Genel

İtibarsızlaştırma ve manipülasyon

Yazan: Ahmet Şık

Türkiye’nin, karanlık geçmişiyle yüzleşmesini sağlayacak her olayda olduğu gibi yine unutulmaya yüz tutmuşken yeni bir gözaltı dalgasıyla yeniden manşetlere yerleşti Ergenekon. “Unutulmaya yüz tutmuş” ifadesi fazla iddialı gelebilir ama Susurluk, Şemdinli, Yüksekova gibi örnekleri düşününce, maalesef öyle. Asrın davası diye nitelenen, olur olmaz her olayda Ergenekon parmağı aranan bir olay, şu son gözaltı dalgasına dek […]

Türkiye’nin, karanlık geçmişiyle yüzleşmesini sağlayacak her olayda olduğu gibi yine unutulmaya yüz tutmuşken yeni bir gözaltı dalgasıyla yeniden manşetlere yerleşti Ergenekon. “Unutulmaya yüz tutmuş” ifadesi fazla iddialı gelebilir ama Susurluk, Şemdinli, Yüksekova gibi örnekleri düşününce, maalesef öyle. Asrın davası diye nitelenen, olur olmaz her olayda Ergenekon parmağı aranan bir olay, şu son gözaltı dalgasına dek hak ettiği ilgiyi görüyor muydu acaba haberciler nezdinde? Haklarında iddianame düzenlenen ilk 86 sanığın devam eden yargılamalarında mahkeme salonunda yaşananlar bile magazinleştirilerek sunulmuyor muydu okurlara, izleyicilere? Bunun yanıtı ortada. Gelelim konumuza. Dün (7 Ocak 2008), 6 ayrı ilde eş zamanlı gerçekleştirilen “10. Dalga” Ergenekon operasyonlarında hepimizin bildiği gibi üst düzey isimlerin de aralarında olduğu 40’a yakın kişi gözaltına alındı.

Darbe soruşturuluyorsa eski komutanlar nerede?

28 Şubat postmodern darbesinin önemli isimleri eski Genelkurmay Adli Müşaviri emekli Tümgeneral Erdal Şenel, MGK eski Genel Sekreteri emekli orgeneral Tuncer Kılınç, Eski Harp Akademileri Komutanı emekli orgeneral Kemal Yavuz ve YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz ile “Sabetay avcısı” Yalçın Küçük, Susurluk çetesinin baş aktörlerinden eski Özel Hareket Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin ile yeğeni Erdal Şahin, Bedrettin Dalan’ın oğlu Barış Dalan’ın da aralarında bulunduğu zanlılar arasında bir yarbay, 4 albay, bir yüzbaşı, 2 binbaşı, bir üsteğmen olmak üzere 9 muvazzaf subay da yer alıyor. Bir diğer önemli ayrıntı ise Yargıtay eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun evinde arama yapılmasıydı. Kanadoğlu’nun evinde yapılan aramalar sırasında soruşturmanın sadece ev aramasıyla sınırlı tutulacağı açıklamasının yapılması da ilginçti. Zanlı ise neden gözaltına alınmadı ya da değilse evi neden aranıyor diye soruyor insan kendi kendine. Olayın başlangıcından bu yana “darbe soruşturması” yapılıyor havası yayılmasına karşın bugüne dek sadece bir kaç muvazzaf teğmenin gözaltına alınması, “Darbeyi yapacak ordu nerede?” sorusunu doğuruyordu.

Darbe girişiminin günlükleri de vardı

Son operasyonda dikkat çeken nokta ise bir binbaşı ile bir yüzbaşının da gözaltına alınan muvazzaf subaylar kervanına katılmasıydı. Öncekilerde ve son operasyonlarda gözaltına alınan paşalar ve diğer askerler ise ilginçtir hep emekliydi. Bu da insana ister istemez, “Madem geçmiş yıllardaki darbe girişimleri soruşturuluyor o zaman dönemin kuvvet komutanları neden gözaltına alınmıyor?” sorusunu sordurtuyor. Öyle ya, darbe girişimleri ve planları tuttuğu günlükle de ayyuka çıkan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek neden zanlı ya da sanıklar arasında değil? Ya da bu darbe planlarını bildiği halde yargıya başvurmayan Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün en azından görevi ihmal nedeniyle yargılanması gerekmiyor mu?

Laikler mi sindiriliyor, darbe mi soruşturuluyor?

Ortada bir çete, çetenin planladığı ya da henüz kanıtlanamasa da gerçekleştirdiği bir takım hukuk dışı uygulamalar olduğu kesin. Ama yine de kafalar karışık. İşin kötüsü bu karışıklığı gidermeye yarayacak bir belge ya da bilgi de henüz ortada yok. Tamamen kafaları daha da karıştırmaya neden olacak bir iddianame ve “delil” diye sunulan ancak sanıkların ceza almasını sağlamaktan uzak “devletin gizi belgeleri” ve saçma sapan telefon dinleme kayıtları dışında. Biraz hafıza tazelemekte fayda var. Ümraniye’de bir gecekonduda el bombaları ele geçirilmesiyle başlayan ve derinleştikçe tüm Türkiye’yi saran ve sarsan bir operasyonlar dizisi ve soruşturmanın adı oldu Ergenekon. İlkin kimse bir şey anlayamasa da her yeni operasyonda birbirinden ilginç isimler gözaltına alındıkça kamuoyunun kafasında bir şeyler canlanmaya başladı. Kimine göre, “laikleri sindirme operasyonu”, diğerlerine göreyse “derin devlet sorgulaması”ydı. Kamuoyunun bu kadar keskin biçimde iki kampa ayrılmasında, “iktidar partisi Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yandaşı olanlar” ve “olmayanlar” diye ikiye ayrıldığı Türkiye medyasının rolü yadsınamazdı. Operasyonlar yapılıp birbirinden ilginç isimler gözaltına alındıkça herkesin kafası giderek karışmaya başladı.

