Genel

Eski Sabah’çıların itiraf edilmemiş gazetecilik günahları (1)

Yazan: HaberVs

Alper Görmüşagormus@medyakronik.comDünkü (30 mart) Sabah’ta genel yayın yönetmeni Ergun Babahan, günlerdir gazetesini topa tutan eski “yoldaş”larına hitap ediyordu.“Sabah’ı batırmak için yola çıkıp, kendileri 100 milyonlarca lira batırıp, şimdi bunu borsadaki küçük yatırımcının sırtına yıkmaya hazırlananlar, timsah gözyaşı döküyor. ‘Sabah ne hale geldi’ diye. Sanki kendi yaptıkları Sabah onur ve haysiyet abidesiydi. Madem kavgada yumruk sayılmaz […]

Alper Görmüş
agormus@medyakronik.com

Dünkü (30 mart) Sabah’ta genel yayın yönetmeni Ergun Babahan, günlerdir gazetesini topa tutan eski “yoldaş”larına hitap ediyordu.
“Sabah’ı batırmak için yola çıkıp, kendileri 100 milyonlarca lira batırıp, şimdi bunu borsadaki küçük yatırımcının sırtına yıkmaya hazırlananlar, timsah gözyaşı döküyor. ‘Sabah ne hale geldi’ diye. Sanki kendi yaptıkları Sabah onur ve haysiyet abidesiydi. Madem kavgada yumruk sayılmaz yazalım” diye başlayan “’Satmak’ üzerine” başlıklı yazıda Babahan, kendini de katarak eski kadronun gazetecilik günahlarını özetliyordu yazısında:
“Hep beraber kendi yazarlarımızı ‘PKK’dan para aldı’ diye manşete biz çıkarmadık mı? Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand’ı düzmece belgelerle ‘vatan haini’ ilan etmedik mi? 28 Şubat’ta postal yalayıcısı olup belli merkezlerden servis yapılan haberleri manşetlere çıkarmadık mı? O zaman neredeydiniz sevgili Güngör Abi? Bir gün sesinizi çıkarttınız mı, bir gün muhalif olmayı, kendi fikrinizi dile getirmeyi denediniz mi?”
Babahan, bu meşhur günahlardan, daha az bilinen birkaç günaha geçip hatırlatıyor:
“Sırf sizin çıkar düzeninize karşı diye, Cumhuriyetçi Ahmet Necdet Sezer’i bile ‘Avanta villa’ aldı haberleriyle tehdit etmediniz mi? Laik Ecevit’i yerden yere vuran yalan haberlere yorumlar yazmadınız mı? Bunları unutmak işinize gelebilir ama biz unutmayız.”
Babahan, yazısının sonunda Sabah’la Vatan’ın hangi noktalarda ayrıştığını izah ediyor ki, bence de mesele zaten buralardan patlıyor:
“Bizim duruş noktamız bellidir: Demokrasi. Biz bu ülkede ordu malı bombalarla gazeteler bombalanıp kaos yaratılsın istemiyoruz. Biz bu ülkede Hrant Dink’ler öldürülsün istemiyoruz. Biz, misyonerlikle savaş adı altında insanların vahşice öldürülmesini istemiyoruz. Biz, Türkiye’nin Nobel ödüllü yazarı can korkusuyla Amerika’da yaşamak zorunda kalsın da istemiyoruz. Bu ülkenin gencecik evlatları genç yaşta şehit düşsün istemiyoruz. Biz böyle bir kavga içindeyiz. Bu işleri çevirenlerin ortaya çıkarılması mücadelesi veriyoruz, vermeye devam edeceğiz. Çünkü Türkiye çetesiz bir yaşamı hak ediyor. Siz ne derseniz deyin, biz bildiğimiz yolda gideceğiz.”

