ABD Başkanı Barack Obama, “teenage” kuşağın bir rock yıldızına gösterdiği ilgiye benzer bir karşılama ve ağırlamayla gelip gitti. Siyasilerin demeçleri, bir takım “akil” gazeteci ve yazarların sanki lise arkadaşlarını anlatıyormuşçasına hakkında methiyeler düzdüğü ve medyanın tümünün estirdiği sempati rüzgarlarıyla sanki bir Hollywood filminden sahneler izledik birkaç gün boyunca. Böylece geçmişin bütün kötü izleri kolayca silinip, yanıbaşımızda halen yaşanmakta olan ABD kaynaklı trajik olayları unutturuldu sanki.
Buraya kadar sayılanlar işin görünür kısımnda yaşananlardı. Ne kadarının ne kadar gerçek olduğunu zaman gösterecek elbet. Ancak bu görünenlerin dışında bir de kapalı kapılar ardında konuşulup ayrıntılarını iddia düzeyinde öğrenmeye çalıştıklarımız var elbet. Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olması karşılığında neler alındığını bilemiyoruz henüz.
Radikalgazetesinde Hilal Köylü imzasıyla çıkan ve Obama ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül arasında geçen görüşmede neler konuşulduğunu anlatan bir haberde ne tür tavizler verildiğine ilişkin birazcık fikrimiz olabildi. Hilal Köylü’nün iddiasına göre Cumhurbaşkanı Gül, ABD’ye Irak’tan çekilme ve Afganistan konusunda “muharip asker” göndermek de dahil Obama’ya her türlü desteğin sağlanacağı garantisini vermişti.
Savaşın yeni adresi Afganistan
11 Eylül 2001’deki saldırıların hemen ardından, ABD’nin saldırıdan sorumlu tuttuğu Taliban’ı yok etmek amacıyla başlattığı Afganistan’daki işgal 8 yılı geride bıraktı. El Kaide ve Taliban’ı tasfiye bahanesiyle oluşturulan “şer ekseni”nin ilk halkası Afganistan, yüzyıllık süreç içerisinde üçüncü süpergüç işgalini yaşıyor. Irak’ın işgali için sıçrama tahtası olarak kullanılan ancak Irak’taki görevin sona ermesiyle Afganistan, yeniden gündeme güçlü bir şekilde gelecek ve önümüzdeki aylardan itibaren bir hayli ısınacak.
Taliban militanlarıyla yaşanan sıcak çatışmalara ABD ile birlikte İngiltere, Kanada ve Avustralya askerlerinin girdiği Afganistan’da, diğer NATO ülkelerine ait askerlerin de aralarında bulunduğu 70 binin üzerinde güç konuşlanmış durumda. Buna karşın başkent Kabil dışında hemen hemen hiçbir yer de kontrol sağlanmış değil. Özellikle sıcak çatışmaların yaşandığı ülkenin güney ve güneydoğusunda Taliban’ın mutlak hakimiyeti sürüyor. NATO’ya bağlı olarak ülkede, daha çok geri planda bir takım hizmetler götürmekle mükellef bir askeri güç bulunduran Türkiye’nin, Cumhurbaşkanı Gül’ün ABD’ye verdiği sözden sonra nasıl bir konum alacağı henüz bilinmiyor.
Afganistan ve Pakistan’ı iyi bilen ve her iki ülkede de yürüttüğü ticari faaliyetler dolayısıyla bölgeye sık sık giden araştırmacı Mahmut Osmanoğlu son gelişmeler ışığında neler olabileceğine dair sorularımızı yanıtladı:
Afganistan’da şu anda varolan durum nedir?
