Genel

‘Bilmiyorsan sor kardeşim’

Yazan: Lütfü Seymen*

Bizde gazetecilik, sözüm ona “araştırmacı gazetecilik”, sansasyonel bir başlık attığında, altını neyle doldurursan doldur, beslersen besle işe yarıyor, satıyor. Kendisine araştırmacı gazeteci titrini yapıştırmış hemen herkesin TV programlarında ve yazılı basında yaptığı ölülerin-dirilerin üzerinden bir takım hikayeler anlatmak. 15 Mart 2009 tarihli Hürriyet gazetesinde Soner Yalçın’ın “Bu aileyi tanımayan bu ülkeyi anlatamaz” başlıklı yazısı da […]

Bizde gazetecilik, sözüm ona “araştırmacı gazetecilik”, sansasyonel bir başlık attığında, altını neyle doldurursan doldur, beslersen besle işe yarıyor, satıyor. Kendisine araştırmacı gazeteci titrini yapıştırmış hemen herkesin TV programlarında ve yazılı basında yaptığı ölülerin-dirilerin üzerinden bir takım hikayeler anlatmak.

15 Mart 2009 tarihli Hürriyet gazetesinde Soner Yalçın’ın “Bu aileyi tanımayan bu ülkeyi anlatamaz” başlıklı yazısı da buna bir örnek.

Baba Mihri Beyoğulları, Selahattin ve Necmettin Hilav, kızkardeş Lâmia (Kadıköy Kız Lisesi Müdiresi), Süheyla, en küçük kardeş Leyla Hilav (Sönmezocak), gelinler Alev Cem ve Çiğdem Talu’dan sözeden bir yazı. Ailenin Kürt kökenli oluşu Selahattin ağabeyin Türkiye’de Marksizme çeviri ve telifleriyle büyük katkılar yapmış oluşu, Necmettin ağabeyin üç-beş dil bilen yüksek mühendisliği, Selahattin ağabeyin Alev hanım ve Çiğdem Talu’yla evliliği, kızları Zeynep, yine Necmettin ağabeyin müzmin bekârlığı, Leyla Hanımın Rahmi Sönmezocak’la evli oluşu üzerinden bir haber yazı. Amaç Türkiye’nin mozaik olduğunu ispatlamak.

HaberVs‘yi ’tan takip edebilirsiniz

Necmettin Hilav’ı 1993 senesinden beri tanırım, Selahattin ağabeyi kardeşinin cenazesinde tanıdım. Öncesinde, çevirdiği ve yazdığı her kitaptan biliyordum zaten. Soner beyin teslim ettiği gibi Marksizme bulaşmış herkesin tanısın tanımasın rahlesinden geçtiği birisidir. Çiğdem hanımın şarkı sözleri oturaklıysa, Melih Kibar, Erol Evgin, Onno Tunç gibi şarkıcı ve şarkı sözü yazarlarını etkilediyse bunu bir dönem Selahattin ağabeyle evli oluşuna borçludur. Yerlilik konusunda ise ona borçlu olmayan solcu yok gibidir.

Soner Yalçın’ın yazısında takıldığım noktalardan birisi; Necmettin ağabeyin kitap okumaya meraklı İslamcı arkadaşları tarafından gömüldüğü ve kendisinin de İslamcı bir münevver olduğu yolundaki cümleler. Soner Yalçın arkadaşı olduğu İbrahim Yılmaz’ın Simurg adlı dergisinde yayınlanan Nedret İşli’nin yazısına baksa cenaze törenine katılanların hiç de öyle olmadığını görecekti.

Necmettin Hilav’ın İslamcılığına gelince; bu tam uyduruk bir hikâye. Farsça, Arapça, Osmanlıca, Almanca, Fransızca, Latince ve İngilizce bildiği bir gerçek. İslam tarihini, kültürünü, felsefesini birincil kaynaklardan okuduğu da. Ahmet Emin’den, Dozzy’den ezbere parçalar okuduğuna, W.Durand’dan pasajlar anlattığına defalarca şahidim. Evliya Çelebi’den, Katip Çelebi’den söz ederken; sağ elini çenesine doğru sakal yapıp “bunu bizim Müslümanlar anlamaz” dediğini de çok bilirim.