Zafer Mutlu’dan itiraflar

Aslında, ekibin komutanı Zafer Mutlu, Vatan’ın kuruluşundan hemen önce Hürriyet’ten Ayşe Arman’a, gazetenin birinci yıldönümünde çıkarılan “tuğla gazete” sayısında da kendi gazetesinden Devrim Sevimay’a verdiği söyleşilerde sözünü ettiğim günahlara ilişkin bir nevi özeleştiri de yapmıştı.
Ayşe Arman’a: “Çok tartışılan, eleştirilen Türk basınının bugünkü konumunda Zafer Mutlu’nun sorumluluğu var mıdır? Mutlaka vardır. İsteyerek, istemeyerek, bilerek, bilmeyerek… Bizi zorladılar veya zorlamadılar, şartlar öyle getirdi veya getirmedi… Bunları geçiyorum çünkü kimseyi suçlamak istemiyorum ama siyasi odaklarla, iktidarla, genel başkanlarla, siyasetçilerle içli dışlı, fazla ‘mıç mıç’ bir halimiz vardı. Öyle bir dönem geçirdik. ¥ Bu ‘power game’ oyununun içine girdik, yapmamalıydık. Yeni gazetede artık bu dönem bitti. Gece içki içilen masalardan eski günlerde olduğu gibi ‘çay ve kuru pastalı sohbetler’e geri döneceğiz. Yeniden Haldun Simavi dönemini başlatmak istiyoruz…”
Devrim Sevimay’a: “Ben eskiden Vatan’dan daha çok satan, en çok satan bir gazeteyi, en çok izlenen televizyonu ve en büyük dergi grubunu yöneten bir adamdım. Böyle bir gücün, patronu kadar tepesindeki isimdim. Sabahtan akşama kadar başbakanlarla konuşurdum. O dönemde gerçekten birtakım yanlış işlere girdik. Hükümetlerarası taraf tuttuk, savaştık, sanki seçime biz giriyormuşuz gibi rakibi olduk, kabine listelerini önceden gördüm filan. Şimdi çok daha mütevazı, televizyonu olmayan bir gazetenin başındayım. Ve 2.5 senedir bir kez başbakan gördüm, Ankara’ya hiç gitmiyorum, bakanlarla hiç ilişkim yok. Bu dönemde inanamayacağın kadar çok daha güçlü bir adamım. Çok da huzurlu hissediyorum kendimi.”

“İtiraflar”ın ağızda bıraktığı tat

Bu tür “itiraflar” karşısında ben ne diyeceğimini, ne yapacağını, elini kolunu nereye koyacağını bilemeyenlerdenim. Bir yandan hakiki gibi görünen bir özeleştiri karşısındasınız ve bunu takdir etmek gerekir diye düşünüyorsunuz; öte yandan son yılların modası “itiraf kültürü”nün önceden tasarlanmış bir ürünüyle karşı karşıya olma ihtimali nedeniyle “takdir” duygularınız güdük kalıyor, duygularınızın “iğfal” edildiği duygusuna kapılıyorsunuz… “Hataları gizleme”, ne olursa olsun “inkâr etme” tutumuyla kıyaslandığında ilk bakışta nimet gibi görünse de, can sıkıcı bir “pratiği” var bu “itiraf kültürü”nün… İlk yıllarında hepimizin yağlarını erittiği ve “cesaret işi” sayıldığı için itiraf sahiplerini yere göğe sığdırmıyorduk… Fakat sonradan anladık ki bu, istisnalar dışında “kurgusal” bir pozisyondur… Çünkü zaman içinde gördük; “itiraf”çılar, pişmanlık duyduklarını söyledikleri hatalarını aynen, güle oynaya sürdürüyor… Zafer Mutlu’nun itiraflarını ben, kusura bakmasın, işte bu çerçeve içinde okudum, iki arada bir derede kaldım; elimden başkası gelmedi…
Çünkü biliyoruz ki, bu itiraflardan sonra yapılıp edilenler hiç de mütenasip değil “itiraflar”la… Bir gün bunlarla da ilgileniriz, ama meseleyi karıştırmayalım, bugünün konusu “eski günahlar…”
İki ya da üç gün sürecek bu “dizi”de eski Medyakronik’te (2000-2002) ve Kürşat Bumin’le birlikte Yeni Şafak’ta hazırladığımız “KronikMedya”da (2002-2005) kaleme aldığım yazıları temel alacağım.
Dizinin bugünkü bölümünde, Ergun Babahan’ın işaret ettiği, “Cumhuriyetçi Ahmet Necdet Sezer’i bile ‘Avanta villa’ aldı haberleriyle tehdit etme” meselesini açacağım. Evet, “Avanta Villa” haberleri, hem de şu türden başlıklarla: “Ya iyi pazarlıkçı ya da emlakçısı profesyonel…”, “Ya piyasayı çok iyi biliyor ya da yatırım danışmanı çok iyi…”
Şaşırmayın, “ekip”, 2002’de Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) yasasını reddedeceğini düşündüğü taze ve laik cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in değil “villa”sını, Köşkün değiştirilmesini düşünülen perdelerini bile manşete çekebilmişti.
Buyurun…

