Spor

Seni seven ölsün

Yazan: [email protected]

Gökhan Tan “Seni sevmeyen ölsün.” 1980’lerin akılda kalan şarkılarından biriydi. Şarkıyı ilk kez, bugün ismini bile zor hatırladığımız Tüdanya söylemişti. Çok geçmeden İbrahim Tatlıses tarafından seslendirildi ve şöhreti ülke sınırlarını aştı. Şarkı, tribünlerin unutulmaz tezahüratlarından birine de ilham verdi. Şöyle deniyordu: Tribünlerde coşacaksın/ Kupaları alacaksın/ Sen şampiyon olacaksın/Seni sevmeyen ölsün Tezahüratın patenti, Ali Sami Yen […]

Gökhan Tan

“Seni sevmeyen ölsün.” 1980’lerin akılda kalan şarkılarından biriydi. Şarkıyı ilk kez, bugün ismini bile zor hatırladığımız Tüdanya söylemişti. Çok geçmeden İbrahim Tatlıses tarafından seslendirildi ve şöhreti ülke sınırlarını aştı. Şarkı, tribünlerin unutulmaz tezahüratlarından birine de ilham verdi. Şöyle deniyordu:

Tribünlerde coşacaksın/ Kupaları alacaksın/ Sen şampiyon olacaksın/Seni sevmeyen ölsün

Tezahüratın patenti, Ali Sami Yen Stadyumu’nun kapalı tribününe aitti. 14 yıl boyunca şampiyonluk sevinci yaşayamayan Galatasaray taraftarlarınca, 1986-1987 sezonunun ikinci yarısında yazılmış ve diğer takımların tribünlerinde de benimsenmişti. Galatasaray o sezon şampiyon oldu. Ve kulübün o dönemki başkanı Ali Tanrıyar, yıllar sonra gelen şampiyonluğun verdiği hafifliğe dayanamamış ve kutlamanın yapıldığı gece kendisine uzatılan mikrofona “Galatasaray’ı sevmeyen ölsün” demişti.

Elbette bunu kast etmiyordu Ali Tanrıyar. Ancak sözleri, tribünde durduğu gibi durmadı. Bu şekilde algılanmak istendi ya da, empatiyle yaklaşılmadı. En büyük tepkiyi gösterenler de bizzat Galatasaray taraftarıydı. Bir taraftar, hiç unutamadığım bir mesaj göndermişti kendi kulübüne. “Doğma büyüme Galatasaraylıyım. Ama canımdan çok sevdiğim, hayattaki en önemli varlığım olan torunum, Fenerbahçeli. Torunumun ölmesi isteniyorsa ben de Galatasaraylı değilim” diyordu.

Nitekim Ali Tanrıyar da özür dilemiş, açıklamasının amacı aştığını söylemişti. Ama sözleri unutulmadı.

Hıncal Uluç’un bugünkü “İnşallah eleniriz” başlıklı yazısını okuyunca bu sözler geldi aklıma. Şunları yazmış Uluç:

“İnanın fena halde böyle diyesim geliyor..

Bu kahrolası Allah’ın belaları yüzünden, hem de ulusça en ihtiyaç duyduğumuz günlerde zafere lanet edip, yenilgi dilenesim geliyor..
Hep ayni hikâye.. Hep ayni trajedi..
Bir futbol maçı kazandık mı patlayan tabancalar ve durup dururken ölen masumlar..

Cinsel iktidarsızlıklarını, eksik erkekliklerini saklamak için her fırsatta silaha sarılanlar, güya havaya saydırdıkları kurşunlarla gene, zaferi kana boyadılar.

Yığınla yaralı var.. 12 yaşındaki İzel şimdi yoğun bakımda yaşam savaşı veriyor. Çıkar mı belli değil.. Çıksa bir daha sağlıklı olur mu belli değil?

Söyler misiniz, dünyada hangi maçı kazanmak buna değer?
İnsan canından kıymetli bir şey var mı? O canın bedeli var mı?”

Uluç, yazının sonuna doğru şu soruyu soruyor:

“Hırvat zaferi kaç cana mal olur? Türkiye yarı finale, finale çıkarsa, hele bir de Maazallah şampiyon olursa kaç masum ölür?”

İki galibiyet, yedi yaralı

Sadece basına yansıyan haberleri kaynak aldığımızda bile, İsviçre ve Çek Cumhuriyeti karşılaşmaları sonrasında Türkiye’deki kutlamalarda yedi insanımızın yaralandığını öğreniyoruz. Bu yaralanmaların beşi, 15 Haziran’daki Çek Cumhuriyeti maçı sonrasında gerçekleşti. Adana’da, Samsun’da, Bursa’da ve İstanbul’da insanlar, galibiyet sevinci yaşarken ya da Kartal’da yaşayan Nesrin Kaşıkçı gibi, dört çocuğuyla birlikte aile ziyaretinden dönerken “vurulmuş”.

Bir de, yine basında yer alan ancak herhangi bir yaralanma vakasının yaşanmadığı belirtilen silahlı kutlamalar var. Örneğin 11 Haziran gecesi, İsviçre maçı sonrasında Urfa’da havai fişek gösterilerine silah seslerinin eşlik ettiği söyleniyor. Urfa’da, gerçekten de birinin yaralanıp yaralanmadığını bilemiyoruz. Ancak görünen o ki, İstanbul Sefaköy’deki evinin bahçesinde benzer bir kutlamayı seyreden, Hıncal Uluç’un da bahsettiği 10 yaşındaki İzel Edebali Urfalılar kadar şanslı değil. İzel’in kafasındaki mermi çekirdeği çıkarılmış. Ancak hayati tehlikesi devam ediyormuş.

İmam cemaat hikâyesi

Bireysel silahsızlanma amacıyla kurulan Umut Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Ayhan Akçan’ın Radikal gazetesine verdiği bilgiye göre, son 10 yılda Türkiye’de, maç kutlamaları sırasında 30’a yakın insan hayatını kaybetti. Akçan aynı haberde, bu durumun önüne geçmesi gereken resmi yetkililerin önlem almak bir yana sorunun bir parçası olduğunu belirtiyordu: “Hem jandarma, hem polis, savcı ya da hákim meskûn mahalde ateş etmek gibi bir durumda devreye girmiyor, hatta kendileri bile silah ateşleyebiliyorlar.”

Hıncal Uluç’da yazısında aynı sıkıntıdan bahsediyor: “Sıkanlar bu Meclis’te (TBMM).. Milletvekili hatta bakan var, sıkan, sıkanı teşvik eden.. O zaman imam cemaat hikâyesi..”

Milli Takım umarım Euro 2008’de başarılı olur. Hepimizin de temennisi budur. Umarım Avrupa Futbol Şampiyonası’ndaki olası başarımızı, kaybedilen canlarla mukayese etmek zorunda kalmayız.

Yorum yazın