Medya

Medyanın “düşman” imalatı!

Yazan: Esra Bilgin
Esra Bilgin

Gazetecilere göre medya her dönemin iktidarının tercihlerine göre bir düşman üretiyor ve savaş söylemi geliştiriyor

İstanbul Bilgi üniversitesi Bilgi Kültür ve Düşünce Topluluğu’nun dün Dolapdere Kampüsü’nde düzenlediği “Dördüncü güç olarak medyanın savaş söylemi” panelinin konuşmacıları gazeteci Banu Güven,  İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Esra Arsan, gazeteci Filiz Koçali ve Nuray Mert iktidar güçlerinin medyayı baskı altında tuttuğu ve medyanın bazı haberleri vermekten kaçındığı görüşünde.

Mücadelesi verilmeyen özgürlük alanı olmaz

İçinde yaşadığımız dönemi genel hak ve özgürlükler, siyasal özgürlükler dolayısıyla medya özgürlükleri açısından çok sıkıntılı olarak tanımlayan gazeteci Nuray Mert, bu durumdan mücadele ederek kurtulabileceğimizi söyledi.

Arap baharının bir benzerinin Güneydoğu Anadolu’da 30 yıl boyunca, son 10 yıl içerisinde çok daha yoğun bir şekilde yaşandığını anlatan Mert, başka yerlerde olanı bütün dünyanın duyduğunu fakat güneydoğuda olup bitenin basında yer almamasını eleştirdi. “Tahrir meydanında son devrim sonrası gösterilerde gaz kullanmaya başladılar. Bizim televizyonlarımız Tahrir meydanındaki gaz bombalarının kovanlarının peşine düştüler hatta tek tek gösterenler oldu. Ama bizim ülkemizde İstanbul’da milletvekilleri gaza boğuldu, bu haber olmadı.” dedi.

Gazeteci diline dokundurtmamalı ve tanımları sorgulamalı

Dili kullanmayla ilgili basına dayatılan bir takım şablonların her dönem var olduğunun ve bu şablonların dışına çıkmanın dönemin siyasi güçlerince hoş karşılanmadığının altını çizen Banu Güven basının baskı altında olmasını ve bu tanımlamaları sorgulamadan kullanılmasını eleştirerek “Tamil Kaplanları’ndan büyük bir rahatlıkla gerilla diye bahsederken bu memlekette olan şeyi o kelimeyle anlatamıyoruz, bunu yaptığımızda birisi muhakkak gelip sen ne yapıyorsun diyor? Bizim gazeteciler olarak haberimin diline dokundurmam demeniz gerekir” dedi. Güven, Hükümetin PKK veya Öcalan’la rahatlıkla görüşebildiği ülkemizde bir gazetecinin gerillayla yolda konuşup ondan yaptığı bir alıntıyı dergiye koyması nedeniyle hapis cezası almasındaki tezatlığına da değindi.

Madem ki geçmişle hesaplaşılıyor…

Özgür Gündem gazetesinin bombalanarak Kürt gazetecilerin tutuklanıp öldürülmesini anlatan Filiz  Koçali, o dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu’nun  5 Temmuz 1983’te yayımladığı “Aydınlanma Faaliyetleri Uygulama Emri” başlıklı jandarma, emniyet, OHAL Bölge Valiliği, OHAL illerine gönderilen belgeyi hatırlattı. Bundan sonra dönemin Başbakanı Tansu Çiller imzalı 30 Kasım 1983’te yayımlanan belgede geçen  “Bu örgütlere destek veren yayın organlarını bertaraf edin” şeklindeki açıklamadan günler sonra 3 Aralık’ta gazetenin bombalandığını anlatan Koçali, bu belgelerin ortada olduğunu söyledi.  Koçali, BDP Eş Başkanı Gülten Kışanak’ın konuyla ilgili meclise verdiği gensoruyu  hatırlatarak medyada hiçbir şekilde yer almayan bu konunun mecliste de dikkate alınmadığını dile getirdi.

12 Eylül’le, 28 Şubat’la kısmen de olsa hesaplaşıldığını fakat medyada Kürt sorunundan, insanlara yapılan kötü muameleden, bölgede yaşanmış hak ihlallerinden, asit kuyularından, 17 bin civarında olan faili meçhul cinayetten bahsedilmediğini dile getiren Koçali, 3 bin civarında boşaltılan, yıkılıp yakılan, göç etmek zorunda kalan insanlara bu zulmü yapanın medyada PKK’ymış gibi yansıtıldığını, medyanın bu gerçekle de yüzleşmediğinin, basının bu konuda özeleştiri yapmadığının altını çizdi.   

Döneme göre değişen düşman söylemleri

Türk medyasında Cumhuriyet’in ilanından itibaren yaşanan Türkleştirme sürecinde ana akım medyada düşman söyleminin nasıl üretildiği anlatan Esra Arsan, siyasi otoritenin o dönemin korkulması gereken fobilerini siyasi İslam, Kürtler ve ilerleyen tarihlerde komünizm tehlikesi olarak belirlendiğini söyledi. Devletin kuruluşundan itibaren ülkemizde var olan gazeteciliğin İngiltere, ABD ve Kuzey Avrupa’nın aksine bilgi, belge ve rakamlara dayanmadığı daha çok Portekiz, İtalya, Yunanistan’da olduğu gibi yoruma dayalı gazetecilik olarak yapıldığını anlatan Arsan, gazetelerin ekonomik açıdan siyasal iktidarlara bağımlı olmasının basın özgürlüğünü kısıtladığına değindi: “Gazete veya televizyon sahibi olmanın siyasal iktidarların dudağının arasında olduğu ülkemizde bir herhangi bir gazete bir gecede bir gruptan diğerine el değiştirebiliyor.”

2002 yılına kadar medyanın siyasal İslam ve Kürtleri ortak bir öteki gibi yansıttığını söyleyen Arsan,  2002 sonrasında siyasal İslam’ın kötü tanımından çıktığını, AKP’nin güçlenmesiyle birlikte İslami kesimin ana akım medyada söz sahibi olmasından sonra tek ötekileştirilenin Kürtlerin kaldığını söyledi.

Türkiye’de ana akım medyada hala devletin ideolojik aygıtı olarak çalışan gazetelerde beyaz Türklerin,  Sünni Müslüman Türklerin düşmanı olan birilerinin ülkeyi parçalamakta olduklarına dair söylem üretildiğine değinen Arsan, bu söylemin karşısında elinde silah olmadan Kürt bakışını mecliste temsil edenlerin yıpratılması için medyada yeni bir söylem kullanılmaya başlandığının altını çizdi.  KCK yargılamalarına dikkat çekerek, günde aralarında üniversite hocalarının, üniversite öğrencilerinin, işçilerin, BDP’li belediye çalışanlarının tutuklanmalarının yer alma biçimini eleştirdi.

Türkiye’de haber kaynaklarının yetersizliğine de değinen Arsan, basınında Kürt meselesiyle ilgili bilgisi olmasa da ahkâm kesebilen, her konuda görüşü olan,  haber kaynağı bakımından yetersiz insanlar yüzünden düşman söylemini yeniden ürettiğini vurguladı.

Yorum yazın