Aslında ülke geçmişte ne idiyse şimdi de aynı durumda. Afganistan tarihi boyunca her yönden gelip giden işgalcilerin göç yolları üzerindeki bir kara ülkesi. İngilizlerden Ruslara, ABD’den NATO ülkelerinin askerlerine dek emperyalist güçlerin hepsinin burayla ayağı değmiş. ABD, Irak’ı işgal planının bir parçası olarak Afganistan’ı sıçrama tahtası olarak kullanmıştı. İşgalin başında tüm ülkede hakimiyet olacak bir varlık tasarlamadılar. Afganistan’a girip Taliban’ı devrip çıkacaklardı. Ama şimdi görünen duruma bakarsak ABD’nin Afganistan üzerinden bölgede uzun dönem kalıcı olduğunu düşünüyorum. Barack Obama’nın dış politika ajandasında da Afganistan, İran probleminden daha ön planda yer alıyor. Afganistan, yaklaşık 8 senedir ABD İşgali altında olmasına rağmen, ABD ve NATO askerleri bu ülkede belli şehirler dışında denetimi sağlayabilmiş değil. Ülkenin dağlık yapısı, Taliban militanlarının ve El Kaide’nin saklanmasına ve Amerikan askerlerine sürpriz saldırılar düzenlemesine çok uygun. Özellikle Pakistan-Afganistan sınırı, teröristlerin saklandığı önemli bir mevzi haline gelmiş durumda. Ülkenin güneyi ve güneydoğusu neredeyse tamamen Taliban’ın kontrolünde. ABD ve NATO askerlerinin girmekten çekindiği çok sayıda şehir bulunuyor. Amerikan kuklası Hamid Karzai yönetimi, başkent Kabil dışında etkinlik gösteremiyor. Hükümetin çok sayıda bakanı ve önemli ismi saldırılara kurban gitmiş durumda.
Afganistan neden bu kadar önemli?
Afganistan’ın denizlerle herhangi bir bağlantısı yok ama haritaya baktığınızda ülkenin stratejik önemi ortaya çıkıyor. Batısında, ABD ve Batı dünyasıyla kavgalı ve Rusya’yla birlikte nüklerer silah geliştirdiği söylenen İran var. Güney ve Güneydoğusunda, atom silahı yapmış bir islam ülkesi olan aynı zamanda nükleer atom başlıkları da yerleştirilebilecek kapasiteye sahip oldukça gelişmiş füzeleri bulunan Pakistan var. Kuzeyinde orta erimde petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarına sahip oldukları bilinen Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan ve yukarısında da ABD ile bölgede nüfuz çekişmesi yaşayan Rusya var. Öte yandan Rusya’nın daha önceki işgalden kalan bir kuyruk acısı da var Afganistan’da. Bu ülkeler arasında en fakir olanı Tacikistan ama onun da bölgesel anlamda stratejik önemi var. Doğusunda ise Afganistan’ın 70 kilometrelik sınır hakimiyetindeki Çin’e bağlı özerk Doğu Türkistan var. Yani dünyanın gelişmekte olan en büyük ekonomisi olacak Çin ile sınır komşusu yani. Güneydoğusunda ise 1 milyarın üzerindeki nüfusuyla yine Çin gibi yakın gelecekte gelişmiş ekonomiler arasına adını yazdıracak olan Hindistan bulunuyor. Özellikle Afganistan, bir yandan küresel güçlerin Orta Asya enerji kaynakları için hesaplaştığı bir tampon bölge haline gelirken, diğer yandan Putinle birlikte Sovyet Birliği rolünü yeniden üstlenme hayalini kuran Rusya ile ABD arasında oynanan stratejik oyunların da merkezi haline gelmiş durumda. Böyle bir durumda Afganistan’da sürdürülen terörle ve aşırıcılıkla mücadele, küresel güçlerin bölgeye ilişkin planlarını kamufle etmeye yönelik bir kılıf ve kamuflajdır.
Tüm bu ülkelerin arasında ise stratejik önemine karşın karışıklık içinde istikrarsız bir Afganistan’ı görüyoruz. Neden?
Afganistan’ın istirkrarsızlığı, devlet otoritesi bulunmaması ABD’nin ülkede ve bölgede istediği gibi at oynatmasını sağlıyor. İstikrarı olan, kendi topraklarında egemenliği ve saygısı olan bir ülkede ABD gibi bir işgalci devletin gelip üs kurması zor istir. Ya da üs kudurtursan vereceğin tavizlar çok büyük olmaz. Ama istikrarsız Afganistan elbette ABD’nin işine geliyor. Böylece eneriji kaynaklarının paylaşımı savaşında ve enerji nakil hatlarının geçiş rotasında daha çok söz sahibi oluyor. 2001’deki Amerikan işgalinden buyana geçen süreçte Güney Asya bir şiddet ve terör sarmalı haline gelmiş bulunuyor. Amerikan müdahalesine kadar sadece Afganistan’la sınırlı olan istikrarsızlık ve şiddet vebası, işgalin ardından bölgeye yayılma eğilimi gösterdi. Önce Pakistan’ı ardından da Hindistan’ı etkisi altına alarak Güney Asya’yı her bakımdan istikrarsız ve güvensiz bir coğrafya haline getirdi. Güney Asya’yı kaosa sürükleyen etkenleri sadece terörle tanımlamak eksik ve yanlış bir bilgi olur. Ne yapıyor ABD? Taliban’la savaşıyorum diyor. Bunu yaparken sivil ayrımı gözetmeksizin bombardıman yapıyor. İnsanları tutuklayıp Guantanamo’nun benzeri hayalet hapishanelere dolduruyor. Taliban’ı devirmek için Afganistan’a girdiklerini söylüyorlar. Bunu yaptılar. Peki Taliban kim? Taliban ABD, İngiliz ve Pakistan istihbarat teşkilatının ortaklığıyla Körfezdeki Arap ülkelerin sermayesi ile yaratılmış bir güç olarak bölgede ortaya çıktı. Bu hareketin içinde savaşan ya da yer alan ancak bunun farkında olmayan insanlar çoktur ama bu gerçeği değiştirmiyor.
