Genel

‘Din kardeşliği’ Kürt sorununu çözer mi?

Yazan: HaberVs

Alper Görmüşagormus@medyakronik.com Mazlumder Kütahya Şube Başkanı Selahattin Üneş, 29 Mart tarihli Yeni Şafak’ta kaleme aldığı makalesinde “Müslümanlığı tek kimlik olarak önceleyerek bir çözüm aracı olarak kullanmaya kalkışmak, sorunun çözümünden çok çözümsüzlüğüne yol açar” görüşünü dile getiriyor. Üneş’in, “’Din kardeşliği anlayışında yaygın bir biçimde geçerli olan, Müslüman kimliğin dışındaki tüm alt kimliklerin bastırılması tezi”ni de eleştirdiği […]

Alper Görmüş
agormus@medyakronik.co
m

Mazlumder Kütahya Şube Başkanı Selahattin Üneş, 29 Mart tarihli Yeni Şafak’ta kaleme aldığı makalesinde “Müslümanlığı tek kimlik olarak önceleyerek bir çözüm aracı olarak kullanmaya kalkışmak, sorunun çözümünden çok çözümsüzlüğüne yol açar” görüşünü dile getiriyor. Üneş’in, “’Din kardeşliği anlayışında yaygın bir biçimde geçerli olan, Müslüman kimliğin dışındaki tüm alt kimliklerin bastırılması tezi”ni de eleştirdiği makalesinin tümünü aşağıda dikkatlerinize sunuyorum.

“Kürt sorununu ‘din kardeşliği’ çözmez”

Selahattin Üneş, Yeni Şafak, 29 Mart

Hiç kuşkusuz, din, en genel anlamıyla bir araçtır. İnsanın mutluluğunu -Tevhit ve Adalet yoluyla- gerçekleştirmeyi amaçlayan bir araç… İdeolojilerden farkı ise, insanın mutluluğu için öngördüğü insan hayatının süresini, sadece insanın doğumu ile ölümü arasındaki süreden ibaret görmeyip, bu sürenin ölümden sonrasını da kapsamasıdır. Bununla beraber bilinmektedir ki, tarih boyunca en çok istismar edilen araçlardan biri de din olmuştur. İnsanlık tarihinin kimi karanlık dönemleri, en acımasız zulümleri din kisvesi altında ve sözüm ona dini referanslara dayandırılarak yaşanabilmiştir. Dolayısıyla sorunların çözümünde din unsurunu, kimin, nasıl ve hangi amaçla kullanacağı son derece hayati öneme haizdir.

Daha açık ifade etmek gerekirse;
– Egemen güçlerin önceden tercih ettikleri çözüm yöntemlerinin din aracılığıyla meşruluğu mu sağlanmak istenecektir?
– Yoksa sorunun çözümünde artık duvara toslanmıştır da, sırf bu yüzden mi din adamlarının katkısı kaçınılmaz görülmektedir?
– Din, bir ‘keşif kolu’ rolüne mi indirgenmek istenmektedir?
– Resmi ideolojilerin gerçekleştiremediği kitlelerin ehlileştirilmesi/itaatkârlaştırılması işi, dine mi havale edilmek istenmektedir?
Bu ve benzeri soruların hiç biri asılsız, aşırı kuşkucu ve hayali sorular değildir. Tarih, bu sorulara verilen ve onlarca olumsuz sonucun örnekleri olabilecek cevaplarla doludur. Bu babtan olmak üzere, 1400 yıl öncesinden mızrakların ucuna takılan Mushaf sahifelerini ve çok değil 25 yıl kadar önce bu ülkede uçaklardan atılan Kur’an ayetlerini hatırlamak bile yeterli olacaktır.
Son günlerde, Kürt sorunun çözümü çerçevesinde Din unsurunun ne denli önemli olduğu belli çevrelerde sıkça vurgulanmaya başladı. Bu konuda, tanınmış ilahiyatçılar son derece önemli tespitlerde ve tekliflerde bulunuyorlar. İnsan ister istemez, bugüne kadar neredeydiniz, aklınız neredeydi diye sormadan edemiyor. Her ne kadar bizim bu sorularımız, “bugüne kadar bu konuda din adamlarından bir talepte bulunulmadı” şeklinde cevaplansa da, yine de bu cevap, şahsen benim için çok ikna edici değil. Bu konuda bugüne kadar konuşması gerekirken konuşmayan din adamları (istisnalarını tenzih ederim), bu konuda sahip oldukları ilmin en azından zekâtını vermiş olmalıydılar.
Bununla beraber, “bugün ne oldu da, birden bire din adamlarımız bu konuya ilgi duymaya başladılar?” şeklinde bir başka soru daha ortaya çıkıyor ki, bu soru ilkinden daha rahatsız edici.

