Yalnızca iki generali mahkemeye dahi getirmeden yargılamakla 12 Eylül’le hesaplaştıklarını söyleyenler ve onların şakşakçıları bugün ne demek istediğimizi anlamayabilirler. Onlar da anlayana kadar söylemeye devam edeceğiz.
Merkezi, Sosyalisti, Kürt’ü, Ermeni’siyle Türkiye basını; bugün büyük bir baskı, sindirme, sansür ve otosansürle karşı karşıya! Üstelik bu baskı her geçen gün azalacağına daha da artıyor daha da yaygınlaşıyor.
OdaTV davasının iddianamesiyle başlayan en son KCK basın iddianamesiyle devam eden operasyoncu zihniyetin amacının farkındayız. Devletin yeni sahipleri Türkiye’de gazeteciliğin tarifini yeniden yapmak, sınırlarını yeniden çizmek istiyorlar. Herkesin kendileri gibi düşünmelerini, kendileri gibi muktedire yamanmış gazeteciler olmasını istiyorlar.
İşte bu yüzden, 1980’lerden beri “devlet terörü”nün nefesini her an ensesinde hisseden Kürt basını, bu bitmek bilmeyen sindirme ve baskı ikliminin en net kurbanı.
Son KCK iddianamesi, bunun en açık biçimde gözler önüne serdi. 24 Aralık 2011’de çoğu Kürt basınında çalışan 36 gazeteci tutuklandı. Ekleriyle 2000 sayfayı bulan iddianame yazıldı.
Haklarındaki suçlamalar hiçbirimizi şaşırtmadı. Çünkü biz bu oyunu OdaTV davasında da görmüştük. Evet, suçlanan mahkum edilmek istenen yine gazetecilik faaliyeti, yine gazetecilik!
Haber yapmak, haber kaynağıyla temas etmek, haber merkezindeki yöneticiyle haber hakkında konuşmak, gazeteci meslektaşla haber alışverişinde bulunmak, telefonda haber konuşmak, internette haber okumak, e-maille soru sormak, bir arkadaşla fikir teatisinde bulunmak bunların hepsi Türkiye Cumhuriyeti Savcısına göre suç.
Peki bu gazeteciler, bu “suç” fiilerini işlerken hangi konularını gündeme getirmişler, gazete sayfalarına taşımışlar, televizyon ekranlarında izleyicilerle paylaşmışlar?
Bildiniz, onlar hükümetin neredeyse bir gün gazeteleri ve televizyonları karartarak halkın bilgi alma hakkını engellediği 34 kişinin devlet terörüne kurban edildiği Uludere (Roboski) katliamını haberleştirdiler.
Bildiniz, onlar Van Depremi sonrasında devletin ihmallerini, ayrımcılığı, yardımda aksadığı konuları gündeme taşıdılar.
Bildiniz, onlar, Pozantı Cezaevi’ndeki karartılan hayatlara, cinsel tacizlere, tecavüzlere objektif tuttular.
Bildiniz, onlar bıkmadan usanmadan faili meçhulleri, faili meşhurları, gözaltında kaybedilenleri, inatla ısrarla yazdılar.
Onlar, hükümetin gözünün içine bakarak gazetecilik yapan, o neye izin verirse onu yazan, o neye öfkelenirse onu kınayan, “tasmalı” lakabının hakkını veren gazetecilerden olmadıkları için aramızda değiller.
Aynı “suçu” işleyenleri geçmişte öldürerek, şimdi hapse atarak susturmayı deniyorlar. Daha önce de dediğimiz gibi eskiden yok ediyorlardı, şimdi canlı canlı hücrelere gömüyorlar, tecrit ediyorlar.
Ama unuttukları bir şey var. Susmayacağız! Ragıp Zarakolu’nu, Büşra Ersanlı’yı Zeynep Kuray’ı ve tutuklu 104 gazeteciyi savunduk, savunacağız
OdaTV davasını nasıl kararlılıkla takip ettik ve ediyorsak KCK Davası’nda da cüret edeceğiz. Hukuksuzluğu teşhir edeceğiz, gazeteciliği yükselteceğiz. 18 Haziran’da OdaTV Davası’nda 10 Eylül’de KCK Davası’nda olacağız.
Ayrıca, hafta içi her gün 12:00’de “Gazeteci olduklarına tanığız” demek için Çağlayan Adliyesi’ndeyiz.
Hakikati doğru zamanda dile getirmeye devam etmek için her zamanki gibi tasmalı gazetecilikten değil kelepçeli gazetecilikten taraf olacağız.
Dışarıdaki Gazeteciler