Genel

Kültür Bakanı’nın dünü, bugünü

Yazan: Sinem Yapıcıkardeşler

Prof. Dr. Talât Sait Halman geçtiğimiz hafta Kültür Yönetimi Programı’nın davetiyle İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul yerleşkesindeydi. Halman, ülkemizin kültürel değerlerini örneklerle anlattığı konuşmasını “Türkiye: Dünya Kültür Ülkesi başlığı altında yaptı. Konuşmasına güncel bir konudan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinden başlayan Halman, İstanbul’un bu unvanı Almanya’nın Essen ve Macaristan’nın Pecs şehirleriyle aynı anda almasından duyduğu […]

Prof. Dr. Talât Sait Halman geçtiğimiz hafta Kültür Yönetimi Programı’nın davetiyle İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul yerleşkesindeydi. Halman, ülkemizin kültürel değerlerini örneklerle anlattığı konuşmasını “Türkiye: Dünya Kültür Ülkesi başlığı altında yaptı. Konuşmasına güncel bir konudan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinden başlayan Halman, İstanbul’un bu unvanı Almanya’nın Essen ve Macaristan’nın Pecs şehirleriyle aynı anda almasından duyduğu mutsuzluğu dile getirerek başladı: “Bu kadar önemsiz ve zayıf kentlerin İstanbul gibi bir kent ile aynı ünvanı kullanmasını hazmedemiyorum. Kızıyorum adeta. Daha önce de bu tür kentler, İspanya’nın Santiago de Compostela şehri örneğin, kültür başkenti seçildi. İlginç bir şehir elbette. Ya da Yunanistan’ın Patras kenti. Ama hangisi her çağa ilişkin tarihi, kültürel, entelektüel birikim taşıyan İstanbul ile mukayese edilebilir?”

“Üstelik sadece İstanbul değil, tüm Türkiye, dünyanın kültür başkentidir” diyen Halman bu iddiasını şu örneklerle destekledi:

“Türkiye’de Yunanistan’dan daha fazla Yunan amfi tiyatrosu var. Roma eserlerinin çeşitliliği İtalya’dan fazladır. Hem Asya’yız, hem Avrupa’yız. Hem Balkanlar’ız, hem Ortadoğu’yuz. Hangisiyiz önemli değil, ama bunların ortasında pırıltılı bir senteziz.

“Anadolu doğudan batıya uzanan tek büyük yarımadadır. Bu bizim kaderimizdir adeta. 3 bin tane antik kentimiz, 25 bin tarihi anıtımız var. Karun’un efsanevi hazinesi bu ülkedeydi. İskender buradan geçti, kördüğümü Gordion’da çözdü. Sezar ‘Geldim, gördüm, yendim’ (veni, vidi, vici) sözünü bu topraklarda sarf etti. Tarihin babası Herodot, coğrafyanın öncüsü Strabon, modern tıbbın kurucusu Galenus, matematik dehası Tales bizdendi.

Japonya ile eser becayişi

Halman’ın konuşmasında getirdiği belki de en ilginç öneri, taşınabilir kültür varlıklarının yabancı eserlerle değiş tokuş edilmesiydi: “Bizde fazlasıyla bulunan eserleri, bizde olmayanları almak için satabiliriz. Becayiş edebiliriz. Afyon Arkeoloji Müzesi benim bakanlığım sırasında (1971) açılmıştı. O zaman depoda aynı tipte 3 bin kadar heykelcik vardı. Bu kadar çok eserin teşhire çıkma, sergilenme şansı yok. Bu eserleri örneğin Japonlara satsak, onlar da bize kendi mazilerinden eserler verse. Eserlerimizi sadece sahip olmak açısından düşünüyoruz. Oysa önemli olan bunları paylaşıma sunmak. Bizde 50-100 modern Fransız tablosu vardır. Bu sayı neden bin olmasın?”

