Genel

Dünyanın bekleyecek 20 yılı yok

Yazan: HaberVs

Nıvart Taşçınivartt@gmail.com NASA’ya bağlı Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nün başkanı James Hansen 20 yıl önce, Amerikan Senatosu’nda öngörü ve cesaretin biraraya geldiği bir konuşma yapmıştı. Meteoroloji kayıtlarının alındığı tarihten beri görülen en şiddetli sıcaklıkların yaşandığı 1988’de, henüz kimsenin dile getirmediği gerçeği Hansen söylemeye çekinmedi. “Bütün veriler hava sıcaklıklarındaki artışın yüzde 99 insan faaliyetlerine bağlı olduğunu gösteriyor.”Yüz […]

Nıvart Taşçı
nivartt@gmail.com

NASA’ya bağlı Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nün başkanı James Hansen 20 yıl önce, Amerikan Senatosu’nda öngörü ve cesaretin biraraya geldiği bir konuşma yapmıştı. Meteoroloji kayıtlarının alındığı tarihten beri görülen en şiddetli sıcaklıkların yaşandığı 1988’de, henüz kimsenin dile getirmediği gerçeği Hansen söylemeye çekinmedi. “Bütün veriler hava sıcaklıklarındaki artışın yüzde 99 insan faaliyetlerine bağlı olduğunu gösteriyor.”
Yüz yıllık sıcaklık değişimlerini inceleyen Hansen, küresel ısınmanın boyutlarının, sera gazlarıyla neden sonuç ilişkisi kurulabilecek boyuta ulaştığını açıklamıştı. Konuşmanın üzerinden geçen 20 yılın 14’ünde sıcaklık ortalamaları 1988’i de geride bıraktı.
James Hansen kaybedilen zamanın yarattığı öfkeyle, 23 Haziran 1988’deki konuşmasının yıldönümünde ABD Senatosu’na bir kere daha seslendi: “Fosil yakıtlarından enerji sağlayan şirketlerin yöneticileri eylemlerinin uzun vadeli sonuçlarının farkındalar. Fikrimce, bu insanlar doğaya ve insanlara karşı suç işledikleri gerekçesiyle yargılanmalı.”

Bu son şansımız

Küresel iklim değişikliği konusunda dünyanın belki de en önemli bilim adamı Hansen, Pazartesi günü (23 Haziran) ABD Kongresi’ndeki konuşmasında, atmosferdeki sera gazlarının “tehlikeli düzey”i çoktan geçtiğini ve 1988 seviyesine geri dönmek gerektiğini belirtti. Dünya atmosferinin, kitlesel yokoluşlar, ekosistem çöküşü ve deniz seviyesinde dramatik yükselmeler olmaksızın, insanlardan kaynaklanan bu karbon dioksit (CO2) yüküyle ancak birkaç 10 yıl daha dayanabileceğini söyledi. “Eğer çok farklı bir yol tutmazsak kızaracağız. Bu son şansımız.”
Küresel ısınmayı “saatli bombaya” benzeten Hansen, ABD’nin iklim değişimindeki payına uygun şekilde davranması gerektiğini, bunun için de kömür yakıtlı enerji tesislerinin derhal durdurulması, rüzgâr ve güneş enerjisine rekabet şansı verebilmek için elektrik dağıtımında enerji kaybını en aza indiren yeraltı kablolarının döşenmesi gerektiğini belirtti.
Yeni başkanın, Kennedy’nin Ay’a gitme kararıyla eşdeğer bir inisiyatif almak zorunda olduğunu söyleyen Hansen’a göre, karbon vergisi sistemine geçmek şart. Yani, fosil yakıtlarının çevre ve sağlık üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin bedelinin saptanması ve bu bedelin doğrudan halka yapılacak ödemeler şeklinde düzenlenmesi gerekiyor.
“Kamu arazilerinden ve okyanus açıklarından çıkardıkları petrolü son damlasına kadar kâr etmek için kullanan fosil yakıtı üreticilerini durdurmalıyız. Bizi bu son damlalar kurtarmayacak. Fosil yakıtları sayesinde ancak kendi kendini besleyen dar görüşlü bir endüstriye fahiş kârlar sağladılar, fakat bizim uzun vadeli enerji kaynaklarına olan ihtiyacımızı gideremediler.”
ABD’nin, Aralık 2009’da Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da imzalanacak olan yeni iklim anlaşmasına taraf olacağını açıklaması ve yaklaşan başkanlık seçimleri, ekolojik yıkımın önüne geçmeye çalışan bilimadamları ve aktivistler tarafından bir fırsat olarak görülüyor. Dolayısıyla, atmosferdeki sera gazlarının büyük bir yüzdesinden sorumlu olan ve halen küresel sera gazı salımında Çin’den sonra ikinci sırada gelen ABD’nin atacağı adımlar tüm dünya için hayati önem taşıyor.

