Genel

Madem zenginiz bu faiz, bu kriz niye?

Yazan: [email protected]

Güventürk Görgülü Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından uzunca bir süredir hazırlıkları sürdürülen 1998 bazlı yeni milli gelir serisinin 8 Mart’ta açıklanmasıyla birlikte, birkaç gün için de olsa ortalıkta iyimserlikle karışık bir böbürlenme havası esti. Şimdiye kadar hesaplanandan adam başı 2 bin dolar daha zengin olduğumuz ortaya çıkınca, ekonomiden sorumlu bakanlar topluca “Güçlüyüz, krizden etkilenmeyeceğiz” açıklamasını […]

Güventürk Görgülü

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından uzunca bir süredir hazırlıkları sürdürülen 1998 bazlı yeni milli gelir serisinin 8 Mart’ta açıklanmasıyla birlikte, birkaç gün için de olsa ortalıkta iyimserlikle karışık bir böbürlenme havası esti. Şimdiye kadar hesaplanandan adam başı 2 bin dolar daha zengin olduğumuz ortaya çıkınca, ekonomiden sorumlu bakanlar topluca “Güçlüyüz, krizden etkilenmeyeceğiz” açıklamasını yaptılar, ama küresel kriz dalgası İMKB’yi vurunca, piyasalara aşılanmaya çalışılan iyimserlik havası da bir anda uçup gitti.

Gerçekten de Türkiye ekonomisinin geçmişe göre daha güçlü, daha dayanıklı veya daha büyük olup olmadığını anlamak için yeni milli gelir serisinin özellikleri kadar zaman içindeki değişimini de iyi incelemek gerekiyor.

Birçok iktisatçıya göre, bazı eksiklikleri olsa da yapılan güncelleme çalışmasının ekonomik gerçekleri anlamak açısından çok büyük faydaları var. Her şeyden önce yeni işyeri sayımı, yeni konut sayımı gibi bazı yeni verilerin eklenmesiyle ekonomik büyüklüklere daha gerçekçi bakılması mümkün olacak. Ayrıca, Avrupa Birliği standartlarıyla uyum sağlamak amacıyla daha önceden hesaba katılmayan bazı kalemler de hesaba katılarak diğer ülke ekonomileriyle sağlıklı bir karşılaştırma zemini elde edilmiş oldu. Hesaba yeni katılan kalemlerin hesaplama yöntemleriyle ilgili bazı kuşku ve kaygılar olsa da, ekonomiyle ilgilenen herkes gibi, ülkede bu tür ciddi verileri üretebilen tek kurum olan TÜİK’in ortaya koyduğu rakamları doğru kabul etmek durumundayız.

TÜİK’in geçen günlerde adrese dayalı nüfus sayımı sonuçlarını açıklaması ve nüfusumuzun da tahminlerden az çıkması, kişi başına milli gelirimizi bir miktar arttırmıştı. Hükümet cephesinden, kişi başına gelirimizin son 6 yılda 8 bin dolara yükseldiği yönünde açıklamalarla birlikte “10 bin dolar hedefine ulaşmamıza az kaldı” ifadelerini artık sık sık duyuyoruz.

Ama milli gelirde bir gece içinde kaydedilen bu artışın “aslında bir gecede” olmadığını, eğer gerçekten bir artış varsa bunun bir zaman serisi içinde gözlemlenmesi gerektiğini de unutmamak gerekiyor. Bu açıdan 1998’e kadar geri götürülen yeni milli gelir serisine baktığımızda, aslında eskiden de çok fakir olmadığımızı görüyoruz. Bu rakamları bir de henüz TÜİK tarafından geriye doğru işletilmeyen nüfus rakamlarıyla karşılaştırırsak son 10 yıldaki gerçek zenginleşme ve güçlenme oranımız iyice ortaya çıkıyor.

