Genel

Yoksa Marx haklı mı çıkıyor?

Yazan: Serhan Yorgancı

Geçtiğimiz haftayı 1 Mayıs tartışmaları ve “o meydan senin bu meydan benim” itişmeleriyle geçirdik. Emekçiler üzerindeki bitmek tükenmek bilmeyen devlet baskısı, Türkiye’de her zaman olduğu gibi “esas mesele”nin tartışılmasını engelledi. Oysa işçiler ve tüm çalışanlar için ekonomik krizin, gelir dağılımının, sosyal güvenliğin konuşulması, tartışılması gerekiyor. Bu konular Türkiye’de hâlâ “tartışılamazken” kapitalist sistemin merkez ülkesi Amerika […]

Geçtiğimiz haftayı 1 Mayıs tartışmaları ve “o meydan senin bu meydan benim” itişmeleriyle geçirdik. Emekçiler üzerindeki bitmek tükenmek bilmeyen devlet baskısı, Türkiye’de her zaman olduğu gibi “esas mesele”nin tartışılmasını engelledi. Oysa işçiler ve tüm çalışanlar için ekonomik krizin, gelir dağılımının, sosyal güvenliğin konuşulması, tartışılması gerekiyor.

Bu konular Türkiye’de hâlâ “tartışılamazken” kapitalist sistemin merkez ülkesi Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan ve bütün dünyayı sarsan ekonomik kriz, etkisini arttırarak yayılmaya devam ediyor. 1980’li yıllardan itibaren dünya genelindeki ekonomik büyümeye karşılık, özellikle “Güney” olarak adlandırılan bölgelerde işsizliğin ve yoksulluğun artışı, dünyaya hakim olan neoliberal anlayışa karşı tepkilerin giderek yükselmesine neden oluyor.

Yıllardır G7 zirveleri sırasında görülen küreselleşme karşıtı büyük gösteriler ve Latin Amerika’da güç kazanan sol iktidarlar, neoliberal anlayışın artık ivme kaybettiğinin açık bir göstergesi. Ekonomistler dünyayı saran ve finans sektöründen sonra reel ekonomiyi de etkisi altına alan krizin yeni bir sistemin habercisi olduğunda birleşiyorlar. Ancak yeni ekonomik düzende yoksulların ve emekçi sınıfların ne kazanıp ne kaybedeceği tartışma konusu. Liberal iktisatçılar her krizde olduğu gibi faturayı yine emeğiyle geçinen geniş kitlelerin ödeyeceğini düşünüyor. Oysa sol kesimden gelen ekonomistler, bunun bir kader olmadığını vurgulayarak emekçilerin ve yoksulların daha fazla örgütlenerek bu krizi daha iyi bir dünya yaratmak için kullanabileceklerini söylüyor.

Prof Tonak: “Emekçiler açısından durum vahim”

İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Tonak, ekonomik krizin emekçi kitleleri derinden etkilediğini ifade ediyor. “Sadece işsizlik istatistikleri bile bu durumu görmek için yeterli. İşsizlik oranı yüzde 15,5 ile görülmemiş seviyesinde. Bu sadece resmi sayı. Yarım zamanlıları, iş aramaktan vazgeçenleri, gizli işsizleri, eğitim seviyesinde tekabül eden iş bulamayanları da eklerseniz işsizlik oranımız büyük buhran sırasında ABD’nin yaşadığı işsizliğin üstünde” diyen Tonak, işi olanların durumunun işsizlerden daha iyi olmadığını söylüyor. İşi olanların her geçen gün biraz daha borçlandığını belirten Tonak bankaların, ev sahiplerinin, bakkalların da işi olan, olmayan emekçilerin peşinde olduğunu da sözlerine ekliyor.

Dünyada 230 milyon kişi işsiz

Dünyadaki işsiz sayısı 1996’da 161.4 milyon iken, 2006’da 195 milyona ulaşıyor. Ve 2006 rakamlarına göre 1,4 milyar çalışan da ailesini geçindiremeyecek kadar az para kazanıyor. 2006 istatistiklerine göre dünyada 1,4 milyar insan günde 2 doların altında bir ücrete, 507 milyon ise 1 doların altında bir ücrete çalışıyor. Yani dünyadaki çalışanların yüzde 47,4’ü günde 2 doların altında bir ücretle kendilerini ve ailelerini geçindirmeye çalışıyor. (”The Employment Imperative” Birleşmiş Milletler Şubat 2007)

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), küresel ekonomik kriz nedeniyle 40 milyon çalışanın daha işsiz kalacağını ve 2009 itibariyle dünyadaki işsiz sayısının 230 milyona ulaşacağını tahmin ediyor. Bu sayı da dünyadaki işsizlik oranının tarihi bir rekor kırarak yüzde 7’nin üzerine çıkması anlamına geliyor.