Bir kere cumaya gitmemiş, bir Ramazan oruç tutmamış birisine sırf yazıyı renklendirmek adına “İslamcı Münevver” demek; Hilav ailesinin hem komünist ve Marksist, hem İslamcı, hem şarkıcı (gelin Çiğdem Talu), hem türkücü (damat Rahmi Sönmezocak) barındırdığını söylemekle Türkiye’nin portresini aile üzerinden yapıyormuş görünmek; “cami avlusunu dolduran 40-50 kişinin, çoğu Necmettin Hilav’ın kitap okumaya meraklı, temiz beyaz sakallı İslamcı arkadaşları” diye tanımlamak arşınla ölçülecek bir şey değil, endazeye de sığmaz.
Ateist bilimadamı cenazede imamın arkasında duruyordu. Neden? Yazarımızın dediği gibi “hem Doğulu hem Batılı olmanın inceliğinden” değil; tabutta yatanın ağabeyi oluşundandı. “Aydınlanmacı Batı felsefesinin zihni eğitiminden geçmiş bir doğulunun zerafeti onu yoğuran bir kültüre saygısı” değil, ailenin en büyüğü oluş ve cenazeye sahip çıkıştı. Çünkü ölü hepimizden çok onların ölüsüydü.

“Tek kusuru ağabeysinin tersine yazmayı sevmemesi” değildi, yazamıyordu. Ayrıca okumaktan yazmaya fırsat da bulamıyordu. O kendisini mürşit değil mürit gibi görüyordu. Mürşidi kitaplardı. Yazmak ayrı bir sanattır. Herkes yazamaz. “Söz uçar yazı kalır” darbımeseli mollaya göre değildi. Ama onu yakından tanıyan herkesin ortak fikri “o yazmasa da olurdu”. Her birimiz ondan Doğu’ya bakmayı öğrendik. İslam’ın dinden ziyade kültürüyle, felsefesiyle, bilimiyle ilgili olan birisine bugünkü anlamıyla “İslamcı” yaftasını yapıştırmak insaf ister. Onun cenazesinde saf tutanlar arasında ateist, Marksist, komünist, Kemalist bir sürü insan vardı. Aramızda temiz beyaz sakallı olan birisi hatırladığım kadarıyla yoktu, benimkiler de o tarihlerde kızıla çalıyordu.

Türkiye’nin aslında bir mozaik (!) olduğunu ispatlamaya çalışmak Necmettin Hilav’ın olmadığı bir insan gibi gösterilmesini gerektirmez diye düşünüyorum.

*Sahaf

Bu aileyi tanımayan bu ülkeyi anlayamaz

Soner Yalçın (Hürrriyet, 15 Mart 2009)

Baba, Musul doğumlu bir Kürt; Said-i Nursi’nin avukatı. Anne, Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’in torunu. Oğullarından biri ateist-solcu, diğeri İslamcı münevver.

Kızların biri Kadıköy Kız Koleji Müdürü, diğeri avukat. Damat ses sanatçısı. Gelinleri ise, Türk basınının en köklü ailesi Talu’ların -şarkı sözü yazarı- kızı. Peki, bu aile bize neyi anlatıyor?

TARİH 9 Şubat 2000.Sahrayıcedit Camii musalla taşında bir tabut.Yeşil örtülü tabutun başında sessizce ağlayan 72 yaşındaki ateist bir ağabey; Selahattin Hilav…Felsefeci, çevirmen ve denemeci Selahattin Hilav’ın adını duymayan solcu herhalde yoktur. Çünkü, Türkiye’de aydınlanma felsefesi ve sosyalizmin anlaşılmasında büyük katkıları oldu. Marx, Sartre, Diderot, Schopenhauer, Garaudy, Foucault öğrenmek isteyip de Selahattin Hilav’ın çevirilerini eline almayan yoktur.

Cami avlusunu dolduran 40-50 kişinin çoğu; 66 yaşında hayata gözlerini kapayan Necmettin Hilav’ın, kitaba-okumaya meraklı, temiz beyaz sakallı İslamcı arkadaşları.

