Genel

“Lale soğancısında buluşalım sevgilim”

Yazan: Aslı Tunç

Kavuşmaların ve vedaların vazgeçilmez mekanları olan havaalanları aslında ait oldukları kentlerin dokusu ve kültürleri hakkında bize ilk izlenimleri verir. Örneğin Atina’nın ufacık havaalanına ilk indiğinizde Türkiye’den aslında hiç çıkmamış gibisinizdir. Gümrük memurlarının vücut dili adeta bizimkileri andırır, buyurgan ve tekinsizdirler. Yunanistan’a geldiğinizi anlamak için ancak koca bir bardak Frappe içmeniz gerekecektir. Amerika’daki tüm havaalanları sizi […]

Kavuşmaların ve vedaların vazgeçilmez mekanları olan havaalanları aslında ait oldukları kentlerin dokusu ve kültürleri hakkında bize ilk izlenimleri verir. Örneğin Atina’nın ufacık havaalanına ilk indiğinizde Türkiye’den aslında hiç çıkmamış gibisinizdir. Gümrük memurlarının vücut dili adeta bizimkileri andırır, buyurgan ve tekinsizdirler. Yunanistan’a geldiğinizi anlamak için ancak koca bir bardak Frappe içmeniz gerekecektir. Amerika’daki tüm havaalanları sizi tüketime çağırır. Ve bolca yeme içmeye. Geniş bekleme salonları, ucu bucağı görünmeyen koridorları vardır. Yitip gittiğinizi sanırken bir yandan da yolcu olarak tuhaf bir rahatlık hissedersiniz. Koşuşturan dünya vatandaşları arasında asla yalnız değilsinizdir.

Charles de Gaulle havaalanının üstüne adeta Fransız küstahlığı sinmiştir, daima yabancı kalmaya ve dışlanmaya mahkumsunuzdur. Viyana, Frankfurt ve Amsterdam havaalanları ise saat gibi işler, toplumlarının önyargı ve kalıplarını ustaca gizlerler. Alman ve Hollandalıların yalınlıktan yana ancak işlevsel tavrı havaalanlarına yansır. Buraları son medya teknolojileriyle önemli işlerinden her an geri kaldığını düşünen ya da o izlenimi veren işadamlarına olanaklar sunar.

Geçen hafta yolum yıllar sonra tekrar Amsterdam Schiphol Havaalanı’na düştüğünde kendimi buraya farklı bir şekilde bakarken buldum. Yılda 48 milyon yolcunun gelip geçtiği bu Avrupa’nın en işlek beşinci havaalanında iletişimin nasıl farklı bir boyuta ulaştığına tanık oldum şaşkınlıkla. Bizi Rotterdam’a götürecek olan minibüsün şöförüne bakınırken bir anda başımı kaldırdım ve kafamın 5 metre üstünde 3,5’a 2,5 metre ebatında dev bir ekran gördüm. Cep telefonundan atılan SMS mesajları eşzamanlı olarak bu ekrana yansıtılıyordu. “İyi yolculuklar sevgilim”den “Hey Inge, seni lale soğanları satan dükkanın önünde bekliyorum” a kadar pek çok mesaj faklı dillerde akıp gidiyordu. Bu ekran bekleme salonunun her tarafından rahatlıkla görülebiliyordu. Toplu bir ayin havası içinde buradan gözlerimizi ayıramıyor ve büyülenmiş gibi samimi aşk mesajlarını, resmi buluşma taleplerini ya da kaybolmuş bir yolcunun haykırışlarını okuyorduk. Yanımdaki Hollandalı bu uygulamanın aslında burası için bile yeni olduğunu ve bütün Schiphol’da bu ekranlardan tam dört tane bulunduğunu söyledi övünerek. Aslında bu teknoloji yeni olmasa da insan iletişiminin geldiği ve kamusal alana böylesine fütürsuzca saçılıverdiği nokta doğrusu düşünmeye değer. Bunun Hollanda kültürü hakkında ne ifade ettiğini düşünmeyi sizlere bırakıyorum ama Schiphol’de buluşmaların ve vedaların artık dijital bir dünyada yaşandığını söylemek sanırım abartılı olmaz.

Yorum yazın