sanat

Savulun Türk sineması geliyor

Yazan: Ahmet Şık

Yakın zamana dek Hollywood filmlerinin hem izleyiciye hem de filmlere yön verdiği Türkiye’de son birkaç yıldır yeni bir hareketlilik var. Artık kendisini toparlayarak, sezon içerisinde salonları doldurup taşıran eserler son birkaç yıldır hep Türk filmleri. Yerli sinemanın yükseliş trendinin arkasındaki en büyük müttefiki ise kuşkusuz televizyon ve diziler. Dizilerden ve oyuncularından aldığı gücün yanı sıra […]

Yakın zamana dek Hollywood filmlerinin hem izleyiciye hem de filmlere yön verdiği Türkiye’de son birkaç yıldır yeni bir hareketlilik var. Artık kendisini toparlayarak, sezon içerisinde salonları doldurup taşıran eserler son birkaç yıldır hep Türk filmleri. Yerli sinemanın yükseliş trendinin arkasındaki en büyük müttefiki ise kuşkusuz televizyon ve diziler. Dizilerden ve oyuncularından aldığı gücün yanı sıra teknolojik efektlerle süslü, sinema tekniği açısından hayli mesafe kat etmiş ve küçümsenmeyecek bütçelerle çekilen filmler sinema salonlarını dolduruyor. Sınırların ötesinden de sık sık nitelikli Türk sinemacıların çeşitli uluslararası yarışmalarda kazandığı ödüller ve başarılarıyla ilgili haberler geliyor artık. Hâl böyle olunca 1990’lı yılların ortalarından beri bir tırmanış içindeki Türk sinemasının niteliksel yükselişi niceliksel olarak da kendini gösterdi.

Gişede yükselen başarı

Son yıllarda, 2001 ekonomik krizi hariç film üretimi sürekli ararken 2005’te, son 10 yılın en yüksek rakamına ulaşarak toplam 27 Türk filmini izleyiciyle buluşturan sinemacılar 2006’da ise bu rakamı 34’e yükseltti. O yıl gişe hâsılatının da yüzde 52’sini toplayarak Avrupa’nın en yüksek rakamına ulaşan Türk sineması 2007’de ise farklı türlerde toplam 43 film üretimiyle rekor kırdı. 1990’dan bu yana ilk defa 40 film sınırının geçildiği 2007’de film sayısının çokluğuna karşın izleyici sayısında düşüş oldu. 2006’da 17 milyon 800 bin kişiyi salonlara dolduran Türk sinemasının izleyici sayısı 2007’de 11 milyon 500 bin civarında kaldı. 2007’nin en sevindirici yanı ise birçok yerli yapımın yurtdışından ödüllerle dönmesi oldu. Beş Vakit, Kader, Takva, İklimler, Küçük Kıyamet 2006’nın ödüllü filmleri iken Yumurta, Rıza, Beynelmilel, Yaşamın Kıyısında, Polis, Adem’in Trenleri, Mutluluk ve Sis ve Gece 2007’yi ödülle kapatan filmlerdi.

İzleyicilerin yarıdan çoğu, “Türk sineması” dedi

Yerli film üretiminin tavan yaptığı yıl ise 2008 oldu. Toplamda 39 milyon izleyiciyi salonlara dolduran 265 filmin vizyona girdiği bu yıl, sinemalarda gösterime giren 52 yerli yapımın izleyici sayısı ise 20 milyon 800 bin oldu. Böylece 2008’de tıpkı geçen birkaç yılda olduğu gibi 4 Avrupa’da sadece Türkiyeliler, Amerikan filmlerinden çok kendi filmlerini izlemiş oluyordu. Yasa ile sinemalarda gösterilecek filmlerin yüzde 40’ının yerli olması zorunluluğunun getirildiği Fransa’da bile yüzde 40’lar civarında olduğu ve Türkiye’de gösterime giren toplam film sayısının 252 olduğu düşünüldüğünde ise bu oran hiç de küçümsenmeyecek bir başarıya işaret ediyordu.