Hepsi büyük bir nezaketle ve üzüntüyle Selahattin Hilav’a başsağlığı diledi.

Cemaat sonra hep birlikte cenaze namazı için saf tuttu.

Selahattin Hilav imamın hemen arkasındaydı…

Solcu aydın Selahattin Hilav

Ateist bilim adamının, imamın arkasında saf tutması ne anlama geliyordu!

Hem Doğulu hem Batılı olabilmenin inceliğiydi aslında bu.

Marksizm’in “yabancılaşma” kavramını Türkçe’ye ilk onun sokmasının nedeniydi bu.

Nesimi Divanı’nı, İbn Haldun’u, Platon’u, Eşari’yi, Hegel’i, Marx’ı, Nietzsche’yi, Lefebvre’i, Freud’u harmanlamaktı bu.

Aydınlanmacı Batı felsefesinin zihni eğitiminden geçmiş bir Doğulunun zarafetiydi bu. Onu yoğuran kültürüne saygıydı bu.

Selahattin Hilav’ın “yerli Marksizm” arayışlarına girip, Asya Tipi Üretim Tarzı konusunda çalışmalar yapmasının sebebiydi bu.

Onu, Paris Sorbonne’a gönderip Marksist olmasına vesile olan kimdi biliyor musunuz; İstanbul Erkek Lisesi’ndeki felsefe öğretmeni, sosyalist-İslamcı Nurettin Topçu!

Necmettin Hilav ‘nihrir’ idi

Sahrayıcedit Camii avlusunda bulunanların hemen hepsi, Necmettin Hilav gibi Nurettin Topçu’nun “rahle-i tedrisatı”ndan geçti.

Ne yazık ki, baş davası ahlak olan o nesil bugün artık kaybolmak üzere. Onların yerini kimlerin aldığını yandaş medyada görüyorsunuz sanırım!

Necmettin Hilav, yaşam biçimi ve kişilik olarak ağabeyinin zıddıydı.

İTÜ mezunu, yüksek mimar idi. Uzun yıllar Merkez Bankası’nda çalıştı.

Hiç evlenmedi.

İngilizce, Fransızca, Almanca ve Latince’yi rahatlıkla anlıyordu; Arapça, Farsça ve Osmanlıca’ya çok hákimdi.

Evliya Çelebi’yi, Naima’yı, İbn-i Sina’yı, Farabi’yi özgün metinlerinden okudu.

İslami bir hayat tarzı benimsedi; örneğin ağabeyinin tersine ağzına içki koymadı.

Ama sanmayınız ki yobazdı. Münevverdi.

Beyazıt, Tünel ve Kadıköy’deki sahaflara gitmek dışında pek evden çıkmazdı. Sürekli okurdu.

Tek kusuru -yine ağabeyinin tersine- yazmayı sevmemesiydi. Yani “nihrir” idi; çok okuyan, çok bilen, ama yazmayan kişi!

Sadece küçük defterlerine notlar aldı. Bunların yayınlanmasını istemedi.

Birçok merakı vardı; bunların başında keman çalmak ve sahaflardan kitap toplamak geliyordu. Hat sanatıyla ilgiliydi. Eski cilt sanatıyla uğraşıyordu. İslam paraları uzmanıydı. Yelkenli kullanmayı seviyordu.

Necmettin Hilav, Başıbüyük Mezarlığı’nda toprağa verildikten sonra, Selahattin Hilav kardeşinin Suadiye’deki evine taşındı.

Ve, o da ölene kadar 5 yıl o evde yaşadı.

Baba, Said-i Nursi’nin avukatı

Farklı görüşe mensup iki erkek evlada sahip baba kimdi?

Baba ne solcuydu ne sağcı!

Baba, Kürt siyasal hareketinin tanınmış isimlerinden biriydi…

Mihri Bey, 1885 Musul Dise Köyü doğumluydu. Babası, “Küçük Molla” diye bilinen Mela Mahmud bir din adamıydı.

Babasının annesi üzerine kuma getirmesine kızıp 17 yaşında İstanbul’a geldi. Fatih Medresesi’nde Dağıstanlı Hoca Hüseyin Hüsnü Efendi’nin öğrencisi oldu.

