İsrail’in, Filistin’e yönelik saldırıları 20 günü geçerken, ölü sayısı da bini aştı. İlk önce hava saldırılarıyla başlayan operasyon iki hafta önce de tanklar eşliğinde kara saldırılarına dönüştü. Hemen her gün, çoğu çocuk onlarca Filistinlinin ölüm haberleri patlayan bombalar ve kaçışan insanların görüntüleriyle sunuluyor. Kara saldırılarının başlamasıyla birlikte TV ekranlarından görünen İsrail askerlerinin arasında dikkat çekenleri ise üniformaları içindeki siyah Yahudiler, bilinen adlarıyla Falaşalar’dı. Yüzyıllardır eski adı Habeşistan olan Etiyopya’da yaşayan, hemen hemen tüm Yahudi adetlerini yerine getiren, Yahudi olduklarını da bir Fransız bir araştırmacı sayesinde öğrenen Falaşalar’ın daha iyi bir hayat için göç ettikleri İsrail’de yaşadıkları da tipik bir umut yolculuğu hikâyesinden farksız değil.
Soyları Süleyman peygambere dayanıyor
81 milyonluk nüfusa sahip olan Etiyopya, ülkede yaşayan birçok farklı etnik kökene sahip insan olmasına rağmen, Afrika ülkeleri arasında bağımsızlığını koruyup, sömürge olmamış tek ülke. Halkın yüzde 50’si Müslüman, yüzde 40’ı Hristiyan Ortodoks. Yüzde 10’luk bir kesim ise Animist. “Sürgün, yabani” anlamına gelen Falaşalar’ın ise çoğu İsrail’e göçtüğü için herhangi bir dini çoğunluğu yok. Falaşalar’ın tam olarak nereden geldiği bilinmiyor ama toplum kendi soyunu Hazreti Süleyman ile Seba Kraliçesi Belkıs’a dayandığına inanıyor.
Hahambaşından Falaşalara “Yahudi” onayı
İsrailoğulları’nın Dan Kavminden oldukları düşünülen topluluğun dünyada tanınması ise Falaşalar’ın kaşifi olarak nitelendirilen Sorbonne Üniversitesi Profesörü Joseph Halevi’nin bölgeye ziyaretiyle gerçekleşti. 1862 yılında yaptığı ziyaret sonrasında Falaşalar’ın soyunu araştıran ve benzerlikleri saptayan Halevi, Avrupa’nın ve diasporanın da Falaşalarla tanışmasını sağladı. Ardından başlayan, gerçek Yahudi mi değil mi tartışmaları ise günümüze kadar uzandı. 1973 yılında dönemin Sefardik Hahambaşısı Ovadia Yosef, Falaşalar’ın Yahudi olduğunu dinen kabul etti. Bu kabulle birlikte Falaşalar’ın İsrail’e göç etmesinin de yolu açılmış oldu. Buna karşın, Aşkenazi hahamlarının Falaşalar’ı hala Yahudi saymadıklarını da belirtmek gerekir.
Hem şabat, hem kurban
Profesör Joseph Halevi’nin de ziyareti sırasında farkettiği benzerlikler arasında Şabat yemeği, Hamursuz orucu, erkek çocuklarını sekiz günlükken sünnet etmeleri var. Buna karşılık kutsal kitapları Tevrat’la büyük benzerlik taşımakla birlikte İbranice değil, ülkenin resmi dili de olan Amharca. Falaşalar’ın Yahudi bayramlarından bazılarını tanımamaları ve Müslüman geleneği olan ve ülkedeki Müslümanlardan etkileşimle benimsendiği düşünülen kurban kesme ritüelini de yerine getiriyorlar.
Osmanlı hahamından Falaşa raporu
Halevi’nin Falaşalar’ı dünyaya duyurmasından sonra, 1873 doğumlu Osmanlı Yahudisi olan Hayim Nahum, 1907 yılında Fransa merkezli bir Yahudi kuruluşu olan Alyans tarafından Falaşalar’ı araştırmakla görevlendirildi. Osmanlı hahambaşılığı da yapmış olan Nahum, Habeşistan’da kaldığı dönemde Falaşalar’ın Yahudi kültürü ve dinine ne kadar bağlı olduklarını araştırdı. Nahum, Falaşalar’ın birçok dini ritüelden habersiz olduğu sonucuna varsa da Yahudi dünyası tarafından daha iyi tanınmalarına vesile oldu.
Göç operasyonu
Etiyopya’nın malum ekonomik koşulları içerisinde yaşamını sürdürmeye gayret eden Falaşalar, 1974 yılında iktidardaki Derg rejimi ile Tigre Halk Kurtuluş Cephesi arasında başlayan çatışmalar Falaşalar’ın ülkeden göç etme isteğini daha da arttırdı. Bunun üzerine İsrail, 1984’de gerçekleştirdiği “Musa Operasyonu” ile 12 bin Falaşayı, 1991’de gerçekleştirdiği “Süleyman Operasyonu” ile de 15 bin Falaşayı hava yoluyla İsrail’e yerleştirdi.