Eşkıya ile başlayan başarı öyküsü

Türk Sineması denilince ilk akla gelen hiç kuşkusuz Yeşilçam oluyor. Sinemanın tarihçesi içinde Yeşilçam oldukça uzun bir süreci kapsayarak kendine özgü dili ve yapısı ile uzun yıllar boyunca her anlamda Türk sinemasını temsil etti. 12 Eylül darbesinin ardından dünya sinemasındaki yeniliklere ve Türkiye’nin sosyal gelişimine ayak uyduramayan Yeşilçam, birbirinin kopyası filmlerle ilk zamanlar geniş izleyici kitlesine ulaşsa da zaman için de etkisini yitirerek geniş yığınları sinemadan uzaklaştırdı. Aynı dönemde başlayan Hollywood filmleri furyası da Türkiye sinemasını neredeyse bitme noktasına getirdi. Hem üretim hem de seyirci sayısı bakımından büyük bir çöküş yaşayan yerli sinemayı bu kara delikten çıkartarak kaderini değiştiren, Türk sinemasını izleyicisiyle yeniden buluşturan Yavuz Turgul’un Eşkıya filmi oldu. Şener Şen ile Uğur Yücel’in başrolü paylaştığı 1996 yapımı Eşkıya’yı neredeyse 3 milyon kişinin izlemesi, “Türk Sineması’nın seyircisi ile barışması” olarak değerlendirildi. Birçok ilde kapanmış ya da seks filmlerinin utangaç seyircilerine terk edilmiş sinema salonları, Eşkıya’nın yarattığı etkiyle temizlenip paklanarak kapılarını yeniden geniş yığınlara açmış oluyordu.

Yeni sinemacıların rönesansı

Türk sinemasında modernizmin başlangıcı sayılan Eşkıya filmiyle bir devir yakalandı. Ardından günümüz Türk sineması kabuk değiştirerek beyazperde eskiye nazaran daha iyi bir ivme kazandı. Yavuz Turgul’un açtığı yolu izleyen yeni sinemacılar Derviş Zaim, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu, Fatih Akın, Yüksel Aysu gibi yönetmenler özgün eserleri ve yeni sinema dilleriyle Türk sinemasının rönesansını gerçekleştirenlerin arasına isimlerini yazdırdı. Ulusal ve uluslararası başarılar da ardı arkasına geldi. Nitelikli eserlere gösterilen ve giderek artan ilgi, Türk sinemasının ikinci baharını yaşamasının da yolunu açtı. Bugün üretilen filmler ve gişede yakalanan başarıyla Türk sineması tarihinin en itibarlı dönemine girdi. Öyle ki son birkaç yıldır 1 milyonluk seyirci rakamlarını yakalamak sıradan bir iş haline döndü.

TV’den devşirme izleyicinin tehlikesi

Türk sinemasının, günümüzde gişede yakaladığı başarıyı bir anlamda televizyona borçlu demek mümkün. TV kanallarındaki Kurtlar Vadisi ya da Asmalı Konak gibi kimi popüler dizilerin uzun metrajlı hale getirilmesi, son yıllarda ortaya çıkan dizi tutkunu bir izleyici kitlesinin takip ettiği dizinin adeta son bölümünü izlemek için kendini sinema salonlarında bulmasını sağladı. Sinema eleştirmenleri izleyici toplayan filmlerin nitelikli eserlerin yanı sıra genellikle TV’de insanları eğlendiren bir şovmenin sinema perdesindeki gösterisinden ibaret güldürüler, melodramlar ya da dizi devamları olduğunu vurgulayarak, “Yani bazen ortaya sinema kapısından çıktıktan sonra kimsenin hatırlamayacağı ürünler çıkıyor. Eğer TV karşısından ödünç alınan bu izleyicilere sinemasal anlamda bir yenilik, sosyal ilişki sağlayan yenilikler sunmazsanız bu kitleyi sinemadan kaçırma riski fazlasıyla vardır” diyerek bu göreceli tehlikeye de dikkat çekiyor. Eleştirmenlerin Türk sinemasının hem niteliksel hem de niceliksel alandaki gelişim ya da başarısıyla ilgili düşünceleri şöyle:

