HaberVs
“Kürt açılımı” tartışmalarında, Radikal ve Star gazetelerinin dört gün arayla manşete taşıdığı iki köşe yazısı dikkat çekiciydi. Radikal, 7 Ağustos tarihli nüshasında, Ankara Temsilcisi Murat Yetkin’in Demokratik Toplum Partisi (DTP) Genel Başkanı Ahmet Türk’le yaptığı görüşmeyi kaleme aldığı yazısını manşete çekti. Ahmet Türk özetle, 1970’lerde Meclis’te CHP sıralarında omuz omuza mücadele verdiği, 12 Eylül sonrasında “o günlerin” hesabını sorma sözü veren “Eski Baykal”ı özlediğini dile getirdi.
Star gazetesi ise 11 Ağustos tarihli nüshasında, Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’un, Ankara Hukuk Fakültesi’nden sınıf arkadaşı Baykal’a seslenişini (Sınıf arkadaşından Baykal’a mektup) manşetten verdi. Selçuk, hep gurur duyduğu arkadaşı Baykal’a eskiden dile getirdiği doğru görüşleri neden unuttuğunu sordu.
Arkadaş açılımı
İki eski arkadaş, Deniz Baykal’ın “Başbakan’ın DTP ile görüşmesi PKK ile görüşmesi anlamına gelir” şeklindeki açıklamasına karşılık görüş bildirmişti. Ve gazetelerin manşete çektiği bu iki köşe yazısı Baykal’a “geçmişini hatırla” mesajını veriyordu.
Sami Selçuk ve Ahmet Türk, Baykal’la ortak geçmişlerine gönderme yaparak geçmişe gönderme yaparak şunları söylediler:
“İnanın düşüncelerimden dolayı, ilkel olma pahasına, bana sövenler bile beni kızdırmayı başaramadılar, bugüne dek. Ama siz, üzülerek belirteyim ki, bir ölçüde başardınız, bunu. Hem de yasal (meşru) bir Partinin başkanıyla T. C. Başbakanı’nın görüşmesinin teröristlerle pazarlık anlamına geldiğini söyleyerek başardınız. Bu yüzden size ‘siz’ diye seslenmek gereğini duyuyorum. Çünkü ben üzüldüğümde insanlara böyle seslenirim.” (Sami Selçuk)
“Sayın Baykal diyor ki, ‘Başbakan DTP ile konuşarak PKK ile görüşmüş sayılır’, ben bundan çok üzülüyorum. Bu ne demektir? Yani bizim Meclis’ten çıkarılıp, zindana atılmamızı mı istiyor? ‘Çözüme değil, çözülmeye gider’ diyor. Biz tersine çözülme olmasın diye çözüm istiyoruz. Geçmişte birlikte siyaset yaptığımız pek çok CHP’li arkadaşımızın da çözüm istediğini biliyorum.” (Ahmet Türk)
Eski Baykal
“Sınıfımızın en yakışıklıları, Türkçeyi en güzel konuşanları arasındaydınız. Hâlâ da öylesiniz. Onlarca yıldır siyasettesiniz. Siyasetin kirletemediği bir genel başkansınız. Dost da, düşman da biliyor bunları. Bu niteliklerinizle sınıf arkadaşınız olarak sizinle her zaman kıvanç duydum.” (Sami Türk)
“Cezaevi’nden yeni çıkmıştım. 1983 yılıydı. Deniz Baykal Diyarbakır’a gelmişti. O da siyasetten yasaklanmıştı. Mardin’e geldi. Yaz aylarıydı. Bizim Kasrı Kanco’nun üst katına çıktık. Döşekleri serdik. Üstümüzde yıldızlar. Rakılar açıldı. Çektiklerimizi konuştuk. Söz Diyarbakır cezaevine geldi. Ben anlattım, o dinledi. İkimiz de duygusallaştık, ağlama noktasına geldik yani. 12 Eylül’de yaşadıklarım anlatsam, siz de ağlarsınız. Her koğuş, her hücre ayrı bir dünya, her insanın yaşadığı bir romandı. Her gün yalvarıyordum ‘Allah’ım al canımı, kurtulayım’ diye. Deniz bey dinledi ve dedi ki, “Bir daha siyasete, Meclis’e girersek, bunların hesabını soracağım. Ben o duyguları paylaştığımız, acıların, işkencelerin ne demek olduğunu anlayan, sorgulayan o Baykal’ı görmek istiyorum. Yeniden karşılıklı oturup, rakı içip konuşabilsek keşke. Biz eski dostuz.” (Ahmet Türk)
“Neden değiştin?”