Müslümanlıkta tek kimlik olmamalı

Bu ülkede on yıllardan beri, “Müslüman kimliğimiz, ortak bir kimlik olarak hepimize yeter. Bunun dışında diğer alt kimlikleri öne çıkarmaya ne gerek var?” şeklinde ki bir soru, cevabını da peşinen içinde barındırır bir halde bu ülkenin dindar kesimlerinde yaygın bir kabul gördü. Bir argüman olarak benimsendi. Bu zihniyete karşı çıkan 3-5 aydın Müslüman ise kendi camialarında bile acımasızca eleştirildiler. Hatta bu eleştiriler zaman zaman eleştiri sınırlarını bile aşarak neredeyse hainlikle suçlanma derecesine vardı.
Şimdilerde ise “Kürt sorunun çözümü noktasında ‘Din kardeşliğinin’ tek başına yeterli olmadığı” gerçeği yeni yeni telaffuz edilmeye başlandı. ‘Din kardeşliği’ dediğimiz olgunun, teoriğinden bağımsız bir şekilde ele alınıp, hali hazırda pratik bir zeminden yoksun olduğu gerçekliği göz önüne alındığında bu tespite katılmamak mümkün mü? Kaldı ki ‘Din kardeşliği’ni, bugüne kadar yüklenilen klasik ve yanlış anlamıyla bir çözüm aracı olarak kullanmaya kalkışmak, sorunun çözümünden çok çözümsüzlüğüne yol açacaktır. Zira hala ‘Din kardeşliği’ anlayışında yaygın bir biçimde geçerli olan, Müslüman kimliğin dışındaki tüm alt kimliklerin bastırılması tezidir. Aslında farkında olunmasa da bu yolla Dinin bizzat kendisine haksızlık edilmektedir.
Ayrıca Din kardeşliği; İnsan -İnsan ve/veya İnsan- Toplum, çok zorlasanız toplumların birbirleriyle ilişkilerinde geçerli olabilecek bir ilişki biçimidir. Bunlara toplumun farklı etnik kesimlerinin birbirleriyle ilişkilerini de katabiliriz. Oysa Kürt sorununun özünde, bu ilişki biçimlerinin hiç birinde ciddi sorunlar yaşanmadığı açıktır. Sorun, devlet-birey sorunudur. Burada söz konusu olan, Devlet – Birey sorunun on yıllar içerisinde toplumsal boyut kazanmış olmasıdır. Devletin, toplumun belli bir etnisiteye mensup kesiminin haklarını tanımamakta ısrar etmesi, sorunun çözümsüzlüğünde en büyük etkendir.
Bir başka husus ise; “Din kardeşliği” vs. gibi inanç kaynaklı yöntemlerin, çözüm olabilmesi için mutlaka ahlak temeli üzerinde yükselmeleri gereğidir. Zira hiçbir din/inanç sistemi yoktur ki, ahlak temeli üzerine inşa edilmemiş olmasına rağmen kalıcı olsun ve sorunlara çözüm üretebilsin. Daha somut ifade etmek gerekirse; Müslümanlar olarak sorunlara çözüm önerebilmenin ön koşulu, iyi ahlaklı insanlar, dolayısıyla da iyi ahlaklı Müslümanlar olmaktan geçmektedir. Türkiye’de dindar kesimin önemli bir kısmı için Kürt sorununa bakışta bu husus zannedildiğinden çok daha önemlidir.
Sorunun çözümü, insani yaklaşımlardan ve soruna hak ve özgürlükler ekseninden bakmaktan geçmektedir. Bu insani yaklaşımı tercih edecek olan ve sorunu hak ve özgürlükler açısından ele alması gereken de öncelikle bütün organlarıyla devlettir. İlla da “İslami çözüm” isteyenlere ise, bu aşamada belki şunu söylemek yeterli olacaktır:
“Dünyanın daha iyi olmasını sağlayan hiçbir şey peşin olarak gayrı-İslami diye reddedilemez… İslami olması için her çözümün iki şarta sahip olması gerekir: Azami insani ve azami derecede iyi olmak zorundadır…(Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu, s. 178)

Yorum yazın