Dizilerdeki şiddet sahneleri toplumu özendiriyor mu?
Yapımcı ve senaristlere göre ekrandaki şiddet sahnelerinin özendirici olması diziyle değil, izleyiciyle ilgili bir durum. aTV ekranında yayınlanan Sen Anlat Karadeniz dizisinin senaristi Erkan Birgören‘e göre örneğin. Birgören, dizinin sürekli şiddet uygulayan karakteri Vedat ile ilgili eleştirilere “Vedat’a özeniyorsanız psikoloğa gidin tedavi olun, bana küfür etmeyin” yanıtı vermişti. Şiddetin, izleyici için keyifli bir şey olduğunu savunan senarist, kendisiyle konuşan Gazete Duvar muhabiri Filiz Gazi’ye de, “Hanımefendi siz Yunanlılar’ın bize düşmanca saldırdığını anlatan bir film seyrettiğiniz zaman elinize silah alıp Yunanistan’a doğru yola çıkıyor musunuz?” diye sormuştu.
Keza dizinin yapımcısı Osman Sınav da benzer görüşte. Milliyet yazarı Sina Koloğlu’na, diziye yönelik eleştirileri için cevap gönderen Sınav’a göre “şiddet sert bir şeydi ve onu hafifletmek, mazur göstermek demek“ti. Kadın cinayetleri varken şiddet nasıl hafifletilebilirdi?
Yayınlandığı süre boyunca tartışılan, hatta kaldırılması için imza kampanyaları düzenlenen Sen Anlat Karadeniz geçen ay, üçüncü sezonunda sona erdi. Ama basında yer alan haberlere göre dizinin sona erme gerekçesi bu çok tartışılan şiddet sahneleri değil, izlenme oranının düşmesi ve yapımcının yeni projeye başlayacak olmasıydı.
Gelgelelim uzmanlara göre şiddetin ekrandaki varlığıyla ilgili tartışma özendirici olup olmamasıyla da sınırlı değil.
Sen Anlat Karadeniz dizisini takip etmediğini ancak tepki çeken şiddet sahnelerinden sonra basında çıkan haberleri ve dizinin senaristinin demeçlerini okuma fırsatı bulduğunu söyleyen İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Alper Kırklar, bu açıklamaların tatmin edici ve doğru bir noktadan yapılmadığını söylüyor: “Şiddet estetize edilerek bir seyirlik haline dönüşüyorsa orada şiddetin pornografisi denilen bir kavram ortaya çıkar ve bu sunum topluma kötü bir örnek teşkil etmekten ziyade bir haz meselesine dönüşür.”
Şiddetin temsil biçiminde sorun olduğunu dile getiren Kırklar, dikkat çekmek için şiddet sahnelerinin izleyiciye ayrıntılı bir şekilde gösterilmesine ihtiyaç olmadığını belirtiyor: “Doğrudan göstermeden de şiddete dikkat çekilebilir. Azıcık kafa yorarak başka anlatım biçimleri de bulunabilir, pek çok alternatif üzerinde düşünülebilir. Mesela, şiddet sahnesinde ekran karartılabilir. Kadının o esnada şiddete maruz kaldığı sonraki sahnelerde belli edilebilir.”
“Asıl sorun şiddetin yeniden üretilmesi”
Dizilerdeki şiddet toplumu özendiriyor mu? Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Itır Erhart‘a göre böyle bir sebep sonuç ilişkisi kurmak mümkün değil: “Şiddet sahneleri izlenmek insanları şiddet yanlısı yapmaz çünkü bu davranışların arkasında oldukça karmaşık dinamikler var. Bu sahnelerle ilgili asıl sorun şiddeti yeniden üretiyor olmaları hatta kimi zaman şiddeti gerekçelendiriyor, meşrulaştırıyor olmaları.
HaberVs‘nin görüşüne başvurduğu Kadın Meclisleri’ne göre diziler, kadına şiddetin cezasız kalmasının meşrulaşmasına da katkıda bulunuyor: “Sen Anlat Karadeniz‘deki Vedat karakteri mahkemeye çıkmasına rağmen her seferinde ceza almaktan kurtuluyor. Bu cezasızlık, dizilerdeki bu tarz temsiller, şiddet yanlısı insanları cesaretlendirebilir. Şiddetin normal ve kolayca uygulanabilen bir eylem olduğu hatta şiddet uygulandığı takdirde bir ceza alınmayacağı ya da hafif bir ceza ile kurtulunabileceği algısına neden olabilir. Oysa Vedat ceza alsaydı, adaletin yerine ulaştığı ve şiddetin cezasız kalmayacağını izleyiciye ve topluma gösterilebilirdi.”
“Kadına yönelik şiddet erkek egemen kültürle perçinlenmiş orta sınıfın derdi değil”
Peki, örneğin alkollü içecekleri ekranda göremez hatta ismini bile işitemezken ekranın bu kadar şiddetle dolu olması nasıl yorumlanabilir? Alper Kırklar, televizyonun hitap ettiği kitlenin ve toplumdaki ahlak anlayışının bu konuda belirleyici olduğu görüşünde. Kırklar’a göre güncel politikanın neyi önemseyip, neyi önemsemediğini incelemeliyiz:
“Televizyon ortalama beğeni ve ortalama bilinç ile bir sözleşme yapar. Erkek egemen bir toplumda, örneğin Türkiye’de, Sünnî Müslüman Türk erkeğinin ahlak anlayışı izleyiciye aktarılmaya çalışılıyor. Televizyona bir söylem olarak baktığımızda her türlü program içeriğinde, ethos dediğimiz bu egemen değerler anlayışının tezahürlerini görüyoruz. Televizyon doğrudan piyasa ile ilişkili olduğundan yani televizyonun var olabilmesi için reklam verene ihtiyaç duyulduğundan, bu yapı ister istemez baskın ahlak anlayışının normlarını dikte ediyor. Kadına yönelik şiddet de hali hazırda erkek egemen kültürle perçinlenmiş orta sınıfın çok da dert ettiği bir sorun değil. Dolayısı ile burada bu sorunun estetize edilerek bir tüketim nesnesi gibi alınır satılır bir şeye dönüştürülerek, dizilerde veya başka kültürel endüstri ürününde kullanılaması da bu ethos için sorun teşkil etmiyor.”