“Meryem Ana son yıllarını burada yaşadı, daha sonra Noel Baba olarak tanıdığımız Aziz Nikola, Aziz Paul, ve hatta şeytanın Çamlıca’da yoldan çıkarmaya çalıştığı Hz. İsa bizim topraklarımızdaydı. Kleopatra bugünkü Antalya’da evlendi. Da Vinci bile Haliç için köprü tasarımı yaptı. Dokunduğunu altın yapan Milas bizim ülkemizdeydi. Kadın egemen toplum Amazonlar Karadeniz kıyılarımızdaydı. Bergama’yı, Efes’i, Sinan’ın eserlerini düşünün. 50’ye yakın medeniyet: Urartular, Frigler, Hititler, Lidya, Ermeniler, Yunanlılar, Persler, Bizans… Bunların hepsini miras olarak devralmışız ve yaşatıyoruz. Mısır’dan getirip burada diktiğimiz dikilitaşı, Süleymaniye’yi, Ayasofya’yı bir arada yaşattık. Kaç ülke görebilmiştir bu tarihi zenginlikleri? Bununla iftihar etmeliyiz. ”

“Sömürgeci olsaydık, Avrupa Müslüman olurdu”

Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü başkanlığını yürüten Halman, Türkler’in tarihleri boyunca batıya doğru yürüdüğünü, bu ilerlemenin Tanzimat’tan sonra Avrupa özentisine dönüştüğünü, zamanın önde gelen entelektüellerinin “Sadece bir uygarlık vardır, o da Avrupa’dır. Onu gülleriyle ve dikenleriyle bağrımıza basacağız” dediğini, ama dikenlerin içimizde kaldığını ve yer yer kanadığını söyledi. Şimdi yavaş yavaş kendimizi bulmaya, kendi sentezimizi oluşturmaya başladığımızı dile getiren bilim adamı, bu sentezin nasıl yapılanması gerektiğini şöyle açıkladı:

“Hoşgörü en önemli unsur. Bunun yolu sadece Türk, İslam ve Osmanlı kültürlerini taşımaktan değil, Bizans ve Hitit sevgimizi de dünyaya götürmekten geçiyor. Mükemmel bir Hitit sergisi dolaştırmalıyız örneğin. Ya da Anadolu Hıristiyanları sergisi… Dünya, Türklerin kültürlerini hoşgörü ile taşıdığını görmeli. Kültürümüz çok çeşitli ve yaratıcıdır. Ne yazık ki şimdiye kadar bir şey yapılmadı ama artık, 2010 vesilesiyle de yapılmalı.”

MGK’nın teptiği fırsat

Talât Sait Halman, Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak Washington’da Kültür İşleri Büyükelçisi görevini yürüttüğü döneme (1980-1982) ait bir gelişmeyi şöyle aktardı:

“Türkiye’den çalınan eserlerden ünlü Sion Gümüşü’nün Washington yakınlarındaki bir Bizans eserleri müzesinde (Dumbarton Oaks Araştırma Kütüphanesi ve Koleksiyonu) olduğunu öğrendik. Gidip bizzat araştırma merkezinin dekanıyla konuştum ve eserin Türkiye’ye ait olduğunu söyledim. Çok olumlu yaklaştı ancak ABD Adalet Bakanlığı’ndan izin alınması gerektiğini söyledi. Ve bakanlıktan bu izni de aldık. Üstelik olağanüstü bir sözleşme imzaladık. Bu sözleşmeye göre, ABD’deki eserlerin Türkiye’ye iadesine izini veriliyor ve iade edilmeden önce bu eserlerin konservasyonu için yetiştirilmek üzere ABD, TC Kültür Bakanlığı’nın belirleyeceği iki uzmana bir yıl süreyle karşılıksız burs veriyordu.