Birkaç yıl sonra aynı medresede dersiam/müderris olarak görev yaptı.

Hocasının kızı, Şeyh Şamil’in torunlarından Şaziye Hanım ile evlendi.

Genç yaşından itibaren Osmanlı’daki Kürt siyasal hareketlere sempati duydu. 1912’de kurulan Kürt öğrenci derneği Hevi’nin kurucuları arasında yer aldı. Şeyh Said davasında yargılandı.

Irak’taki Jin Dergisi’ne de, Musa Anter’in çıkardığı Dicle’nin Kaynağı Dergisi’ne de makaleler yazıp gönderdi. Ağabeyi Mehmed Miftizade, 1959’da Tahran’da yayına başlayan Kürdistan Gazetesi’nin başyazarıydı.

Fransızca, Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilen Mihri Bey, Kürtçe’nin tüm lehçe ve şivelerine hákimdi. İlk Kürtçe gramerin yazarıydı.

“Bir Fuzuli’nin Divanı” ve “Ahlak Yükseliş Kaynağı ve Mutluluk Ocağı” adlı kitaplar yazdı.

Cumhuriyet ile medreseler kapanınca Mihri Bey önce edebiyat öğretmenliği yaptı. Sonra hukuk fakültesini bitirerek avukat oldu. Müvekkillerinden biri Said-i Nursi (Kürdi) idi.

Gerek kitaplarında gerekse sohbetlerinde herkese -ve dolayısıyla çocuklarına- Doğu kültürünü aşıladı; divan edebiyatını sevdirdi; İslam felsefesini öğretmeye çalıştı.

Mihri Bey, spora çok meraklıydı. Yüzmeyi seviyor, ata binmekten zevk alıyor ve ava çıkıyordu.

1956 yılında vefat eden Mihri Bey, yaşamının sonuna kadar Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne inandı. Çocuklarını öyle yetiştirdi.

O bu ülkenin namuslu, aydın bir Kürt’üydü…

Gelin, Çiğdem Talu

Kürt siyasal hareketlerine sempati duyan bir babanın iki oğlu dışında üç kızı daha vardı.

Hilav Ailesi’nin en büyük çocuğu Lamia Hilav’dı. Coğrafya öğretmenliği ve Kadıköy Kız Koleji müdireliği yaptı.

Hilav Ailesi’nin her perşembe günü yaptığı toplantılar onun evinde oluyordu. Kızı Suğra Öncü, dayısı Selahattin Hilav gibi çeviriler yaptı. Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Odası” eserini çevirdi.

Lamia’nın bir küçüğü, “iki numara” Süheyla Hilav’dı.

Ailenin en hassas ve özverili olanıydı. Babasının isteği üzerine avukat oldu. Kızı Üzra Nural, dayısı Selahattin Hilav ile birlikte Germain Bazin’in “Sanat Tarihi” eserini çevirdi.

Selahattin ve Necmettin’den sonra en küçük kardeş Leyla Sönmezocak’tı. Eşi radyo sanatçısı, tasavvuf musikisine vakıf Rahmi Sönmezocak’tı.

Aileye gelinleri sadece çapkınlığıyla ünlü Selahattin Hilav getirdi.

İlk eşi (gazeteci, politikacı İsmail Cem’in kardeşi) Alev İpekçi’ydi.

İkinci eşi ise (Recaizade Mahmud Ekrem’in torununun kızı), Türk pop müziğinin en iyi şarkı sözü yazarlarından Çiğdem Talu (Gazeteci Umur Talu’nun ablası) idi. Bu evlilikten doğan Zeynep Talu da şarkı sözü yazarı olarak annesinin yolunda başarıyla ilerliyor.

Uzatmayalım…

Hilav Ailesi’ne ait bilgileri alt alta yazınca karşınıza ne çıkıyor:

Türkiye mozaiği!

O halde…

Ajda Pekkan ile Aynur’un birlikte Kürtçe şarkı söylemesine korkmadan eşlik edelim.

Bunun, kültürel hayatı “tek tip”e dönüştürmek isteyen küreselleşmeye karşı direnç olduğunun farkında olalım.

Yorum yazın