Ekonomist Mustafa Sönmez ise durumu “Dünyayı paylaşan filler, yeni bir hesaplaşma ve güç paylaşımı savaşında“ sözleriyle özetliyor. Sönmez, ekonomik krizin etkisini arttırdığı bugünlerde dünya sermayesi debelenirken, üretimin asli gücü olan emeği de beraberinde dibe çektiğini söylüyor:

“Gelişmiş, azgelişmiş tüm dünya emekçileri ve yoksulları, bu krizi patronlarından daha erken ve derin yaşamaya başladılar…”

Çalışanların krizden ne ölçüde etkilendiğini, işsizlik rakamları kadar sendikaların tutumu da ortaya koyuyor. Prof. Ahmet Tonak, sendikaların üye kaybetme tehlikesi nedeniyle görülmedik ücret indirimlerine boyun eğmek zorunda kaldığını söylüyor ve “Neresinden bakarsanız bakın durum emekçiler açısından vahim” diyor.

Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi ve ÖDP Genel Başkanı Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu’da işsizliğin yaygınlaştığını ve maaş ödemelerinde de aksamalar olduğunu söylüyor. İşini kaybetmeyenlerin dahi maaşlarını eksik ya da geç almaya başladığına dikkat çeken Kozanoğlu, işsizliğin arttığı bir dönemde yeni iş bulma şanslarının azaldığını ve emek piyasasındaki pazarlık güçlerinde gerileme meydana geldiğini ifade ediyor. Böylelikle genel olarak emekçilerin yaşam koşullarının iyice bozulduğunu belirten Kozanoğlu, krizin etkilerinin Türkiye’de henüz tam olarak hissedilmediği görüşünde:

”Gelirdeki düşüşler ister istemez daha fazla kredi kartı borçlanmasına ve kredili harcamalara yol açtı. Krizin gerçek etkilerini yeterince görmedik. Hükümet de krize karşı sadece dua eder durumunda. Hükümetin pasif kalmasıyla kriz daha da derinleşecek. Şu anda krizin gerçek etkilerini insanlar sosyal hayatta görmüyor.”.

Küreselleşmenin neden olduğu gelir dağılımındaki bozulmanın krizle daha da derinleştiğinin altını çizen Ahmet Tonak bu durumun ortaya çıkaracağı sonuçları şöyle açıklıyor:

”İşsizlik, borç batağı ve işsiz kalma tehlikesiyle birlikte düşünüldüğünde zaten kötü olan gelir dağılımının daha da kötüleştiği ve kriz sürdükçe giderek katlanılmaz bir biçim alacağı yadsınamaz. Bir yanda her bakımdan çaresiz kalan, çocuğunu geçindiremeyen insanlar, öte yanda tank gibi SUV’lerle şehir içinde cirit atanlarla dolu bir şehir patlamaya hazırdır. Patlamanın şeklini, zamanını, dozunu kestiremiyorum ama gidişat o yönde.”

Ucube bir kapitalizm gündemde

Dünya tarihinin son 30-35 yılına tartışmasız şekilde damgasını vuran neoliberalizm döneminin sonuna gelindiği konusunda her üç iktisatçı da hemfikir. Piyasacılık ve devletin küçülmesi anlamına gelen neoliberalizminin bittiğinin altını çizen Ahmet Tonak, bankacılığın yanı sıra önümüzdeki günlerde küresel otomobil şirketleri General Motors ve Chrysler’in bile kamulaştırılacağı görüşünde. Tonak bu uygulamalarla iyice ucube hale gelmiş bir kapitalizmin gündemde olduğunu söylüyor.

Mustafa Sönmez de 30 yıllık neoliberal rüzgarın, dünya sermayesine kısa sürede dev birikimler sağladığını, yine de sonunda Karl Marx’ın dediğinin çıktığını söylüyor. Hızla büyüyen sermayenin, bu birikimi çeviremez olduğunu ifade eden Sönmez, ” Sermaye büyük sahtekârlıkları göze alarak yarattığı finansallaşmayla da, balonlaşmayla da bu birikimi idame ettiremez oldu ve balonu patladı, bu patlama da onu kör kuyulara düşürdü.” diyor.

