Gündem

Yayını değil devleti korumak

Yazan: Esra Bilgin
Esra Bilgin

Türkiye Yayıncılar Birliği’nin beşinci kurultayı yayın özgürlüğü tartışmasıyla başladı.

Türkiye Yayıncılar Birliği ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin birlikte düzenlediği 5. Yayıncılar Kurultayı’nın açılışında “yayınlama özgürlüğü” tartışıldı.  

Kurultayın “Yayınlama özgürlüğü neden mümkün değil?” başlıklı ilk oturumunun yöneticisi, Yordam Yayınları Yayın Yönetmeni Hayri Erdoğan 12 Eylül darbesinin sorgulanması ve sorumluların yargılanmasını örnek göstererek, baskıcı rejimler ve onların kalıntıları ortadan kaldırılmaya çalışılırken, yayıncılık ve yayınlama özgürlüğünde hiçbir ilerleme olmadığını dile getirdi.    

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kitabı bombayla özdeşleştirmesini,  Ahmet Şık’ın basılmamış kitabını örgüt dokümanıymış gibi göstermesini, kitabı basacak yayınevinin basılmasını ve gazetecilerin yargılanmasını eleştiren Erdoğan, bu yargılamalarla ortaya çıkan en büyük tehdidin yayıncılığın oto sansüre mecbur bırakılması olduğunu kaydetti.  

Yayıncıların kurultayı

Türkiye Yayıncılar Kurultayı, Türkiye Yayıncılar Birliği ve İstanbul Bilgi Üniversitesi işbirliğiyle iki yılda bir düzeniyor.

Beşinci kez gerçekleşen ve 03-04 Mayıs’ta yapılan kurultayda ayınlama özgürlüğü önündeki engeller, dijitalleşme ve yeni teknolojinin eğitim yayıncılığına etkileri, Türkiye’de yayıncılığın dışa açılımına farklı bakış açıları, 5. Ulusal Yayın Kongresi’nde alınan kararlarla ilgili gelişmeler ve uygulama eksiklikleri, çocuklar için kitap seçimi ve dijital yayıncılığın hukuki çerçevesi konuları altı ayrı oturumda tartışıldı.Kurultayda ayrıca yayıncılıkta eser ve hak sahiplerinin telif haklarının korunmasına yönelik önemli bir ilk adım atıldı.

Kurultay açılışının ardından, İngiliz Toplu Lisanslama Ajansı (CLA), Edebiyat ve İlim Eserleri Sahipleri Meslek Birliği (EDİSAM) ve Yayıncılar Meslek Birliği (YAYBİR) arasında “Yayım Hakları Lisanslama ve Karşılıklı Temsil Sözleşmesi” imzalandı.

Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne otoriterizm

Yayınlama özgürlüğünün ifade özgürlüğünün önemli bir parçası olduğunu dile getiren İletişim Yayınları Yayın Yönetmeni ve Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet İnsel, Türkiye’de biz dizi iktisadi,  siyasal, sosyolojik değişim yaşanmasına karşın bu gelişmelerin ifade özgürlüğü, yayın özgürlüğü alalarında sınırlı kaldığını, bu konuda sürekli geri adım attığımızı vurguladı.

İfade özgürlüğünün kısıtlı olduğu toplumların otoriter toplumlar olduğu tespitinde bulunan İnsel, iktidara gelmiş partilerin otoriterliğinden ziyade niçin hâlâ otoriterlik içerisinde olduğumuzu düşünmemiz ve Türkiye’de otoriterizmin kaynaklarını bulmamız gerektiğine değindi:  “Osmanlı’da yaptırmamaya yönelik bir otoriterizm vardı; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dinamiğinde ‘başka türlü yapma zoruna yönelik bir otoriterizm’ var. Bu baskı hemen her dönemde ve her alanda farklı şekillerde boy gösteriyor.”

Topluma yukarıdan şekil verme amacını baskın kılan ve “başı boş bırakılırsa ya davulcuya ya zurnacıya gideceği” eğiliminin yüksek olduğu bir toplum olduğumuza değinen İnsel’e göre, ailede başlayan, okulda, üniversitede, işyerinde devam eden otorite ifade özgürlüğüne büyük zarar veriyor.

Otoriteyi elinde tutanların ifade özgürlüğünü sınırlaması ve denetlemesinin doğal olduğunu kabul eden zihniyetin varlığını eleştiren İnsel, bu zihniyetin yerleşmesini önlemek için çalışanların yarattığı tepkinin de toplumun büyük bir kesimince desteklenmediğini dile getirdi. İnsel, toplumun bu konuda hassas davranmaması ve bu konuda ihlaller yapan partileri cezalandırmamasının ifade özgürlüğü alanında geri adımlara sebebiyet verdiğini belirtti.

İfade özgürlüğünün sınırı: TCK ve TMK

İfade ve basın özgürlüğünün anayasada yer alan Basın Kanunu’nda ve uluslararası düzeyde korunduğunu söyleyen Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Başkanı Ercan İpekçi, esas sıkıntının bu kanunların yorumuna başlayınca ortaya çıktığını savundu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) nefret söylemi ve şiddete sebebiyet vermemek kaydıyla istediğimizi ifade etme hakkını güvence altına almasına karşın Türkiye’de siyasi iktidarın bunu kısıtladığını dile getirdi.

Otoritenin ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlamasını eleştiren İpekçi, “Kürt ya da Ermeni meselesini hükûmetin dinsel çerçevesine uygun olarak tartıştığınızda özgürsünüz fakat bunların dışında, ona aykırı, alternatif fikirler ortaya koymak istediğiniz zaman otoriter yönetim anlayışı devreye giriyor” dedi.

