Gündem Politika Üniversite

Cezaevleri ve öğrenciler

Yazan: Zeynep Sıla Sarıkaya - Gizem Demir

Türkiye’de siyasal şuç gerekçesiyle en çok yargılanan gruplardan biri de öğrenciler. Hapishanedeki öğrenciler ve cezaevlerinin durumu Bilgi Üniversitesi’nde tartışıldı.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Dayanışması, “Açık Dersler” başlıklı söyleşi ve tartışma dizisi başlattı.

24 Ocak’ta tutuklanan ve dosyalarındaki “gizlilik kararı” gerekçesiyle neyle suçlandıklarını dahi bilmeyen Bilgi Üniversitesi öğrencileri Çağrı Kurt ile Hişyar Aydın’ın maruz kaldıkları hak mahrumiyetine dikkat çekmek amacıyla, dizinin 7 Mart’taki ilk buluşmasında Cezaevleri ve Tutuklu Öğrenciler konusu tartışıldı.

Açık Dersin ilk konukları Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği Üyesi ve İnsan Hakları Çalışanı Zafer Kıraç, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şube Başkanı Avukat Gökmen Yeşil  ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Doç. Dr. Bülent Bilmez oldu.

Zafer Kıraç konuşmasını “hapishanede eğitim hakkı ve mahpusların durumu” başlığında gerçekleştirdi. Kıraç’a göre Türkiye’de, cezaevi kapasitesinin giderek arttırılması ve mahkumlardan “iş gücü” olarak faydalanılması hedefleniyor.

Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) kurucu üyesi olan Kıraç, Türkiye cezaevlerinde 184,640 hükümlü olduğunu ve Adalet Bakanlığı’nın 2020 yılında cezaevlerinin kapasitesini 300 bin kişiye çıkarmak istediğini söylüyor. Kıraç’a göre 35 bin mahpus günde 6,5 TL’ye çalıştırılıyor ve zamanla tüm hükümlülerin çalıştırılması öngörülüyor.

“Hapishaneler özelleştirilecek”

2020’den sonra Türkiye’deki hapishanelerin özelleşeceğini savunan Kıraç, bu sistemin İngiltere’den alındığını ve İngiltere’de bir hapishanenin “yüzde 95 doluluk” koşuluyla özelleştirildiğini tespit ettiklerini vurguluyor. Kıraç’a göre cezaevlerinin doluluğu, devletin eğitimiyle orantılı:

“Hapishane inşa ederseniz doluyor. Dünyadaki bu gerçeklik Türkiye için de geçerli. Almanya’da 5 yıl önce hapishanelerin daha az kullanılmasına karar verilmesiyle birlikte suçu engellemeye yönelik yatırımlar yapılmaya başlandı. Belçika, Avrupa Birliği kurallarına uymak ve yeni cezaevi inşa etmemek için Hollanda’daki cezaevlerinden koğuş  kiraladı. Mahpusların yakınlarının gidiş geliş masraflarını karşıladı, herhangi bir hak gaspına neden olmamak için. Çok zengin bir ülke olmasına rağmen hapishane yapmadı çünkü biliyordu ki, yaparsa dolacaktı.”

Cezaevleri içerisinde devletin 50 bin memuru olduğuna da dikkat çeken Kıraç, bunların 49 bininin gardiyan olduğunu, sadece bin kişinin psiko-sosyal destek sağlamak amacıyla istihdam edildiğini söylüyor. Devletin “rehabilite etme ve topluma kazandırma” iddiasının bu sayılarla uyuşmadığını da söyleyen Kıraç, depoyu bekleyen 49 bin kişinin olduğundan, geriye kalan bin kişinin de hiçbir iş yapmadan göstermelik olarak orada bulunduğunu savunuyor.

Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin hapishanelerdeki engelli, yabancı, LGBT, yaşlı, ağır hasta, kadın, çocuk, öğrenci gibi farklı gruplar üzerinde yürüttüğü çalışmalarda ciddi hak ihlalleriyle karşılaştıklarını dile getiriyor. Kıraç, mahkumların öğrenim hakkı üzerine yaptıkları çalışmaları anlatırken şu anektodu aktarıyor:

“Adıyaman’da bir mahpustan mektup gelmişti bize. ‘Ben üniversiteyi kazandım, benden harç parası istiyorlar’ diyordu. Üstelik bu mahkum müebbetle hükümlüydü. Biz bunu çok anlamsız bulmuştuk çünkü eğer ‘rehabilite edeceğim’ diyorsan herhalde okumak istemek ilk sıraya oturur. Kişi sisteme dahil olmak istiyor.”

“Cezaevindeki öğrenci her sınava girmek için 300 TL ödüyor”

Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği Üyesi ve İnsan Hakları Çalışanı Zafer Kıraç

Eğitim giderlerinin karşılanması için imzalanan protokolle 6 bin 500 öğrencinin harç paralarının üç yıllığına Başbakanlık tarafından ödendiğini söyleyen Kıraç, üniversite harçların kalkmasının ardından da sorunların devam ettiğini dile getiriyor:

“Türkiye’deki yüzlerce mahpus üniversite öğrencisi yasal olarak önlerinde bir engel olmamasına rağmen sınavlara giremiyorlar. Bazı üniversiteler tutuklu öğrencileri sınavlara kabul etmiyor, kayıtlarını yenilemiyor. Hapishane yönetimleri ring aracının mazot masrafını ve refakat edecek görevlilerin ücretlerini öğrencilerden talep ediyor. Öğrencilerden sınav başına 300 TL gibi ücretler ödemeleri isteniyor.”

