“Barış gazeteciliği açısından Türkiye’de durum, Türkiye’de barış gazeteciliği mümkün mü?” başlıklı oturumda gazeteci Haluk Şahin, Hürriyet Gazetesi ombudsmanı Faruk Bildirici, Vatan Gazetesi yazarı Ruşen Çakır, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş ve Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Doğan Satmış konuşmacı olarak yer aldı. Yapılan konuşmalarda Türkiye medyasının geçmişten günümüze yaşadığı değişimlere, basın özgürlüğüne ve medyanın barış sürecine bakışı ve bu süreçte barış gazeteciliğinin önemine değinildi.
Oturumun moderatörlüğünü yapan Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Profesör Haluk Şahin Türkiye’de barış gazeteciliğine post modern bir yaklaşımla bakıldığını belirterek, “Türkiye’de içinde bulunduğumuz dönemde basına yönelik sansür, belirli konuların konuşulmaması 'barış gazeteciliği' olarak görülüyor” dedi. Sansürün Türkiye’de daha yayın öncesinde başlığını belirten Şahin, muhalif yayın organlarının reklam verilmeyerek tehdit edildiğini belirtti. Şahin, “Eskiden hiç konuşulmayan konuları konuşmanın keyfini tam yaşayacakken kabul edilemez bir şekilde sansür uygulanıyor, gazeteciler susturuluyor” diyerek Türkiye’nin tuhaf bir dönemden geçtiğinin altını çizdi.
Haber yapmak yerine seyrettik
Hürriyet Gazetesi ombudsmanı Faruk Bildirici “Barış gazeteciliğini nasıl yapabileceğimizin cevabı şurada yatıyor: Türkiye’de 30 yıldır savaş var biz gazeteciler olarak bu savaş sürecinde neyi yapmadık? Kendimize ayna tutup buna bakmamız gerekiyor” dediği konuşmasında geçmişteki kötü gazetecilik örneklerine ilişkin özeleştiri yaptı. Gazeteciliği sadece iktidarın çizgisine bağlılık olarak görmediğini belirten Bildirici, “Geçmişte köyler yakılıyordu, failler meçhuller vardı. Biz hangi köyleri yazdık hangi faili meçhulün haberini yaptık. Hizbullah da derin devlet de faili meçhul cinayet işliyordu ve biz seyrettik. Türkiye’de medya Türkiye’nin değil, Türk tarafının haberini yaptı. Ortaya çıkan boşluğu Kürt medyası doldurdu. Bizim yazmadığımız faili meçhulleri yazdı. Ama sonuçta bugüne geldiğimizde Türkler Türk medyasından, Kürtler Kürt medyasından yana hale geldi. Nasıl bizim yazdığımıza onlar inanmıyorsa, onların yazdıklarına da Türkler inanmıyor. Bizim bu kopuşu toparlamamız gerekiyor. Yapmamız gereken, ‘Barış gazetecisi dediğimiz şey aslında iyi gazetecilik midir?’ sorusunun yanıtı çerçevesinde taraflar arasındaki iletişimi sağlayıp, yanlı değil gerçek haber yazmaktır” dedi.
Medyanın samimiyetsizliği
Son dönemdeki barış çabalarıyla ilgili medyanın desteğinin samimiyetsiz olduğunun altını çizen Ruşen Çakır, “Bu süreçte ana akım medya barış sürecini destekliyor duruyor ama barış gazeteciliği yapmıyor. Çünkü medya yönetici ve sahiplerinin en önemli kıstası okuyucunun değil başbakanın tepkisi. Bu yüzden reyting getirebilecek olan programlardan kaçınılabilir ya da okur getirebilecek olan gazetecilerin işine son verilebilir. Çünkü asıl önemli olan hükümetin ne düşüneceğidir. Kürt Sorunuyla ilgili yıllardır yazan Hasan Cemal’in işten çıkarılması medyanın barış sürecine aslında destek vermediğinin en bariz göstergesidir” dedi.
Çakır 2012 Aralık ayından günümüze kadar olan süreçteki medyanın dilinin nasıl değiştiğini 2013 Newroz kutlamalarının gösterdiğini anlatan Çakır, “Öcalan’ın mektubu okunurken, bazı kanallar canlı vermedi. Mektuptaki söylemler Başbakan söylemiyle aynı olduğu ortaya çıkınca da akşam bültenlerinde yer verdiler. Bu da medyanın sürecin tüm aktörlerine eşit mesafede yaklaşmadığının göstergesidir” diye konuştu.
Türkiye’de bağımsız olmama halinin medyanın adeta genlerine işlemiş durumda olduğunu vurgulayan Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş, medyanın sadece hükümetten ya da sermayeden değil ideolojiden de bağımsız olması gerektiğini söyledi. Medyanın Türk, Kürt, Ermeni tüm milliyetçiliklerden bağımsız olması gerektiğinin önemli olduğunu belirten Koptaş, “Bazı Ermeni okurlardan neden Kürt haberleri yapıyorsunuz şeklinde şikâyet geliyor. ‘Gazeteyi Kürtler mi satın aldı?’ diye soruyorlar. Hâlbuki üstüne titrememiz gereken bir barış sürecinden geçiyoruz. Ama ben de bu süreçte gazetelerin ve gazetecilerin takındığı ılımlı tavrın bir riyayı barındırdığını düşünüyorum.
Söylem kontrolü çabası var
Doğan Satmış da konuşmasında yakın geçmişten ve günümüzden gazete manşetlerini örnek vererek yapılmaması gerekenleri anlattı. 2011’de PKK’nin saldırısı sonucu 24 askerin ölümüne ilişkin haberlerin medyada nasıl milliyetçi ve kışkırtıcı bir söylemle yer bulduğunu anımsatan Satmış geçmişteki ve bu yılki Newroz kutlamaları ile son süreçle ilgili atılan başlıklar ve haberlerin medyadaki dilin çok değişken olduğunu ispatladığını söyledi. BBC’nin eski bir yöneticisinin Falkland Savaşı için “Bizim için oğlu savaşta ölmüş İngiliz ya da Arjantinli anne aynı derecede önemlidir^dediğini anımsatan Satmış, “Bu çok onurlu bir duruş ama gerçekçi değil. Suriye’yle savaşa girsek Suriyeli anneye bizim ki bir mi? İnsanlar ölmüşken psikoloji sertleşiyor bundan kaçamıyorsunuz. Kısaca kan akan ülkede barış gazeteciliği yapmak o kadar kolay değil” dedi.