6 Şubat 2023’te gerçekleşen deprem sonrası Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) aldığı karar doğrultusunda Türkiye’de üniversiteler online eğitime geçti. 3 Nisan itibariyle YÖK, kararını hibrit eğitime geçiş olarak değiştirdi. Hibrit eğitim, öğrencilerin okula gidebileceği, gitmezlerse evden de derslere katılabilecekleri bir sistem, fakat hocalar okula gidip dersleri okuldan anlatmak zorundalar. Evden dinleme seçeneği olan öğrenciler derslere fiziksel katılım yapmazken, öğretim üyeleri bu durumdan çok mutsuz.
“Psikolojik olarak çöktüm”
Öğretim elemanları, duygusal olarak çok yıprandıklarını dile getiriyor. Bir devlet üniversitesinin fizik bölümünde doçent olarak çalışan E.T., psikolojik olarak çöktüğünü, hocaların en büyük motivasyonunun öğrencilerle kurulan diyaloglar olduğunu, fakat o hazzın artık karşılanamadığını söylüyor. Öğrenciyle diyaloga girememenin duygusal olarak çok yıpratıcı olduğunu belirtiyor.
Yaptıkları iş sayısının normal eğitime göre arttığının da altını çizen E.T., sınıfta tahtaya çizerek anlatabileceği bir şeyi, bilgisayar üzerinde Power Point’le yapmaya çalıştığını ve işinin dört katına çıktığını söylüyor. En çok yara aldıkları kısmın ise psikoloji olduğunu söylüyor. Öğrencilerle soru-cevap yapamadığını, diyalog yerine monolog yaptığını ve öğretmenlerin öğrencilerden daha çok zorlandığını belirtiyor.
Uygulamalı derslerde büyük sıkıntı yaşanıyor
Bir diğer devlet üniversitesinden kimya bölümü doçenti S.E., laboratuvar derslerinde büyük sıkıntılar yaşandığını belirtiyor. Uygulamaları asistanların yapıp hocaların video kaydı aldığını ve bu durumun canlı deneylere kıyasla hiç öğretici olmadığını vurguluyor. Uygulama derslerinin şu an yapılmadığını ve bunun bölüm ile ilgili eğitime zarar verdiğini düşünüyor.
Kendi motivasyonlarından ziyade öğrencilerin durumuna üzülen hocalar da var. Felsefe bölümü öğretim üyesi M.E, öğrenciler adına üzüldüğünü, öğrencilerin hocaların çabasına rağmen normalden daha az bilgi aldıklarını belirtiyor. Öğrencinin motivasyonunun hocalardan daha fazla düştüğünü ifade eden M.E., özellikle felsefe gibi sözel ve tartışma gerektiren bölümlerde öğrencilerin yüz yüze etkileşim olmadan ve tartışmaya girmeden, alabilecekleri verimi alamadıklarını aktarıyor.
“Kendi kendime konuşuyorum”
Hocaların bir diğer mustarip oldukları konu derslere katılımın çok az olması. Bir başka devlet üniversiteden profesör T.A, 96 kişilik sınıfına 12 kişinin katıldığını, 5 kişilik seçmeli dersine ise kimsenin katılmadığını söylüyor. Doçent E.T. de benzer şekilde 79 kişilik sınıfından sadece 12 kişinin derse katıldığını, 29 kişilik sınıfından ise bir kişinin derse geldiğini belirtiyor. İnsanların sosyal varlıklar olduklarının söyleyen T.A., tek başına kameraya konuşmanın çok yıpratıcı olduğunun altını çiziyor:
“Karşında tepki yok, ders süresi boyunca kayıtta olmak zorundasın. dört tane dersim var, dört ders için aynı şeyi yapıyorum. Karşımda bir cevap yok. Öğrencinin ne aldığını ölçemiyoruz, tepkilerini anlayamıyoruz. Ders bitiyor ve bir tükenmişlik sendromuyla karşı karşıya kalıyoruz.”