Egemenin istediğine uygun olarak hareket ederek her türlü yayının yapılabileceğini, sınırın ötesine geçildiğindeyse çeşitli suçlamalar ve yakıştırmalara maruz kalınacağını belirten İpekçi, 2005-2006’da yapılan Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) ifade özgürlüğü kısıtladığını ve bugünkü utanç tablosunun zeminini hazırladığını söyledi. Cezaevindeki gazetecilere destek oldukları için başbakanın  ‘kara propaganda yapıyor, Türkiye’de olmayan konuları Avrupa’da anlatmaya çalışıyor” şeklindeki suçlamaları değerlendiren gazeteci, “Yaptığımız da kara propaganda değil gerçekleri ortaya koymak. Cezaevindeki gazeteciler katildir, tecavüzcüdür,  teröristtir şeklinde açıklamalarda bulunarak kara propagandayı ve yalanları onlar söylüyor” dedi.

Hem tutuklamalarla hem de cezaevine gönderilen gazetecileri kötüleyerek “katil”, “tecavüzcü”  gibi bir takım kötü sıfatlar yakıştırarak yapılanın demokratikleşme mücadelesiymiş gibi yansıtıldığını söyleyen TGS Başkanı, o kişinin hükümeti devirmeye yönelik bir takım hareketlere karıştığını iddia ederek dışarıda görevini yapan gazetecilere göz dağı verilmeye çalışıldığını belirtti. Yolsuzluklar ve hükümetin icraatlarıyla ilgili yazacak çok şey olmasına rağmen çok sayıda gazetecinin yazamadığını, kendilerini oto sansüre tabii tuttuklarını aktardı.

Demokrasi ve ifade özgürlüğü yerine devleti korumak

Batı’daki durumla ülkemizdeki uygulamaları karşılaştıran, Türkiye’de Adalet: Türkiye’de Özel Ceza Yargısı kitabının da yazarı, Avukat Haluk İnanıcı, Batı toplumlarında ifade özgürlüğü kısıtlamalarının demokratik topluma uygun, ölçülü ve yasayla yapıldığını anlattı. Türkiye’de ise demokrasiyi ve ifade özgürlüğünü korumak yerine devleti ve devlet organlarını korumaya yönelik bir hukuka sahip olmamızı eleştiren İnanıcı, bu yanılsamadan kurtulmak için devleti ve organlarını koruyan tüm uygulamaların ceza kanunundan çıkarılması gerektiğini vurguladı:  “Ülkemizdeki ‘terör olunca tüm düşünce ve ifade özgürlüğü kısıtlanabilir’ şeklindeki bakış açısının değişmesi gerekiyor.”

TCK 220/7. maddesi ve TMK 7. Maddesinin, bütün gazetecilerin terör örgütü mensubu olarak kabul edilmesine sebebiyet verdiğini belirten İnanıcı, bu maddeler var olduğu sürece insanların ifade ve yayma özgürlüğüne sahip olamayacağını belirtti ve ekledi “Her şey eğitimle mümkün diyemiyorum, bunları yapanlar zaten eğitimli. Bu sorunlar örgütlenme ve somut mücadele etmekle mümkün.”

Gazetecinin “terörle mücadele” ile imtihanı

Radikal yazarı Ezgi Başaran, sadece son iki yılda bile aslı çıkmayan manşetlerin bir rutin haline geldiğini, kendi çalıştığı gazete de dahil olmak üzere birçok gazetenin doğru olmayan manşetler atması nedeniyle “gazetecilere güvenilmez” yargısının son derece doğal olduğunu anlattı.

Wikileaks olayını değerlendiren Başaran, kendilerinin Julian Assange gibi belgeleri özgürce yayınlayamayacaklarını belirterek “Bizim öyle bir yayınlama özgürlüğümüz yok. Var olan ilkelerimiz, kavramsal olarak özgür olmadığımızı ve limitlerimizin olduğunun kanıtıdır” dedi.

Basın ve ifade özgürlüğünün birbirinden farklı olduğunu dile getiren Başaran, ifade özgürlüğünü  “doğru ya da yanlış istediği şeyi söyleyebilmesidir”  şeklinde tanımlarken basın açısından durumun farklı olduğunu anlattı. Başaran: “Ben, belirli prensip ve ilkeler içerisinde doğru olanı yazıp yaymak zorundayım. O yüzden ben hiçbir zaman özgür olamam, olmamalıyım da” diyerek gazetecilikte sınırların belli olduğunu, dürüst bir gazetecinin olmayanı olmuş gibi yazamayacağını vurguladı.

20 Ekim 2011’de Başbakan Erdoğan’ın gazetecilerle yaptığı terör zirvesini değerlendiren Başaran,  Erdoğan’ın toplantı sırasında Karayılan’la röportaj yapılmasından Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) liderlerinin sözlerinin gazetelerde yer almasına kadar yapılan tüm haberleri eleştirdiğini ve terörle mücadele eden ülkenin basınına böyle yayın yapmayı yakıştıramadığını dile getirmesini anlamsız bularak Başbakan’ın bu çıkışını “terörle mücadele ediyoruz adı altında basın özgürlüğünü ziyan etmektir” şeklinde tanımladı.

Erdoğan’ın gazetecilere nasıl haber yapacaklarını söyleyerek basın ve halkın bilgi alma özgürlüğünü ihlal ettiğini belirten Başaran, ertesi günün  “Büyük ordumuzun gücü”, ‘Kazanacağız’ şeklindeki manşetlerini örnek göstererek birçok gazetecinin Erdoğan’ın istediği gibi yazmasını eleştirdi. 

 

 

Yorum yazın