Hayri Kozanoğlu da neoliberal politikaların aslında bir amaç değil, sermaye egemenliği açısından bir araç olduğunu belirterek, artık neoliberalizmden geri adım atılmaya başlandığını söylüyor.

Güney’in etkisi artacak

Krizin etkisiyle Güney Amerika’daki sol hareketlerin etkisinin artacağına kesin gözüyle bakan Ahmet Tonak, sol hareketliliğin ilk Avrupa’da yaygınlık kazanacağını tahmin ediyor. Buna örnek olarak da Yunanistan’da yaşananları, Fransa ve İngiltere’deki grevleri önden gelen sinyaller olarak gördüğünü söyleyen. Tonak ayrıca baskıcı rejimlerin de son aylarda gündemde olduğunu vurguluyor.

Öncelikle Latin Amerika ülkeleri arasındaki dayanışmanın belirgin bir şekilde gündeme geldiğini ifade eden Hayri Kozanoğlu, bölgede Meksika gibi sağ hükümetlerin de bulunduğunu fakat Bolivya ve Paraguay gibi ülkelerde sol iktidarların ortaya çıkmasıyla Güney Amerika’nın büyük ölçüde sol eğilime girdiğini söylüyor. Latin Amerika’da dayanışmayı öngören bir anlayışın ortaya çıktığını vurgulayan Kozanoğlu, bunun sol açısından bir fırsat olduğunu düşünüyor:
”Latin Amerika doğal kaynakları olan, kendi içerisinde de ticareti yaygınlaştırarak krize karşı ciddi bir blok oluşturabilecek gücü olan bir bölge. Bu yönde gelişmeler var. Genel hatlarıyla, bu kriz bütün dünyadaki gibi Latin Amerika’da da yoksulluk yaratsa da, bunun Latin Amerika ekonomik blokunun kurulmasında ve yaygınlaşmasında çok ciddi bir fırsat olacağını düşünüyorum. Son dönemlerde Latin Amerika ülkeleriyle, özellikle de Arjantin ve Brezilya ile Çin arasındaki ekonomik ilişkilerin iyice yakınlaşması, Çin’in Arjantin başta olmak üzere Latin Amerika’ya çok ciddi yatırımlar yapması da ayrı bir dinamik olarak ortaya çıkacak.”

Faturayı zenginlerin ödemesi gerekiyor

Kapitalizm için artık sonun başlangıcı noktasına gelindiğini ifade eden Mustafa Sönmez, emeğin gücünün bu çöküntünün içinden tekrar filizlenmesi gerektiğini söylüyor. Sermayenin, bu zor günlerde emeği yanında görmek istediğini belirten Sönmez, bunun için sermayenin emekçileri “seni işsiz bırakırım, kurtulmamız birbirimize bağlı” tehdidiyle korkuttuğunu ifade ediyor. Sönmez, “Emek, bu muazzam krizle sermayenin kuyruğuna takılmayı değil, dibe vurup dipten çok farklı bir geleceğe yelken açmayı bilmeli.” diyerek emek örgütlerinin yeni bir dünya tasarlaması gerektiğinin altını çiziyor.

Dünyada ve Türkiye’de gelir dağılımının bozulmasının krizin ana nedenlerinden biri olduğunu belirten Hayri Kozanoğlu da, bütün dünyada ve Türkiye’de yoksullara satın alma gücü kazandırıldığı, yoksullara yönelik sosyal hizmetler ve eğitim sağlandığı bir sistemle krizin aşılmasının mümkün olabileceğini diye getiriyor. Kozanoğlu’na göre bunun için ekonomiyi canlandırma paketlerinden öte, ekonomideki mülkiyet ve gelir yapısından, yoksullar lehine, faturasını zenginlerin ödeyeceği radikal önlemler gerekiyor. Bugün dengelerin emekçiler lehine dönmesi için, mevcut hükümetlerden ve sermaye temsilcilerinden yardım beklemek yerine emekçilerin örgütlenmesi gerektiğini ifade eden Kozanoğlu, kriz ortamının özellikle neoliberalizmin ideolojik hegemonyasından kurtulacak bir fırsata dönüştürülebileceğini belirtiyor.

Yorum yazın