Siyasi çıkarlar için medya eliyle manipülasyon

Saflar böylesine derinleşmişken haliyle konuyla ilgili haberler de her medya organının meşrebine göre verilir olunca kafalar daha bir karıştı. Öyle bir hale geldi ki patlayan her maytabın bile arkasında Ergenekon’u işaret eden haberler yayımlandı. Bunlar yapılırken, ilişkilerini gazeteci sıfatıyla değil karanlık işler için kurduğu ve çetenin bir mensubu olduğu şüphe götürmeyen Tuncay Güney’in bunca zaman soruşturmanın sanıkları arasında yer almaması tartışılmadı. Üstüne üstlük çok satışlı, “yandaş” gazeteler aracılığıyla manipülasyona da çanak tutuldu. Sabah gazetesinin Güney’in MİT ajanı olduğuna dair yaptığı haberin orijinali dün (7 Ocak 2009) Bugün gazetesinde yayımlandı. Tuncay Güney’in MİT ajanı olduğu konusunda ısrarlı davranan Sabah gazetesinin aksine, Bugün gazetesinde yayımlanan belgeden ortaya çıktı ki Güney aslında JİTEM’in ajanı olduğu için MİT’te sorgulanmış. Bu örnekten yola çıkarak çok önemli bir dava ve suç soruşturması ortada iken birilerinin siyasi hesaplarla manipülasyon yaptığını söylemek mümkün. O zaman ortaya, bir itibarsızlaştırma operasyonu yürütüldüğü kuşkusu da çıkıyor.

Operasyonlar itibarsızlaştırmanın aracı

İlk 86 sanık için açılan dava görülmeye başladığı halde halen devam eden soruşturmayla her gün birilerinin gözaltına alınacağı ya da tutuklanacağı beklenir oldu. Tutuklamaya varmayan her yeni gözaltı adeta toplumun gözünde bir “itibarsızlaştırma” aracı olarak kullanılır hale geldi. “Darbe girişimleri soruşturuluyor” denirken darbenin en önemli unsuru askerlere uzamayan bir soruşturma oldu Ergenekon. Böyle olduğunu hissettiren çok fazla örnek duruyor önümüzde. Madem darbe ya da derin devlet soruşturuluyordu o zaman neden Marmaris’teki paşadan başlanmamıştı? Abdullah Çatlı gibi katliam sanıklarının devlet eliyle kontrgerilla operasyonlarında kullanılması hiç mi merak edilmiyordu? Sonra ya yargılanamayan ya da en hafif cezaları bile düzmece adli tıp raporlarıyla çekmekten kurtulan Susurluk çetecileri neden soruşturmaya dâhil edilmemişti? Hala yargılanacak mahkeme bulunamayan Mehmet Ağar neden bu soruşturmada yok? Ya da ortaya çıkan iddianamenin neden “Fırat’ın öte yakası”nı da kapsamıyordu? Faili meçhuller, Sapanca üçgenindeki cinayetler, kayıplar, köy yakmalar, Hizbulkontra, koruculuk sistemi neden bu soruşturmaya dâhil edilmemişti? Çok yakın bir zamandan Ergenekon operasyonunun çatısını oluşturacak bir örnekten yola çıkarsak çıktığı yolda yalnız bırakıldığı için o zorlu süreci göğüsleyemeyerek kapatılan Nokta Dergisi’nde yayımlanan “Darbe Günlükleri” neden soruşturmaya dâhil edilmemişti? diye de sorabiliriz.

Çemberin içindekilere ne olacak?

Aslında yürüyen soruşturma ne laikleri sindirme operasyonu ne de bir derin devlet sorgulaması. Daha çok, sivil ya da resmi iktidar odaklarının durdukları yeri sağlamlaştırma aracı ya da tehdit olarak kullandığı bir soruşturmaya döndü. Ergenekon, “derin devlet”in paçasından yakalandığı kendisinden önceki muadilleri arasında sayabileceğimiz Şemdinli’de ya da Susurluk ve Yüksekova çetelerinin soruşturmalarında olduğu gibi yine çemberin en dışındakilerden öteye gitmeyen ve gitmeyecek bir yargılama süreci oldu çıktı. Tıpkı önceki örneklerinde olduğu gibi Ergenekon’da da savcılar ancak “kışlanın kapısına kadar gidebildiler”. Uzun lafın kısası bir çırpıda akla geliveren yukarıdaki soruların yanıtı aranmazsa ele geçirilen bir miktar silah ve patlayıcı, kamuoyunun bilmesinde sakınca görmediği bir takım gizli devlet belgeleri, yıllardır internet ortamında dolaşıp duran ve Ergenekon’un kutsal kitabı sayılan Lobi belgesiyle bu soruşturma tam bir balon.

Son bir not

Soruşturma balon demişken son olarak bir not eklemek de fayda var. Bu satırların yazarı çeteleri savunmaz. Darbe yanlısı hiç değildir. Hatta militarizmi biti kadar sevmez. Toplumun, “Ergenekon’cu olanlar ve olmayanlar” diye iki kampa bölündüğü bir ortamda, demokratlıklarına halel getirmeyen ancak kendi gibi düşünmeyenlere de “Ergenekoncu” yaftasını yapıştırmaktan geri durmayanlar için belirtmek gereği hissettim o kadar.

Yorum yazın