Gündem

Diyarbakır'la yüzleşmek kolay mı?

Yazan: Ecem Kurumsuz
Ecem Kurumsuz

12 Eylül'ün en büyük işkence merkezlerinden Diyarbakır Cezaevi için kurulan “Adalet Komisyonu” çalışmalarını tamamladı, raporunu yakında açıklayacak

Türkiye son dönemde siyasi kutuplaşmaların bir aracı olarak ortaya çıkan “yüzleşmelerin” birinden çıkıp diğerine koşarken, parti toplantılarındaki hamasi  yüzleşme hezeyanlarının ötesine geçen gerçek bir “yüzleşme”nin eşiğine geldi.

Türkiye”nin yakın döneminde işlenmiş, en büyük insanlık suçlarından biri olan 12 Eylül darbesi sırasındaki en büyük suç merkezlerinden biri, Diyarbakır Cezaevi gerçeği, önceki yıllarda gördüğümüz münferit haberlerin ve kitapların ötesine geçerek, gerçek bir hakikat komisyonu incelemesi sonucunda bütün yönleriyle günışığına çıkartıldı.  Diyarbakır Askeri Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu, araştırmalarının sonuçlarını İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde düzenlediği “Türkiye Diyarbakır Askeri Cezaevi Gerçeği ile Yüzleşiyor” başlıklı sempozyumda kamuoyuyla paylaştı.

Komisyon sözcüsü Nimet Tanrıkulu amaçlarının zulüm politikalarının durdurulması, bir daha yaşanmaması ve darbe kanallarının tıkanması olduğunu belirterek oturumu başlattı. Açılış konuşmasını yapan Yazar Vedat Türkali, esas teröristin, Diyarbakır Cezaevi'nde mahkumlara  bu zulümleri yapanlar olduğunu belirterek sözü ABD Başkan Yardımcısı’nın Türkiye ziyaretine getirdi ve “Bu sorunu dış güçler değil biz çözeriz, ya batacağız yok olup gideceğiz ya da hep birlikte çıkacağız” dedi.

“Kürtsen kötü, hele de solcu Kürtsen en kötüsü”

Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Murat Paker komisyon çalışmaları sırasında görüştükleri 517 kişinin yaş ortalamasının 53,5 olduğunu ve bunun o dönemde ortalama yaşlarının 23,5 olduğunu gösterdiğini söyledi. Tutukluların yüzde 25’inin beraat ettiğini belirten Paker bunun büyük bir oran olduğunu sadece resmi kaynaklara bakılsa bile 100’den fazla masum insanın orada işkence gördüğünü belirtti:

“Kürtsen kötü, hele de solcu Kürtsen en kötüsü” diyen Paker, o dönemde uygulanan işkence yöntemlerinin nefes, beslenme, ısınma, dinlenme, temizlik-hijen, yaşam-sağlık güvenliği, fiziksel şiddet, aşağılama, cinsel şiddet gibi sınıflandığını anlattı. Üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen bu insanların hâlâ fiziksel ve ruhsal izler taşıdığını söyleyen Paker, mağdurların çok büyük bir yüzdesinin hâlâ rüyalarında her gece o günleri gördüğünü, tekrar yaşıyormuş gibi hissettiğini, toplum içine çıkmak istemediğini belirtti. Paker oradaki amacın insanların için boşaltıp, apolitikleştirme ve görüşlerinin zıttına sahip olma, kimliksizleştirme çabası olduğunu söyledi.

“Hitler döneminde yapılan deneyler gibi”

Dr. Mustafa Süttaş  ise “Cezaevleri yapı itibari ile başlı başına sağlık tehdididir. Diyarbakır’da yaşanan bir kimlik yok etme çabasıdır, etnik soykırımdır. Kanıtlanamamıştır ama Hitler zamanında da yapılan deneyler orada gençlere yapılmış. Dayanma eşiğinin çok üzerinde işkenceler uygulanmış, insanlar psikolojik ve fiziksel testlerden geçirilmiştir” diye konuştu.