Yani ABD kendi yarattığı bir güçle mi savaşıyor?
Evet. Belirli bir misyonla getirilip, miadı dolduğunda ise götürülen bir Taliban var. Bu örgüt, Sovyetler’i hezimete uğratan ve uluslar arası İslam düşüncesi ve şuuru olan anlayışın devletleşmesini önlemek için sahneye kondu. Obama, Irak’taki askerlerin sayısını azaltıp buradan gelecek askerleri Afganistan’a göndermek amacında. Yine, NATO Üyeleri’nden de Afganistan’a daha fazla asker göndermelerini istedi. Bu arada Bush’tan farklı olarak Obama, Rusya ve Orta Asya Ülkeleri’nden de destek istedi. Bilindiği gibi Rusya, Afganistan konusunda tecrübeli bir ülkedir. 1979-1988 arasında Afganistan’ı işgal etmeye kalkışan Rusya (SSCB) ABD’den destek alan radikal İslamcı milislere karşı başarılı olamamıştı. Ne ilginçtir ki, ABD, daha önce Rusya’ya karşı kullandığı radikal İslamcı milislere karşı bugün Rusya’dan yardım istemektedir. Baba Bush’un şer eksinini, işgal planlarını başlatmak üzere de kurulduğunda uluslararası ilk onayı aldığı ABD tarafından Taliban hükümeti yıkıldı. Ama Taliban’ın ikinci dönemi itibarıyla vermiş olduğu savaşı ayrı tutmak gerkiyor. Çünkü Afganlar özgürlüklerine düşkün insanlardır ve özellikle de dış işgale karsı alerjileri yüksektir. Şimdi yürütülen savaşı biraz bu mihvalde değerlendirmek gerek. Ama Taliban, dış bağlantılardan tecrit edilmiş olarak işgalcilere karşı sürdürdüğü savaşı devam ettirmesi mümkün değil. Taliban’ın destekçileri de etrafında bulunan ve diğer yandan ABD’den kuyruk acısı olan ya da onunla rekabet halinde olan ülkelerdir. Bir de ABD için İslam dünyasının ilk nüklere silaha sahip ülkesi Pakistan’ın yanıbaşında olmak önemli. Taliban üzerinden Afganistan’da olduğu gibi Pakistan da istikrarsızlaştırılarak elindeki silahların denetim altına alınması da ABD’nin bölgede uyguladığı stratejisinin bir parçası. Bir tarafta ABD, NATO ve Afganistan’ın, diğer tarafta ise Pakistan`ın bulunduğu bölgesel bir çatışma aynı zamanda Pakistan’ı nükleer silahlardan arındırmaya yönelik bir sürecin başlangıcı olarak da görülebilir.
Pervez Müşerref’in devrilmesi ve yerine düşünülen isim olan Benazir Butto’nun bir suikastle öldürülmesi üzerine devlet başkanlığı koltuğuna oturan Butto’nun kocası Asıf Ali Zerdari zaten bir ABD projesi değil mi?