Hapishanelerdeki keyfi kitap sayısı sınırlamalarından da bahseden Zafer Kıraç, cezaevlerinde büyük kütüphanelerin olduğunu ancak bunlara kütüphane denemeyeceğini, kitap deposu şeklinde hizmet verdiklerini söylüyor.

“Mahpuslar kütüphaneye gidemiyor. Bir listeden kitap seçip dilekçe ile talep ediyorlar, 15 gün içerisinde iade koşulu ile. Dolayısıyla kitaptan yararlanma koşulları da zor.”


“Öğrenciler, Türkiye’de siyasi suçla en çok yargılanan gruplardan”

gökmen-yeşilSon on yılda “mahpus öğrenciler” kategorisinin giderek genişlediğini dile getiren Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şube Başkanı Avukat Gökmen Yeşil,  tutuklu öğrenci sayısındaki artışın, hukukun siyasallaşmasının bir sonucu olabileceğine dikkat çekiyor: Mahpus öğrencilerin dava dosyaları beraber değerlendirilebilse, Türkiye’nin en kalabalık siyasi suçundan oluşan dava dosyalarından birinden bahsedecektik. ”

Gökmen Yeşil’e göre öğrenciler, Türk Ceza Kanunu’nun “devletin birliği, güvenliğine tehdit, hükümetin ve meclisin işleyişlerinin bozulmasına yönelik fiiller”le, Terörle Mücadele Kanunu’na ve Gösteri ve Yürüyüş Kanunu’na muhalefetle ve en popüler olarak da Cumhurbaşkanına Hakaret’le suçlandığını dile getiriyor.

Avukat Yeşil, 1 ila 4 yıl hapis ile cezalandırılan “Cumhurbaşkanına Hakaret” suçlamasının yoruma ne kadar açık olduğunu şu örnekle anlatıyor: “Örneğin ‘şerefsiz’ sıfatı bir hakarettir. Ama ‘diktatör’ ya da ‘faşist’ hakaret kapsamına girmez; siyasal eleştirilerdir. Ayı şekilde yolsuzluk iddialarına yönelik birine ‘hırsız’ diyebilirsiniz.”

Ege Üniversitesi öğrencilerinin kullandığı, Yeşilçam klasiklerinden Çiçek Abbas filminin adapte edilmiş repliği olan “Herkese benden çay, Tayyip’e yok” yazılı afiş yüzünden hala yargı süreçlerinin devam ettiğine de değinen Gökmen Yeşil, üniversite öğrencilerinin bu gibi örneklerle siyasetin sert dilini yumuşatması gerektiğini söylerken, öğrencilerin haklarının sınırlandırılmasına da tepkili.

İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencileri Hişyar Aydın ve Çağrı Kurt’un dosyalarına getirilen gizlilik kararının ise kararın amacına uygun olmadığını belirten Yeşil “Sanığın dosyasının gizlilik kararı olması kamuoyuna ve basına sanık ile ilgili olumsuz kanaat oluşmaması için gereklidir, sanıkların kendileri ile ilgili olan iddiaları bilmeye hakkı vardır.” Tutuklamanın bir zorunluluk olmadığını da söyleyen Yeşil “Yasaya göre tutuklama yapmak için sanığın kaçma, delilleri yok etme gibi yargılamanın sürecini etkileyecek somut bir davranışı varsa tutuklama yapılabilir.” dedi. Asıl amacın tedbire başvurmak değil sanığı fiilen cezalandırmak olduğunu savundu.

“Terbiye etme” ve “ibret gösterme” aracı olarak cezaevi

bulent bilmez“Türkiye’de siyaset aracı olarak cezaevleri”ni ele alan Doç. Dr. Bülent Bilmez’e göre ise cezaevlerinin bir araç olarak kullanılması hukukî gerekçelerden ziyade, dönemin siyasi konjonktürü ve aktörleri ile ilgili bir durum: Siyasi aktörlerin cezaevlerini araçsallaştırılmasındaki en büyük neden ise “siyasi erki sorgulayanların, karar alma mekanizmalarında daha çok söz hakkı talep edenlerin, kendi varlığına karşı tehdit olarak algılanması.” Bilmez’e göre patromanyal bir anlayışı taşıyan siyasi erk cezaevlerini, bu grupları “terbiye etmek” için kullanıyor: “Çoğu zaman yapılanın suç olmamasına rağmen devlet suç olarak görüp terbiyeden geçmesi gerektiğini düşünüyor, bir daha yapabileceği ihtimaline karşı cezaevine gönderiyor.”

Bülent Bilmez ikinci gerekçeyi ise “dışarıdakilere ibret vermek” olarak tanımlıyor: “Bu metod 12 Mart ve 12 Eylül’e kadar olan dönemde sistematik olarak uygulandı ve kesilmedi. Sırf dışarıdakilere Nasreddin Hoca’nın hikayesindeki gibi ‘testiyi kırmadan tokadı vurmak’ olarak; ‘eğer erki kırma niyetiniz varsa, eleştirel olmaya çalışıyorsanız sonunu şimdiden görün’ mesajı veriliyor.” Bilmez, eleştirel kesimlerin “milli güvenlik” karşısında bir tehdit olarak görülmesinin ve cezalandırılmasının da konjonktürle ilgili olduğunu savunuyor: “Dönemsel olarak Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) güvenlik tehditi olarak algıladığı tanımın içine girebiliyorsunuz. Örneğin Kürt olmanız ayrılıkçı görülmenize ya da İslamcı olmanız yeterince seküler olmamanıza gerekçe oluşturabiliyor.” Bilmez’e göre siyasi aktörler, hukuğun geri plana atıldığı bu uygulamaların yanlış olduğunu bildikleri halde kullanmaktan vazgeçmiyor.

Yorum yazın