Diyarbakır Cezaevi'ndeki doktorların da suça ortak olduğundan söz eden Prof. Dr. Şebnem Konur Fincancı, savcıların Diyarbakır’ın duvarlarında yazan “Türkçe konuş, çok konuş” sözünün dahi bir suç unsuru olarak kabul edilmesi gerektiğini söyledi. Fincancı, “Tıp olanakları sayesinde bugün bile tespit edilebilecek işkencelere rağmen, oradaki doktorlar suça ortak olarak 'hasar yoktur' raporları vermiştir” dedi. İnsanların zorla yedirilen dışkılar nedeniyle dişlerini bir daha asla bundan arındıramayacaklarını düşündüklerini ve çıkar çıkmaz dişlerini çektirip, protez yaptırdıklarını anlatan Fincancı, işkenceye tabi tutulan 447 kişiden 168 inin kalıcı izlere sahip olduğunu, yüzde 71'inin sağlık sorunları ve sakatlıklarla boğuştuğunu dile getirdi.

İşkencecileri kim eğitti?

Yrd. Doç. Nazan Üstündağ da darbenin ve darbe döneminde yapılan işkencelerin uluslararası boyutuna dikkat çekti. “Devlet kurumlarındaki işkencecileri kim eğitti?” diye soran Üstündağ, Arjantin'le aynı işkencelerin yapıldığını, gözlerin nerede açık nerede kapalı tutulduğuna kadar aynı yöntemlerin uygulandığını, uluslararası projelerin Diyarbakır’da da aynen sahneye konduğunu vurguladı:

“Eskiden düşman sınıf toprak ağalarıydı artık devlet odak olmuştur ve bunu kendi sağlamıştır. Burada devletin sembolleri kanlılaştırılmıştır. Dilini bilmeyen, tek kelime Türkçesi olmayan insanları bu devlet Gençliğe Hitabe'yi, İstiklal Marşı'nı ezberlemeye zorlamıştır.  İşkence esnasında marş dinletilmiştir. Devlet Kürtleri yok etmek ve adeta Türk olarak yeniden doğurmak istemiştir.”

70 farklı işkence

Yrd. Doç. Celalettin Can Diyarbakır'da 70 civarı farklı işkence çeşidinin tespit edildiğini, işkence yapmayan bir askerin de öldürüldüğünü belirtirken, Cezaevi Komutanı Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran’ın “Sizleri öyle bir hale getireceğim ki dışarı bıraksam da çıkmak istemeyeceksiniz” sözlerini hatırlattı. Can, insanların kendini korumasız, kimsesiz hissettirildiğini, kendine yabancılaştırılmaya çalışıldığını, içindeki insanın yok edildiğini belirti.

Diyarbakır Cezaevi'nde işkenceleri yaşayan bir mağdur da orada kendisine en çok acı veren şeyin gayri Müslimlere zorla dilekçeler imzalatılarak işkence ile sünnet edilmeleri olduğunu söylerken, bir diğeri 5 çocuğunun olduğunu isimlerini hala karıştırdığını fakat koğuşta kaldığı 59 arkadaşının adını soyadını, memleketini, yaşını şimdi bile eksiksiz sayabileceğini gözleri dolarak anlattı. Mağdurların ortak isteği, zamanında kendilerinin ve daha sonra bazılarının çocuklarının bulunduğu Diyarbakır Cezaevi'nin “utanç müzesi”ne dönüştürülmesi ve sorumluların cezalandırılması oldu.

Rapor iki ay sonra

Toplantı sırasında gösterilen Hüseyin Karabey’in hazırladığı Diyarbakır 5’nolu Askeri Cezaevi hakkında hazırlanan belgesel de büyük beğeni topladı. Belgeselde Mazlum Doğan’nın annesinin yaktığı ağıt, dayak görüntüleri ve işkence mağdurlarının konuşmaları salondaki bir çok kişinin gözlerinin dolmasına neden oldu.

Komisyon sözcüsü Nimet Tanrıkulu araştırmalarıyla ilgili raporu iki ay içinde bitirmeyi planladıklarını, bu raporun tamamlanmasıyla birlikte devletin ilgili birimlerine başvurarak konuyu takip edeceklerini söyledi.  Komisyon çalışmalarının kamuoyuna duyurulması için önümüzdeki günlerde Diyarbakır mağdurlarının konuşmacı olarak katılacağı bir panel düzenlenmesi, sergiler açılması ve bir de kitap hazırlanması da düşünülüyor.

EK/GG

Yorum yazın