Ucuz iş gücü, ordunun insan kaynağı
Ülkelerindeki çatışmayı ve zor hayat koşullarını bırakıp, bin bir umutla İsrail’e yerleşen Falaşalar burada da umduklarını bulamadılar. Hatta yağmurdan kaçarken doluya tutuldular bile diyebiliriz. İsrail’in yaptığı operasyonlarla kendilerine kucak açtığını düşünen Falaşalar, yeni yurt edindikleri ülkede ikinci sınıf vatandaş muamelesiyle karşılaştılar. Dilini bilmedikleri bir ülkede, düşük eğitim seviyesi nedeniyle uzunca bir süre maddi kazanç elde edemediler. Daha çok hizmet ve güvenlik sektöründe kullanılan Falaşalar’ın birçoğu da orduya yazıldı. İsrail, kendi elleriyle getirdiği bu insanları, ülke standartlarına göre genç bir nüfusa sahip olduklarından ucuz iş gücü ve ordunun insan kaynağı olarak gördü.
Kan skandalı
Ülkede yaşanan iki büyük skandal ise Falaşalar ile İsrailliler arasında büyük gerginliklere yol açtı. 1996 yılında, halktan toplanan kan bağışları arasından Falaşalar’ın kanlarının gizlice yok edilmesinin ortaya çıkması ülkede büyük bir ırkçılık sorunu yarattı. Kanları yok eden kan bankası kendini, “AIDS riski yüksek bir ülke olan Etiyopya’dan gelen kanları kullanamayız” diyerek savunsa da Falaşalar, yapılanın ırkçılık olduğuna inandı. “Bizim tenimiz siyah olsa da kanımız kırmızı ve Yahudi kanı” diyen Falaşalar, hükümet önünde büyük gösteriler yaparak polisle çatıştı. Gösteriler sonunda kan bankası ve hükümet, Falaşalar’dan özür diledi.
Sınırda bekleyen 250 mülteci
İkinci büyük olay ise on yıl sonra 2006’da yaşandı. İsrail’e giriş yapmak isteyen 100’ü çocuk 250 Falaşa mülteci, Lübnan sınırında haftalarca mahsur kaldı. İsrail- Lübnan savaşı nedeniyle sınırda mahsur kalan mültecilerin, penceresi olmayan bir kulübede haftalar geçirmesi İsrail’deki Falaşaları ayaklandırdı. Kendi rızasıyla Falaşalar’ın ülkeye girişine izin veren İsrail’in mültecilere bu zorlukları yaşatması İsrail’deki Falaşalar’dan büyük tepki aldı ve olay yine ırkçılığa yorumlandı.
Yeni nesillerde adaptasyon sorunu
Tüm bunların yanı sıra 1970’lere kadar dayanan göçlerin sonucu olarak ortaya çıkan yeni kuşaklarda da sorunlar gözlemleniyor. İsrail’de doğmuş yeni nesiller, bir yandan kendilerini aileleri ya da ailelerinin doğduğu topraklar ile özdeşleştiremezken diğer yandan kendi doğdukları topraklarda da adaptasyon sorunu yaşıyorlar. Bakıldığında bunlar göç etmiş her topluluğun ikinci, üçüncü nesillerinde görülen bir problem. Bilindiği gibi, Almanya’ya göçen Türklerin çocukları da bugün iki arada kalmış kayıp bir kuşak olarak nitelendiriliyor. Ancak İsrail, bu sorunu biraz olsun çözebilmek için bir müze kurma aşamasında.
İsrail’de Etiyopya mirası
Etiyopya Mirası Müzesi ( Ethiopian Heritage Museum), İsrail’de Falaşa nüfusunun en yoğun olduğu Rehovot kentinde kurulacak. Etiyopya’dan ilk göçenler ile İsrail’e getirilme operasyonuna katılan Mossad yetkililerinin de katılımıyla kurulacak müzede bitkilerinden, yerel kıyafetlerine kadar Etiyopya havası sağlanacak. Müzede göçlerin belgeleri ve resimleri de kullanılarak, o dönemde yaşanan acılar, çekilen sıkıntılar da genç nesillere aktarılmış olacak. Müzenin kurucularından Moshe Bar-Yuda, amaçlarını şöyle dile getiriyor: “Müze, Etiyopya yahudi kültürünü, bu kültürle tanışıklığı olmayan İsraillilere gösterecek. Aynı zamanda iki kültür arasında sıkışıp kalan genç Falaşalar, atalarının kültür mirasını görerek gururlanacak ve İsrail toplumunun bir parçası olmayı daha çok benimseyecek.”
Kardeşlik sofraları şimdilik hayal
Bugün İsrail’de 100 bini aşkın Falaşa yaşıyor. Bundan bir asır önce toplumlardan biri siyah yahudi olamayacağına, diğeriyse beyaz yahudi olamayacağına inanırken, bugün tek bir ülke için, tek bayrak altında beraber yaşama savaşı veriyorlar. Ancak görülen o ki, “Gün gelecek, bir zamanlar köle olanların evlatlarıyla yine bir zamanlar köle sahiplerinin evlatları, Georgia’nın kızıl tepelerinde, birlikte kardeşlik sofrasına oturabilecekler” diyen Martin Luther King’in rüyası Georgia’da gerçeğe dönüşüyor olsa da, İsrail için kardeşlik sofraları şimdilik hayalden öteye geçemiyor.