“Anlaşmayı bizim Dışişleri de onayladı. Dönemin Kültür Bakanı Cihat Baban da çok arzuluyordu. Fakat konu Milli Güvenlik Kurulu’nda tartışılırken kurulun iki asker üyesi, bir yarbay ve bir binbaşı güvenlik nedeniyle itiraz etti. Ve bu sözleşme kabul edilmedi. Bu yüreğimde kanayan bir yaradır ve affedilemeyecek bir şeydir. Türkiye, ABD’de bulunan eserlerinin iadesi ve üstelik korunması için tarihi bir fırsatı kaçırdı. Şimdi bu eserleri geri alabilmek için Amerikalı avukatlara milyonlarca dolar para vermeniz lazım.”

Halman, kültürel hoşgörüye tarihimizden örnek vermeyi unutmadı:

“Varlığımızı birçok yerde sürdürdüğümüz için buralardan çok şeyler aldığımız gibi geride de çok şey bıraktık. Dünyaya en uzun süre hükmeden imparatorluklardan birini kurduk. Tarih boyunca sahip olduğumuz yerlere kendi kültürümüzü, dilimizi, dinimizi empoze etmek istemedik; eğer etseydik şimdi Avrupa’nın önemli bir bölümü Müslüman olurdu. Oysa Avrupa Birliği’ne gireceğimizden bile emin değilim. Galiba almayacaklar bizi.”

Bu noktada söylediklerinin yanlış anlaşılmasından çekinen bilim adamı, özeleştirisini şu sözlerle yaptı:

“Aşırı milliyetçi gibi konuştuğumun farkındayım ama ben daha ziyade Türkiye’yi önemsememiz gereken kriterleri ortaya koymaya çalışıyorum. Zaten milliyetçiliği, ömrünü tamamlamakta olan bir ideoloji olarak görüyorum.”

“Orduya mecburuz, çünkü Batı’nın kuyruk acısı var”

Türkiye’de son yıllardaki gelişmelerden umutlu olduğunu dile getiren Halman sözlerine şöyle devam etti: “Dünya artık savaşlardan kurtuldu, kurtuluyor. Galiba 21.yüzyılda dünya barışı artık gerçekleşecek. Cengâver bir ulus olmakla birlikte kendimizi barışa adamamız lazım. Tarihin ilk barış antlaşması yine bizim topraklarımızda imzalandı. Hiçbir zaman ordumuz zayıflamasını istemem. Biz kuvvetli orduya mecburuz. Dünya kültür başkenti olacak mıyız? Çok zor. Çünkü fazla savaştığımız, fazla muzaffer olduğumuz için Türklere karşı tarihten gelen bir antipati var. Haçlı seferlerinden dolayı Hıristiyanlığın kuyruk acısı var. Ermeni propagandasını Batı kasten destekledi. Kıbrıs’ta muzaffer olup bir Türk devleti kurduğumuz için bizi affetmeyecekler. Bizim için utanç kaynağı 6-7 Eylül gibi olaylar da buna tuz biber etti. Kürt sorununun hâlâ acısını çekiyoruz. Umarım başarılı olur ama bir de içeriğini öğrensek…”

“İnsan hakları bakımından çok kusurumuz var. Askeri darbelerden dolayı hâlâ belimizi doğrultamadık. Ama Atatürk’ün yolunda en iyi durumdaki İslam ülkesiyiz. Demokrasimizi kuvvetlendirir, refahımızı yükseltir, adalet sistemimizi düzeltir, eğitim seviyemizi yukarı çekersek, üniversitelerimizi yaratıcılık ve içerik bakımından geliştirirsek bizi iyi günler bekliyor. Türkiye’deki 130 tane üniversitemiz var. Bunların kurulmalarında fayda var. Ama 70-80 tanesine şu anda üniversite bile demek mümkün değil. ”

Kültür bakanları…

Konuşmasını tamamlayan Talât Halman, “Anlattıklarınıza bakarak, dünyanın en önemli makamının Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı’nın koltuğu olduğuna ikna olmak mümkün. Bu koltuk layıkıyla doldurulabiliyor mu” sorumuzu şöyle cevapladı: “O koltuktan bugüne kadar 26 kişi gelip geçti. Bu isimlerin bir kısmını anmak bile istemem. Ülkeye zarar verdiler. Sadece üç kişi bu görevi taşıyacak donanıma sahipti ve yaptıklarıyla bunu gösterdiler. Bu isimler arasında Ahmet Taner Kışlalı, İsmail Cem ve şuan görevine devam eden bakanımız Ertuğrul Günay var.”