Geçmişte de nüfusumuz daha az, gelirimiz daha fazlaymış…

Geriye doğru 1998’e kadar mili gelirimizi hesaplayan TÜİK henüz geçmişteki nüfusumuzu açıklamadı. 2007’de 73,8 milyon kişi olarak tahmin edilen Türkiye nüfusu, adrese dayalı sayım sonucunda 70,58 milyon kişi olarak belirlendi. Tahminlere baz oluşturan nüfus artış oranlarıyla 2007’den 1998’e doğru bir hesap yaptığımızda, Türkiye’nin 2006 nüfusunun 69,7 milyon, 1998 nüfusunun ise 62,3 milyon kişi olduğu görülüyor. (Resim1)

Yeni seriye göre hesaplanan mili gelirimizi yeni hesaplanan nüfusumuza böldüğümüzde 1998’de cari fiyatlarla kişi başına 4 bin 337 dolar olan milli gelirimizin (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla – GSYİH) 2006’da 7 bin 600 dolara yükseldiği görülüyor. (Resim 2) Aynı zaman aralığına 1998 sabit fiyatlarıyla baktığımızda ise 4 bin 337 dolar olan kişi başı gelirin 2006’da 5 bin 342 dolara yükseldiğini görüyoruz. Yani çok büyük artışlar kaydettiği söylenen, Başbakan Erdoğan’a göre de üç katına çıkan kişi başına gelirimizde (GSYİH) son 10 yılda kaydedilen reel artış oranı yalnızca yüzde 23 düzeyinde. (Resim 3)

Bütçe açığımız ve borcumuz da çok değilmiş…

Yeni yöntemle hesaplanan GSYİH içinde geçmişteki bütçe açığımızın oranı da ister istemez düşüş gösteriyor. Eski seriye göre 1998’de GSYİH’nin yüzde 7,1’i düzeyinde olan bütçe açığı 2001’de yüzde 16,3’le tavan yapmıştı. Oysa yeni milli gelir serisiyle hesaplandığında 1998’deki bütçe açığımızın GSYİH’ye oranı yüzde 5,4’e, 2001’de tavan yapan bütçe açığımızın oranı ise yüzde 12,1’e geriliyor. (Resim 4)

Milli gelirdeki yükseliş bir taraftan bütçe açığını küçültürken bir taraftan dış borçların GSYİH’ye oranını da geriletiyor. Eski milli gelirimize göre 1998’de GSYİH’ye oranı yüzde 47 olan özel ve kamu kesimine ait toplam dış borcumuz 2001 kriziyle yüzde 77,89’a ulaşmıştı. Oysa yeni seriye oranlandığında dış borç stokumuzun 1998’de yüzde 35,67, 2001’de ise yüzde 57,93 düzeyinde olduğu görülüyor. 2006’da eski seriye göre yüzde 51,6 olan toplam dış borç stokumuz yüzde 36,21’e gerilemiş durumda. (Resim 5)

Bu krizleri neden yaşadık?

Bu kadar hesap yaptıktan sonra akıllara ister istemez başka sorular da geliyor elbette. Geçen günlerde Abdurrahman Yıldırım, Sabah gazetesindeki köşesinde milli gelirimizdeki artış ve Türkiye’nin rasyolarındaki iyileşmeye bakarak “demek ki bunca yıl dışarıya bu kadar yüksek faizleri boşuna verdik” diye bir sonuç çıkartmış, (11 Mart 2008 – Sabah) Türkiye için reyting notu artışı beklediğini yazmıştı. Küresel krizin giderek derinleştiği ve Türkiye’den de hissedilmeye başlandığı bir döneme girerken Mahfi Eğilmez gibi yorumcular Türkiye’nin reyting notunun yükseltilmesinin pek mümkün olmadığını düşünüyorlar.

Türkiye’deki faiz oranları ve reyting konusunda önümüzdeki günlerde pek fazla bir değişim olacağını tahmin etmiyoruz, ama ortaya çıkan rakamlar geçmişe yönelik bazı soruları da akla getiriyor. Örneğin toplam dış borç stokumuzun milli gelire oranı daha düşükse, bütçe açığımızın düzeyi o kadar da yüksek değilse, neden bu denli derin bir kriz yaşamak zorunda kaldık? O tarihte bu rakamlar elbette ortaya çıkmamıştı, ama kağıt üzerinde yeni hesaplanan yüzde 32 gibi azımsanamayacak bir fazlalığın yıllarca hiç “hissedilememesi” hayli ilginç bir durum. Tıpkı milli gelirdeki artışın yüzde 25-28 arasında gerçekleşeceğini çoktan tahmin eden uluslararası reyting kuruluşlarının ve kreditörlerin faiz konusunda kıllarını kıpırdatmamaları gibi…

Kaynaklar: TÜİK ve T.C. Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü

Yorum yazın