Evet öyle. Bush yönetimi, Afganistan’da başarı sağlayabilmek için Pakistan’ın Afganistan ile sınır oluşturan Veziristan Bölgesi’ne operasyon yapılmasını istemişti. Ancak, ne uluslararası kamuoyunu ikna edebilmiş ne de kendi vatandaşlarına zarar gelmesini istemeyen Pakistan ile anlaşabilmişti. Bunu gerçekleştirebilmek için Pakistan’ın iç işlerine müdahale eden ABD, Pervez Müşerref’i cumhurbaşkanlığı’ndan indirmeyi başardı ancak en önemli kozu Benazir Butto’yu da bu uğurda feda etti. Şimdi, Müşerref’in yerine geçmiş olan Butto’nun kocası Asıf Ali Zerdari hiç de ABD’nin güvenebileceği bir isim değil. Afganistan’da gerçekleşen ABD işgalinin ardından Güney Asya’da üretilen istikrarsızlık ve şiddet salgını Pakistan’a da bulaştırıldı. Öyle ki Pakistan’ın bütünlüğünü ve egemenliğini tehdit eder hale getirildi. Küresel güçlerin bölgeye ilişkin önemli projelerinden biri de, Pakistan’ı nükleer silahlardan arındırmak. Bir yandan bölgede yaratılan ve Pakistan’ı en az bir Afganistan ve Irak kadar teslim alan şiddet dalgası, ülkenin geneline yayılırken diğer yandan siyasi suikast ve çekişmelerle ülkenin pamuk ipliğine bağlı olan istikrar ortamı çökertildi.
Ama Pakistan’da çok çeşitli iktidar odakları biliniyor. Bu odaklar arasında olan güç dengesi işleri zorlatırmaz mı?
Evet her iktidar odağının elinde çeşitli güçler var. Bu güçlerden birisi evet ABD’dir ve şi anki sivil hükümetin iş başına gelmesindeki katkısı ve sürdürülen pazarlıklar biliniyor. Müşerref’e karşı Butto’nun öne sürülmesi karşılığında alınan çeşitli güvence ve taahhütler bulunuyor. Hepsi de menfaat bazında ilişkiler. Pakistan ABD’den para ve silah yardımı alıyor. ABD hükümeti kendisi belirlemesine karşın ülkede kendine yönelik muhalif düşünce ve nefretin yaygın olması nedeniyle 150 milyon nüfuslu Pakistan’a doğrudan saldırabilecek ya da müdahale edebilecek konumda değil. Kendini destekleyen bir hükümetin işbaşına gelmesine rağmen Pakistan’daki ABD karşıtlığı sadece halkta değil ordu ve bürokasinin içinde de yaygın. Dolayısıyla aslında Obama’nın Afganistan’a göndermesini onayladığı ve NATO’dan da destek istediği askeri güçle Pakistan’ı ayrı bir tarafta tutmak gerek. Zaten Obama henüz aday adayıyken Pakistan’la da savaşacağını söylemişti. Yani Afganistan’ı kastedip aslında Pakistan’a vuracaklar. ABD Merkez Kuvvetler Komutanı David Petreaus’un danışmanı David Kilcullen’in Pakistan’ın yakın gelecekte parçalanabileceği, böyle bir durumda ülkedeki nükleer silahların El Kaide ya da Taliban gibi radikal yapıların eline geçebileceği ve bu durumun dünya kamuoyu için felaket anlamına geleceği yönündeki kehanetini iyi okumak gerekiyor. Yine buna paralel olarak geçtiğimiz günlerde İsrail eski Askeri İstihbarat Şefi Aharon Ze’evi-Farkash’ın Pakistan’ın İran’dan daha büyük bir tehlike olarak görülmesi gerektiği yönündeki açıklamaları, Pakistan için yazılan bir senaryonun yansımasıdır. Pakistan bilinçli olarak kaosa sürüklenmekte ve nükleer silahlarına el koyma yönünde bir altyapı ve gerekçe yaratılmaktadır.
NATO, Amerika’nın Pakistan’a tek taraflı müdahalesini desteklemiyordu. Şimdi ise Obama’nın ardından sanki NATO, ABD’nin işgal planlarının rolünü üstlenmiş gibi görünüyor?