Talât Sait Halman*

Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nün ve Türk Edebiyatı Merkezi’nin başkanı olan Prof. Dr. Talât Sait Halman, 1954 yılında Columbia Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. 1988 yılında Boğaziçi Üniversitesi tarafından onursal doktor unvanı verilen Prof. Halman, Bilkent Üniversitesi’nden önce Columbia Üniversitesi (1953-1960), Princeton Üniversitesi (1966-1971 ve 1972-1980) ve Pennsylvania Üniversitesi’nde (1984-1986) Türk dili, edebiyatı ve kültürü, İslâm ve İslâm kültürü ile Ortadoğu konularında dersler verdi ve New York Üniversitesi Ortadoğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde (1986-1996) bölüm başkanlığı yaptı. Bugüne kadar İngilizce ve Türkçe olarak yayımlanmış, on ikisi şiir kitabı olmak üzere elli kadar kitabı, bin beş yüzden fazla gazete yazısı, beş yüze yakın bilimsel makalesi, ansiklopedi maddesi ve eleştiri yazıları bulunan Prof. Halman’ın önemli yayınları arasında eski uygarlıkların şiirlerinden oluşan bir antoloji, Shakespeare’in sonelerinin çevirisi, eski Mısır, Ortadoğu ve Eskimo şiirleri, seçilmiş makalelerinden oluşan kitaplar, Faulkner’dan dilimize yaptığı çeviriler, Amerikan şairleriyle ilgili kitaplar, Mevlânâ ve Yunus Emre hakkındaki kitaplar sayılabilir. Bu yapıtlardan bazıları Alman, Fars, Fransız, Hint, İbrani, Japon ve Urdu dillerine çevrilmiştir. Şiir kitapları ise Sessiz Soru, Uzak Ağıt, Canevi, Birler, Can Kulağı, İkiler, Dört Gök Dört Gönül, Tuyuğlar, A Last Lullaby, Shadows of Love / Les ombres de l’amour’dur. 1969 yılından bu yana Milliyet gazetesinde köşe yazıları kaleme alan Halman, bunların dışında, Books Abroad, Contemporary Literature in Translation, Literature East & West, Pacific Quarterly Moana, Review of National Literatures, The Journal of Literary Translation, The Literary Review ile The Poetry Society of American Bulletin dergilerinin bazı sayılarının konuk editörlüğünü yapmıştır ve World Literature Today dergisinin yayın kurulunda yer almaktadır. Ayrıca, Robert Kolej’in mütevelliler heyeti üyesi ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın ikinci başkanıdır. UN International School’un da mütevelli heyetinde üyeydi. Çok sayıda ödülü ve armağanı bulunan Prof. Talât Halman, Rockefeller Fellowship in the Humanities, Columbia University: Thornton Wilder Prize, ABD Türk Dernekleri Asamblesi: ABD’deki en başarılı Türk bilim adamı armağanı, UNESCO Hizmet Madalyası, “Knight Grand Cross, G.B.E., The Most Excellent Order of the British Empire” (“Sir” karşılığı), Türkiye Bilimler Akademisi Hizmet Ödülü ve Dışişleri Bakanlığı Üstün Hizmet Ödülü’nü almıştır. Tüm bunların yanında, Türkiye’nin ilk kültür bakanı (1971), Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak Kültür İşleri Büyükelçisi (1980-1982) ve UNESCO Yönetim Kurulu Üyesi (1991-1995) olarak da görev yapmıştır.

*Kaynak: bilkent.edu.tr

Yorum yazın