Exxon Mobil gibilerine güven olmaz

Yaşanabilir bir dünya için birtakım acil değişikliklere ihtiyaç duyulduğunu, oysa başta Washington olmak üzere siyasal iktidarı temsil eden tüm başkentlerde bu değişikliklerin kısa vadeli kârlara tercih edildiğini söyleyen Hansen’ın enerji devlerine ve siyasal iktidara duyduğu güvensizlik temelsiz değil.
İklim değişimiyle ilgili bilinçlendirme çalışmaları yürüten eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore, 2007 Ağustos’unda Singapur’da verdiği bir konferansta, CO2 emisyonlarından en fazla sorumlu olan şirketlerin el altından karşıt kampanya yürüttüklerini açıklamıştı. Gore, karbon kirliliğine yol açan dev şirketlerin, küresel ısınmanın varlığı konusunda şüphe yaratacak iddialara yer veren her çalışma için 10.000 dolar ödediğini, propagandaya ayrılan bütçenin yılda 10 milyon doları bulduğunu söylemişti. Nitekim, kısa bir süre sonra, dünyanın en büyük petrol şirketi Exxon Mobil’in bu iş için 16 milyon dolarlık bütçe ayırdığı, Union of Concerned Scientists (Sorumlu Bilimadamları Birliği) tarafından belgelendi.
2006’da ulaştığı 39,5 milyar dolarlık kârla küresel kapitalizm tarihine geçen Exxon Mobil’in üst düzey yöneticisi Rex Tillerson, kısa bir süre önce, eleştirileri ciddiye aldıklarını ve küresel ısınmanın yarattığı tehdidin bilincinde olduklarını belirtti. “Dünyanın dört bir yanındaki insanlarla aynı kaygıları paylaşıyoruz. Hem onların enerji ihtiyaçlarını karşılamak, hem de zararlı emisyonları azaltmak istiyoruz.”
Tillerson’a göre 2030’da yüzde 40 artacak olan küresel enerji ihtiyacının yüzde 60’ının petrol ve doğalgaz yoluyla karşılanması gerekiyor. Yakıt dağıtımının daha etkin hale getirilmesinin, şirketten talep edilen çevre uyumunu sağlamak için yeterli olduğunda ısrar ediyor.
Rekor kâr oranlarının söz konusu olduğu enerji sektörünü ikna etmek kolay gözükmüyor. Özellikle de enerji şirketlerinin eski üst düzey yöneticilerinin kilit noktalarda yer aldığı halihazırdaki ABD hükümetinin bu sektörle sıkı ilişkiler içinde olduğu biliniyor. Nitekim 2005 Martı’nda Beyaz Saray ve Amerikan Petrol Enstitüsü’nün eski üyelerinden Philip Cooney, küresel ısınma ve sera gazı emisyonları arasındaki bağlantıyı ortaya koyan iklim raporlarını, Bush yönetimi adına defalarca bizzat değiştirdiğini itiraf etmişti. O dönem ABD’nin çevre politikalarında söz sahibi olan Cooney daha sonra Exxon Mobil ile anlaştı.