Barak Obama tarafından 27 Mart tarihinde açıklanan yeni Afgan stratejisi, ABD’nin bölgedeki varlığını sürdürmeye, şiddetin dozunu daha da artırarak Güney Asya geneline yaymaya yönelik bir stratejidir. Yani Obama’nın barış mesajı Afganistan’ı kapsamıyor. Afganistan’daki Amerikan askeri varlığının artırılması, El Kaide’nin Afganistan ve Pakistan içlerinde takibi ve vurulması, Taliban’ın uzlaşıdan uzak görülmesi ve güç kullanma hazırlıkları, Pakistan için beş yıl süreyle öngörülen yıllık 1.5 milyar dolarlık hibe yardımı ABD’nin bu yöndeki niyetlerini ortaya koyan önemli göstergeler. Afganistan, ülkede görev yapan NATO askerleri arasında bölüşülmüş durumda. Ama bu askerler savaşmak için değil ülkelerinin desteğiyle imar faaliyetleri ya da kamuda bir takım organizasyonların yerine getirilmesine yardımcı oluyor. Obama, Irak’taki askerlerin sayısını azaltıp buradan gelecek askerleri Afganistan’a göndermek amacında. Yine, NATO Üyeleri’nden de Afganistan’a daha fazla asker göndermelerini istedi. Evet NATO’nun en büyük ortaklarından birisi ABD olsa da bence diğer ülkelerin Afganistan’da savaşmaya yönelik niyetleri yok. Daha çok pasif görev almak istiyorlar. Irak işgaline verdiği destekle ABD’ye yardakçılıkta Tony Blair ile yarışan Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri seçilmesi kendileri için de büyük avantaj. Sanki ABD’nin tetikçiliğini NATO üstlenecek gibi görünse de, tüm NATO güçlerinin ABD’nin istediği gibi sıcak savaşa girmesi ya da Afganistan’daki barış gücü misyonu dışına çekilmek istenmesi üye ülkeler arasında ciddi sürtüşmeler doğurabilir. NATO’nun geleceğiyle ilgili ciddi sorunları da beraberinde getirir.
Obama’nın Afganistan konusunda istediği destek, karşılıklı verilen sözler olduğu basına yansıdı. Bu denklemde Türkiye nerede duracak?
Ben okuduklarımı Türkiye’nin muharip asker göndereceği taahhütünde bulunması olarak yorumlamadım. Zaten aldığımız duyumlar da sivil bazda yardımlar, asker ve polis eğitimi gibi faaliyetlerle sınırlı olacak şeklinde. Şu anda Afganistan’da Türkiye’den giden bin kadar asker var. Artacak sayı dahi Kabil gibi riskli olmayan bölgelerde ve daha çok sivillerle yüzyüze gelinecek şeklinde olacağı. Afganistan ve Irak’ta ABD’nin en önemli ortağı şu an için Türkiye aynı zamanda NATO ittifakının tek müslüman ülkesi. Haliyle İslam aleminin hassasiyetini ittifak içinde yansıtacak. Üstelik NATO ve ABD geleceğini büyük oranda müslüman dünya ile ilişkiler üzerine kurduğu için Türkiye’nin pozisyonu çok daha hassas bir durum arzediyor ve ittifak içinde pozisyonu güç kazanıyor. Bu yüzden Ankara’nın Rasmussen’e itirazı geniş sempatiyle karşılandı. Bundan sonra da bütün bölgede Türkiye’nin yükselen grafiği ortaklık iradesini daha da güçlendirecek. Afganların Türklere de büyük saygısı var. Bunu gözardı etmemek gerek. Türkiye’de üçüncüsü gerçekleştirilen Karzai- Zerdari zirvesi, Obama’nın yeni Afganistan stratejisini açıklamasının hemen ardından gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti ve NATO çevrelerinin Türkiye’nin Afganistan için arzettiği önem konusundaki vurguları, Türkiye’nin Güney Asya Politikasında önemli rollere soyunduğunu gösteriyor. Ardı ardına gelen tüm bu gelişmelerin netleştirdiği önemli sonuç Amerika’nın Afganistan ve Pakistan politikalarını Türkiye üzerinden yürütmeye hazırlandığıdır. Zaten Türkiye de orada rolü kolaylaştırıcı rol üstlenmek istiyor. Sorunun çözümünde bir arabuluculuk gibi bir katalizör görevi üstlenmek niyetinde. Böyle bir strateji Türkiye, Afganistan ve Pakistan’ın menfaatine olur. Türkiye, Afganistan ve Pakistan stratejilerini belirlerken Amerikan menfaatleri değil bölge ülkeleri ve kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmek zorunda. Amerika’nın bölgeye yönelik politikalarını hayata geçirme yönünde taşeronluğa soyunması Türkiye’nin bölgedeki tarihi menfaatlerini ve sahip olduğu ayrıcalıklı konumu tamamen yıkacağı gibi Afganistan’daki Türk askeri varlığını da tehlikeye atar. Diğer taraftan bu dediklerimizin dışında maceralara girilmesi halinde can kayıplarının yanısıra Türkiye’den gidip orada çeşitli işler yapan bir sermaye de var. Bu ticaretle ilgili de ciddi sıkıntılar doğar.