Alin Taşçıyan:
Daha erken dönemlerde Şerif Gören’in Amerikalısı hâlâ bir Türk filmi izleyicisi potansiyeli olduğunu göstermişti. Ardından Eşkıya fenomeni başladı. 1990’lı yıllardan itibaren Yeşim Ustaoğlu, Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan gibi yönetmenlerin içinde bulunduğu bir genç sinemacı kuşağı farklı bir anlayışla film üretmeye başladı. Bu yönetmenler filme ve sinemaya bakışı değiştirerek geleneksel yöntemlerin dışında da film üretilebileceğini gösterdiler. Böylece gişe başarısı geldi. Gişe rakamlarına yansıyan bu başarı, nitelik anlamında da kendini gösterdi. İnsanlar çok güzel senaryoların, çok iyi sinema tekniğiyle aktarıldığı filmler izleyebiliyor.
Böylece Türk sineması son dönemde dünyanın en dikkatle izlenen sinemaları arasına girmeyi başardı. Zengin kültürel çeşitliliğimiz ve sinemacılarımızın bireysel başarıları sayesinde artık bir zamanlar İran ya da Güney Kore sineması misali tahta oturmuş olduk. Yaşanan başarı endüstrileşmek isteyen ama bugüne dek başaramayan Türk sineması için çok olumlu gelişmeler. Öte yandan gişede başarılı olamamış ancak birçok önemli uluslar arası festivalde ödüller almış nitelikli filmlerimiz de var. Tabii bu başarı tamamen arthouse (bağımsız sinema ya da sanat filmleri) filmlerine özgü. Ticari filmlerin başarısı bambaşka bir yönde. Onlar Hollywood filmlerinin piyasa egemenliğini kırdı. Gişede tartışmasız bir üstünlük elde etti. Ama gişe başarısı adı üstüne sadece kazanılan parayı ifade eder, itibarı değil. İçinde sığ siyasi öğeler barındıran, seks unsurlarına dayanan gençlik filmleri de ya da tamamen televizyon dizilerinden beslenen ticari sinemanın da başarısı var. Öte yandan Türkiye’nin politik yapısı elbette filmlere de yansıyor. Toplumdaki çeşitli eğilimleri filmlerde ya da onlar etrafında koparılan haklı / haksız tartışmalarda gözlemlemek mümkün. Bir iki tane AB ya da ABD karşıtı gibi görünen film yapıldıysa da samimiyetsizlikleri her hallerinden belliydi. Bilinçli bir siyaset izlemekten çok lümpence bir hamaset ile gişeyi vurmak amaçlandı. Mesela Kurtlar Vadisi Irak filmi sinema tekniği açısından iyiydi ama niyeti ve senaryosu kötü bir filmdir.
Henüz bir film endüstrimiz yok, gerçek anlamda oluşması için de çok zamana ihtiyaç var, altyapımız yetersiz. Son derece popüler olan komediler ve bir iki melodram C grubu tüketici olan kitleyi salonlara çekiyor ama bunu kalitesiz ve ucuz malların çok satmasına da benzetebiliriz. Bu da gelişme için değil olsa olsa nitelik yönünden gerileme için bir ölçüt olabilir. Bu filmlerin yapımcıları ettikleri karı bir an önce daha kaliteli filmler üretmek için harcamazlarsa bindikleri dalı kesmiş olacaklar. Hollywood ya da Yeşilçam ya da başka bir film endüstrisinin ticari filmleri belirli formatlara sahiptir. Belirli bir türdeki filmlerin klişeleri hemen hepsinde aynı. Türk sineması diyerek ticari film yapanlarla arthouse yapanları aynı kefeye koyamayız. Bir tarafta taklitçi olmasa da klişe bir yapı öte yanda ise kendi meselelerini ifade etmenin yollarını arayan özgün bir yapı görünüyor.
Şu an kimi filmler için var olan durum 80’lerdeki Hollywood tarzını andırıyor. Ama bu işten para kazanılacağı keşfedildi ve bunun üzerinden gidilerek izleyiciyi gıdıklayan filmler yapılıyor. Bunlar sinematografik değiller. Dolayısıyla izleyiciyi sinema salonundan memnun çıkaramazsanız kaçması riski de var. Amerikan sinemasının izleyicisinin düşmesindeki en büyük etken bu filmlerin korsan baskılarına ulaşmaktaki kolaylık olduğunu söyleyebiliriz. Elbette ki Türk filmlerinde ciddi bir başarı grafiği yakalanmış durumda ama korsan filmcilik açısından kara listede olduğumuzu unutmamak gerek.