Yeni hedef değer 350

Hansen’ın taleplerinin ardında yatan gerekçeler, kısa bir süre önce 10 iklim uzmanıyla birlikte kaleme aldıkları “İnsanlık neyi hedeflemeli?” başlıklı makalede bilimsel olarak da ortaya konuyor.
Hansen ve ekibinin çalışmalarına göre Kuzey Kutbu’ndaki yaz buzulları 10 yıl içinde yokolacak. Batı Antarktika ve Grönland’daki buz tabakalarının sıcaklıklardaki çok ufak oynamalardan dahi etkilenmeye hazır olduğunu tespit eden ekibe göre, buzulların erimesi deniz seviyelerinde ortalama 2 metre yükselmeye neden olacak.
Çalışmaya göre, iklim felaketlerinin engellenmesi için CO2 düzeyini 350 ppm’nin altına çekmek gerekiyor. Sanayi öncesi döneme ait 280 ppm’lik değer, bugün 385 ppm’ye ulaşmış durumda ve her yıl 2 ppm artmaya devam ediyor. Daha önce IPCC tarafından yayınlanan raporda, geri dönüşümsüz iklim felaketlerine yol açacak üst sınırın 560 ppm civarında olduğu açıklanmış, birçok uzman bu değerin gerçek tabloyu yansıtmadığını söyleyerek tepki göstermişti.
Hansen’ın konuşmasının Senato üyeleri arasında ne kadar etkili olacağı tartışılır, fakat propaganda çalışmaları devam edecek gibi gözüküyor. Kısa bir süre önce kurulan ve aralarında James Hansen, Vandana Shiva, Desmond Tutu gibi isimlerin bulunduğu yeni bir eylemci grup, “350”, hükümetler üzerinde baskı kurmayı amaçlayan eylemler yapmaya hazırlanıyor. New York Times, Swedish Falukriren gibi gazetelere tam sayfa ilanlar verecek olan grubun ilk hedefi, liderlere atmosferdeki CO2 düzeylerinin 350 ppm’nin altına çekilmesi çağrısı yapmak.

James Hanson’ın 20 yıl önceki konuşmasından…

Bu şiddette bir ısınmanın rastlantısal olarak yaşanma ihtimali sadece yüzde bir olduğundan, sera gazlarının söz konusu şartların oluşmasındaki etkisi kabul edilmelidir. Küresel sıcaklık değişimlerinin tüm aşamalarında bu gazların etkisini açıkça görebiliriz. Gözleme dayalı veriler stratosferde soğuma olduğunu, zeminin ise ısındığını göstermektedir.
Veriler, karalardaki ve buzlu denizlerdeki ısınmanın, okyanus açıklarından daha fazla olduğunu, aynı şekilde yüksek rakımlı yerlerin alçak bölgelere göre daha fazla ısındığını ve son olarak kış aylarındaki sıcaklık artışlarının yaz aylarındakinden daha fazla olduğunu göstermektedir.
Tüm bu olgular birlikte düşünüldüğünde, alarm sinyallerinin ortaya çıkmakta olduğunu görebiliriz, dolayısıyla daha fazla veriye ihtiyacımız var. Beklendiği üzere bu ayrıntılardan bazıları, söz gelimi kuzey yarımküredeki yüksek rakımlı bölgelerin sıcaklık eğilimleri, tam olarak sera gazı etkisi altındaymış gibi durmamaktadır. Sera gazı etkisiyle birlikte düşünülmesi gereken başka iklim değiştirici etkenler olduğu muhakkaktır.
Tüm kanıtlar birlikte değerlendirildiğinde, dünyadaki ısınma, rastlantısal bir sıcaklık dalgalanması olamayacak kadar şiddetlidir. Fikrimce, saptadığımız şey sera gazı etkisinin ta kendisi olup “şu anda” iklimi değiştirmektedir.

Yorum yazın