Sabah’tan Sezer’e: ‘Ya piyasayı çok iyi biliyor ya da yatırım danışmanı çok iyi…’

Mart 2002… Hürriyet ve Sabah gazeteleri birdenbire Cumhurbaşkanı Sezer’in Çankaya Köşkü’nün perdelerini değiştirdiği haberlerine sahne oluyor… Hürriyet biraz daha usturuplu bir dil kullanırken, Sabah’ın, köşkün bilmem ne odasındaki “divan”ın bir yıl önce değiştirilen 25 metre karelik kadife örtüsünün de yenilendiği şeklinde ayrıntılı haberlere daldığı görülüyor… Haberler, “kamu parası” konusunda “cimrilik” derecesinde dikkatli davrandığı bilinen bir Cumhurbaşkanı’yla ilgili, unutmayın…

Sezer’in villası
“Çankaya’nın divanları, perdeleri” haberlerinden sonra sıra bu kez Cumhurbaşkanı’nın 250 milyar liraya aldığı “üç katlı villa” haberlerine geliyor… Haberlere manşetten yüklenen üç gazete: Hürriyet, Sabah ve Milliyet…
Cumhurbaşkanı’nı “sıkıştırma” esas olarak iki noktada yürütülüyor: a) aynı bölgede benzer evlerin değeri bugün 500 milyar lira, bu durumda Sezer’e “kıyak” mı yapıldı? b) Cumhurbaşkanı bu parayı nasıl biriktirdi?
Sezer, 26 Mart 2002’de her iki soruya da son derece net cevaplar verdi. Özellikle 250 milyar lirayı nasıl biriktirdiği konusundaki açıklama hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak nitelikteydi. Lafı uzatmamak için ayrıntılara girmiyoruz…
Açıklamalar Hürriyet’i ikna etmiş görünüyordu, araya hiçbir ima sıkıştırmadan haberi verdiler ve konuyu kapattılar. Hatta o günlerde yazıişleri müdürü Tufan Türenç bir tür özeleştiri de kaleme aldı köşesinde…
Milliyet, sinik bir tarzda sıkıştırmaya devam etti Cumhurbaşkanı’nı… Sabah ise bambaşkaydı… Bu gazetemiz, Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını iki aydınlatıcı haber-yorumla duyurdu okurlarına…
Bunlardan birinin başlığında “Ya piyasayı çok iyi biliyor ya da yatırım danışmanı çok iyi” deniyordu. İronik bir dille kaleme alınan bu bölümde, Sezer’in, parasını 1999 Ağustos’undan beri Ziraat Bankası’nda tuttuğunu ve faiz geliri elde ettiğini açıklamasına rağmen şöyle deniyordu: “Çankaya’dan yapılan açıklamaya göre Sezer tasarruflarını TL’de tutmuş. Dönemin piyasa verileri incelendiğinde Sezer’in tasarruflarını Hazine bonosu veya repoda nemalandırma ihtimali çok yüksek…” Neden? Çünkü Sabah iddia ediyor ki, 43 milyar lira ve daha sonra eklenen 7 milyar lira iki yılda 144 milyar liraya erişemez. “Mevduat faizi seçeneğinde ise bu rakama ulaşmak hayal” diyordu Sabah. Bu durumda bir gazeteye düşen, Ziraat Bankası’nın faiz oranları üzerinden giderek bir hesaplama yapmak değil midir? Öyledir tabii, ama bu hesabın sonunun iyi çıkmayacağı besbelli… Sabah’ın öbür çerçevesinin başlığı da korkunçutu: ‘Ya iyi pazarlıkçı ya da emlakçısı profesyonel.”
İşte şimdiki Vatan’ı çıkaran ekip, bu türden “haber”lere imza atmış bir ekip… Şimdi siz kendinizi bizim yerimize koyun ve Vatan’cıların birilerine kendi çıkarları için gazeteciliği kullanma eleştirisi yapmaya haklarının olup olmadığına karar verin.

Yorum yazın