Genel

Her derde deva Kültür Başkenti

Yazan: Aliye Aral

İstanbul’un 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti (AKB) seçilmesi, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılma sürecinde önemli bir kilometre taşı olarak görülüyor. Örneğin, AKB girişiminin öncülerinden AB Uzmanı Cengiz Aktar “Bu projeyi başarmamız şart. Başarırsak AB sürecinde işleri kolaylaştıracak” diyor. İstanbul’un, üyesi olmayı istediği birliğin kültür başkenti seçilmesinin Türkiye’ye ne kazandıracağı, kazandıracaksa da bu “proje”nin başarı ölçüsünün ne […]

İstanbul’un 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti (AKB) seçilmesi, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılma sürecinde önemli bir kilometre taşı olarak görülüyor. Örneğin, AKB girişiminin öncülerinden AB Uzmanı Cengiz Aktar “Bu projeyi başarmamız şart. Başarırsak AB sürecinde işleri kolaylaştıracak” diyor.

İstanbul’un, üyesi olmayı istediği birliğin kültür başkenti seçilmesinin Türkiye’ye ne kazandıracağı, kazandıracaksa da bu “proje”nin başarı ölçüsünün ne olacağı bir başka soru. Ancak görünen o ki, sadece Türkler değil konunun Avrupalı tarafları da aynı fikri paylaşıyor. Örneğin, Avrupa Komisyonu Onursal Genel Direktörü Baron Daniel Cardon De Lichtbuer de İstanbul 2010’un, ‘değiştirmesi gerekenler’ konusunda Türkiye için mükemmel bir başlangıç olacağını düşünüyor.

De Lichtbuer, geçtiğimiz hafta İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın ev sahipliğinde gerçekleşen “Avrupa Kültürü Nedir” başlıklı sempozumun konukları arasındaydı. Onlarca profesyonel ve bürokrat The Marmara Oteli’nde üç gün boyunca bir aradaydı. Altı farklı oturumda, farklı başlıklar altında sempozyuma isim veren soruyu tartıştı.

Baron De Lichtbuer, ikinci gün yapılan “Avrupa Kültürünün Türkiye’ye Bakışı” başlıklı oturumun açılış konuşmasını yaptı. Konuşmasında “Türkiye’nin değiştirmesi gerekenler”i sıraladı. Şunları söyledi:

“Türkiye’nin kırsal kesimlerinde kadınlar kocalarını seçme özgürlüğüne bile sahip değil. Kadın erkek eşitliğinin sağlanması, kadına seçme hakkının tanınması ve bunun hemen yapılması gerekir.

“Almanlar Yahudilerle, İngilizlerin Hintlilerle, Fransızlar Cezayirlilerle yüzleşti. Türkiye Ermenilerle ve Rumlarla arasındaki problemi çözemedi. Bu konuların laik ve demokratik bir ülkede rahatça konuşulabilirken Türkiye’de hâlâ bir tabu.

“Türkiye’de, yabancı ülkelerden gelen öğrencilere ve göçmenler uygulanan programlar yetersiz. Avrupa’daki bu insanlara özel olarak dil eğitimi ve yurtdışında yaşam eğitimi veriliyor. Bu eksiklik Türkiye için olumsuz sonuçlar doğuruyor.”

De Lichtbuer’in açılış konuşmasının ardından oturuma ara verildi. Ancak daha henüz kahve arasında yapılan sohbetlerden, oturumun devamının bu konuşma nedeniyle hareketleneceği belliydi.

“Mustafa değil, Mustafa Kemal Atatürk”

İlk konuşmacı Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve İktisadi Kalkınma Vakfı Başkanı Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu’ydu. Sözlerine aslında farklı bir konuşma hazırladığını, ancak De Lichtbuer’in konuşmasından sonra metnini tamamen değiştirdiğini ve sadece ona cevap vereceğini belirterek başladı.

Kabaalioğlu’nun “Mustafa demiyorum dikkatinizi çekerse Mustafa Kemal Atatürk diyorum, kadına seçme ve seçilme hakkı getirmiştir” sözleriyle salonda büyük bir alkış koptu. “Kadın profesörlerimiz, rektörlerimiz var. Hatta Danıştay Başsavcısı da kadın. Bunları göz ardı edemeyiz” diye devam etti.

De Lichtbuer’in yabancı öğrenci ve göçmenler hakkındaki eleştirisini ise, Avrupa’nın uyguladığı programların aynısının Türkiye’de olduğunu ancak Türk öğrencilere Avrupa’nın vize vermediğini söyleyerek cevapladı. Kabaalioğlu’nun bu sözleri de alkışlarla desteklendi. “Avrupa’ya gitmek isteyen bir Türk banka hesap cüzdanına kadar sorgulanırken nasıl bir adaletten söz edilebilir? Avrupa, Türklerin seyahat hakkını elinden alıyor. Oysa biz vize bile istemiyoruz” dedi.

Alkışlar ve dinleyicilerdeki bu enerji De Lichtbuer’in de hoşuna gitti. Vize alma konusundaki zorlukları hemen Brüksel’e taşıyacağını belirtti ve kendisini savunma ihtiyacı hissederek yanlış anlaşıldığını söyledi. Kendisinin Türkiye’nin AB’ye girmesinden yana olduğunu, sadece bu ayrıntıların değiştirilmesi gerektiğini yineledi.

Kültür başkenti olmak bir milat mı?

İstanbul’un 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi Türkiye’ye AB sürecinde ne kazandırabilir? Örneğin Haluk Kabaalioğlu’nun dikkat çektiği gibi, Türkler bu “proje” sonrasında Avrupa’ya vize almadan gidebilir mi? Ya da Baron De Lichtbuer’in ortaya koyduğu gibi biz, Ermeni sorunuyla yüzleşebilir miyiz? Ya da Cengiz Aktar’ın bahsettiği “başarı”ya ulaşabilirsek her ikisinin de gerçekleşme şansı gerçekten yükselir mi?

Doğrusu bu ihtimaller bize neredeyse başka bir gezegen sistemi kadar uzak. Ama Haluk Kabaalioğlu De Lichtbuer’i cevaplarken salondan yükselen alkışlar bu ihtimali daha da uzaklaştırıyor.

Yorum yazın