Sevin Okyay:
Kişisel gayretler ve başarılar üzerine kurulu bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Söz konusu olan, ortak dile ve özelliklere sahip bir sinemanın gelişmesi değil; tek tek sinemacıların filmlerinin kazandığı münferit başarılar. Ancak bunun sonucunda ortaya iki ayrı kulvar çıktığı da bir gerçek: bir kesimin beğendiği, yurtdışında başarıya ulaşan “sanat” filmleri ile nispeten büyük bütçelerle çekilip burada çok iş yapan filmler. Elbette bunların kendi aralarında da kalite farkları görülüyor. Bu nedenlerle, gişe başarısı Türk sinemacılığının gelişimi için bir ölçüt kabul edilemez. Ama çok iş yapan filmler arasından bazen iyi filmler de çıkıyor. Gişe başarısı her zaman niteliğe yansımadı yani.
Çok iş yapan Türk filmleri için kimi zaman, “Hollywood filmleri kopyalanıyor” eleştirisi yapılabiliyor. Ama mesela ben Hollywood komedileri arasında “Recep İvedik” kadar kalitesiz bir komediye rastlamadım. İnceliksiz bulup sevmediğim Farrelly Kardeşler bile yanında zarif kalıyor. Cem Yılmaz için yeni film münasebetiyle bir kopyalama iddiası ortaya atıldı. Ancak, bunlar çok genel kavramlar, farklı kişiler tarafından ele alınması, kopyalandığı anlamına gelmez. Belki “Maskeli Beşler” dizisi, genel olarak bu kavramı ödünç almıştır, bilemiyorum. Zaten o da bir şey ifade etmez
Türkiye’nin gelişen siyasi ortamına bakılarak yapılan filmler ki bu da ABD yada AB karşıtlığı üzerinden kendini gösteren politik yabancı düşmanlığı diye adlandırılabilir gişe başarısına örnek oluşturmaz. Suni dalgalanmalar yaratabilir ama mesela Kurtlar Vadisi bence başarılı bir film ya da dizi değil. Hiçbir şeye örnek de oluşturmaz. Ayrıca ABD ve AB karşıtlarını ille de aynı gruba koyamayız. Farklılık gösterebiliyorlar. Kurtlar Vadisinin çok daha ilkel duygulara dayandığını ve Türk halkının paralel duygularına denk düştüğünü düşünüyorum.


Uğur Vardan:

Gelişmeyle kast edilen yeni isimler, farklı türler ise Türk sinemasının doğru yolda olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle kafa karışıklığının çok yoğun yaşandığı 80’li yıllara göre daha oturmuş üslupların, daha oturmuş anlatımların olduğunu, belli kalıplarından kurtulunduğunu görebiliriz. Ama hâlâ genel bir karakterimizin olduğu söylenemez. Zaten bu tür ortak tavırlı çıkışların çok geride kaldığı bir dünyadayız. Yani bundan böyle sadece Türk sinemasında değil, hiç bir sinemada “Yeni dalga”ları, “yeni gerçekçileri”, “özgür sinema”ları göremeyeceğiz. Çünkü artık dünya, o akımların ortaya çıktığı dünya değil. Bundan böyle sadece kişisel üslupların ve tavırların sinemasına tanık olacağız gibime geliyor.
Türk sinemacılığının gelişimi için bir ölçüt kabul edilen gişe başarası, gişede başarılı olmak isteyenlerin problemi. Son dönemde karşımıza gelen “kişilikli” yapımların hiç birinin gişe derdi yoktu. Dolayısıyla gişe sinema yolculuğunda uzun süreli koşuların ya da sanatsal dertlerin sorunu değil kanımca. Ama şu sözkonusu olabilir; sinema sektöründen iyi kötü para kazanan emekçiler için, bu sistemi döndürecek ürünler lazım. Dolayısıyla onlara ayakta tutacak girdiler için, gişe başarısı sağlayacak filmlere ihtiyaç var. Buradaki temel mesele, bu tür filmlere imza atan yönetmen ve yapımcıların, yapıtlarının çok önemli olduğu kanısıyla hareket etmemeleri ve yapılan eleştirilerde, alınganlık gösterecek tavırlardan kaçırmalıdır. “Siz öyle diyorsunuz ama gişemiz nasıl ama” türü “ergen” çıkışları, meselenin gerçek sınırlarını yeniden tanımlamaz. Gişeye yansıyan bu başarı, nitelik anlamında da her zaman kendini göstermedi. Ama bazen nitelikli ürünlerle de karşılaşabildik. Bunun somut bir örneği Çağan Irmak’ın “Babam ve Oğlum”udur. Ama kesin bir kural yoktur. Yani gişe başarılarına sahip filmler kötü olabilir ya da hem gişe açısından, hem de sanatsal kriterler açısından sınıfı geçebilir.
Hollywood filmlerinin kopyalandığı söyleniyor ama Hollywood’u bence hiç bir sinema kopyalayamaz. Aksine Hollywood, başka topraklarda üretilen öyküleri, kendi ideolojisinden geçirip tekrar tanımlayabilir ve kendi geniş kitleleriyle buluşturabilir. Hatta bazen aynı hikayeyi, ilk çeken Avrupalı yönetmene, bir de Amerika’da çektirebilir. Tabii kast ettiğim Funny Games yani Michael Haneke örneği değil. Bizim bu yakadan Hollywoodvari bir yapıma soyunmamız ise tamamıyla abesle iştigaldir. Eğer AROG gibi örneklerse kast edilen, orada da başka bir mantığın üretildiğini rahatlıkla gerebiliriz. Mesela AROG’da, karşımıza gelen T-Rex’i ele alalım. Malum, bu yaratık Jurassic Park türevi bir olgunun ürünü. Zaten filmin kahramanı Arif de bu gerçeğin altını çizerek, hedeflenen şeyi seyirciyle paylaşıyor. Ne diyor Arif o sahnede: “Jurassic Park 1’i, 2’yi, 3’ü, hepsini izledim.”
ABD yada AB karşıtlığı üzerinden kendini gösteren politik yabancı düşmanlığının başarıya etken gösterilen Kurtlar Vadisi filmi ya da dizisi çok özel bir örnektir. Bu filmle birlikte çok uzun süredir sinemadan uzaklaşan bir seyirci topluluğu salona adım attığı gibi bu filmle birlikte ilk kez sinemaya giden insan grubu da vardır. Kurtlar Vadisi, malum gündelik politikaya popüler kültür üzerinden çözüm üreten ve her şeyi kahvedeki adamın anlayacağı düzende veren bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla, onun seyircisi özeldir ve muhtemelen bir daha sinemaya uğramayacaktır. Kurtlar Vadisi ya da Deliyürek gibi örnekler, yeniden hortlayan ve ırkçı tonlar taşıyan milliyetçiliğin, sinema perdesindeki yansımalarıdır. Ve bu işten para kazanmak, bence en kolay yoldur.
Gişe başarısında ya da yabancı yapımların izleyicisinin yerliye kıyasla düşük olması, korsan baskılara ulaşmadaki kolaylıkla açıklanabilir. Yabancı filmler korsan baskılarıyla, internetten indirmeyle, DVD yoluyla hayatımıza giren ve bu yüzden de salondaki buluşmalarda eksiklik hissedilir. Bu da gişe üzerinden, “Halkın yabancı filme ilgisi az” şeklinde okunur. Sanki sinemanın bir milleti varmış, sanki her şey milliyetler üzerinden anlatılıyormuş gibi. Oysa iyi bir filmin kriteri, gezegenin başka yerindeki insanlara seslenebilmesi değil midir? Mesela gösterime çok yakın bir zaman önce giren ama elbette seyirci tarafından es geçilen Gomorra, fakirliğin ve çıkışsızlığın hikayelerini, son derece ustaca, son derece çarpıcı, son derece gerçekçi anlatıyordu. Bugün Türkiye’de de türeyen mafyanın, İtalyan coğrafyasındaki nedenlerini bu filmde bulmak mümkündü ve hikayesi alabildiğine evrenseldi. Ee ne oldu, insanlar Muro gibi bir “ucube”yi görmeyi tercih ettiler. Muro gişede çok iş yaptı diye, Gomorro’yu nasıl değerlendireceğiz. Bence çok basit, seyirci önüne kadar gelen fırsatı kaçırmış oldu.

2008’in ilk onu yerli film

2008 yılında en çok izlenen filmler arasında listenin ilk 10 sırasını yerli yapımlar aldı. Listenin biraz daha genişlemesi durumunda ise Testere V (Saw V) filmi 498 bin 966 izleyiciyle 12. sırayı alabildi.

Recep İvedik 4 milyon 301 bin 641
A.R.O.G 3 milyon 267 bin 125
Muro 2 milyon 24 bin 8
Issız Adam 1 milyon 729 bin 685
Osmanlı Cumhuriyeti 1 milyon 372 bin 630
Mustafa 1 milyon 97 bin 283
120 1 milyon 33 bin 917
Maskeli Beşler Kıbrıs 960 bin 979
Çılgın Dershane Kampta 899 bin 314
O… Çocukları 713.546

Yorum yazın