Sizin çok güzel doğruları savunduğunuzu da gördü, bu halk. Ve sizi alkışladı. Umutlar yeşerttiniz. Bekledi.(…) Ayrı zamanlarda gerçekleşen iki söyleşinizde, “Laiklikte devlet, dediniz, tarafsız kalmalıdır, dinin dışına çekilmelidir. İdeal olan, bu konuların tamamen sivil örgütlere bırakılmasıdır. Türkiye’de (de) din ve dinin örgütlenmesi, dini hizmeti sivil topluma bırakılmalıdır. Her din, kendi kurumlaşmasını, ibadet, din adamı ve din eğitimi ihtiyacını kendisi karşılamalıdır (…) Türkiye’de yaşanan gerçek bu değildir, devlet bu işe müdahildir. Geçiş döneminde ise devlet dinlere eşit davranmalı, eğer kaynak dağıtacaksa bu eşit ölçülerde yapılmalıdır. Devlet, kişinin inancını, etnik yapısını görmemeli, merak da etmemelidir. Mümkün olsa da devlet bir din jandarması, yönlendiricisi olmaktan kurtulsa. Resmileştirilmiş bir din, dine de saygısızlıktır. Devlete de, inanca da saygı duyuyorum. Ama bunlar birbirini etkilememelidir.” (Cumhuriyet, Yeni Şafak, 18.10.2000; Radikal, 27.8.2001). Hepsi doğruydu bu görüşlerin. Gerçekleşselerdi, “halk tarafından halk için” mantığı yaşama geçmiş; partiniz de devletin, bürokrasinin değil, halkın partisi olacaktı. Olamadı. Çünkü arkası gelmedi. (Sami Selçuk)
“1973’de parlamentoya beraber girdik. Aynı siyasi partide, CHP’de birlikte mücadele ettik. 1980’e kadar birlikteydik. 1983’ten sonra bir süre de SHP’de birlikte olduk. Baykal’ın çabasıyla 1989’da yayımlanan Kürt raporunu çıkaran bir siyasi partinin bugün söyledikleri üzüntü verici. (…) Bunu Baykal’ın da görmesini istiyorum. 1983’te, 1989’da başka türlü konuşan Baykal şimdi neden böyle konuşuyor? Anlayamıyorum. Ana muhalefet olarak iktidarı zorlamak için mi? Bir acının beş oydan değerli olduğunu görmemiz lazım. Günahtır.” (Ahmet Türk)
Kürt sorununda CHP’nin yeri
“Neden Anadolu Rönesansının dilini unuttunuz? Neden o çağcıl, o demokratik, o doğru laiklik anlayışını savunmaktan, dilinize bir daha almaktan vazgeçtiniz? (…) Biliyorsunuz, demokraside sorunlar halka açık diyaloglarla çözülür. Karşılıklı görüşleri tart(ış)madan, birbirimize biçtiğimiz kimliklerle, önyargılarla, içgüdülerle, “onunla konuşursam ne derler?” kaygısıyla birbirimizden uzaklaşırsak elbette üretken/üretici olamayız. (…) Hatta tüketici bile olamayız. Çünkü üretemeyince elinizde tüketeceğiniz bir şey olamaz ki! O zaman sorunları çözerek, iç barışı kotararak ilerlemek de elbette olanaksızdır.” (Sami Selçuk)
“Bugün CHP’yi biraz sert eleştiriyorsam, beklentilerim olduğu içindir. İnsan gerçekten destek aradığı yerden destek bulamayınca tepki gösteriyor. Çözüme en çok katkı sağlayabilecek kesim, en ihtiyaç olan zamanda, desteğini esirgeyince insan üzülüyor. Eski dostum Baykal’dan bu süreçte çözüme destek vermesini beklerim. CHP Kürt sorununa çözüme en çok katkı sağlayabilecek bir partidir. Yalnız başında çok şeyleri paylaştığımız, sosyal demokrat kökenden gelen Baykal olduğu için değil. Yalnız ana muhalefet partisi olduğu için değil. CHP, Türkiye’nin tarihi misyon taşıyan partisi olduğu için böyledir. CHP’den bizim de, toplumun da Türkiye’nin de dünyanın da beklentisi büyük. Ona düşen, bu sürecin önderliğini yapmaktır.” (Ahmet Türk)