Doğa

Milli fok Badem

Yazan: Gökhan Tan
Gökhan Tan

Mustafa Koç’un kızı ona bu adı koyarken taşıyacağı ağırlığı bilmiyordu. Milli formayı ilk ona giydirdik.Dersimizi çalışmadık, kurtarma sınavındayız.*

Akdeniz fokunu bilir miydiniz? Peki hiç gördünüz mü?  Ya onunla aynı denizde ıslanacak hatta, ona dokunabilecek kadar “şanslı” mıydınız? İşte Badem bu soruların hepsinin ortak cevabı.

Ağustos 2007’de Gökova’da, akşam saatlerinde ıssızlaşan Bekar koyunda karşılaştık Badem’le. (Karşılaştık diyorum ama hergün onu görebilme umuduyla gidiyordum o koya.) Henüz dokuz aylıktı ve 65 kilo civarındaydı. Bir kedi gibi kafasını sürtüyor, bacaklarımın arasından geçip oyun istiyordu. Üniversite yıllarından beri korunmasına yardımcı olabilmek, daha yakın olabilmek için çaba sarf ettiğim hayvan ayağıma gelmişti en sonunda.

Ama ben ne yapacağımı bilmiyordum.

Sahile döndüm. Takip etti, kıvrılıp yattı yanıma. Herhalde bir saat kadar kaldım orada. Hava kararırken ayrıldım koydan. Kolay olmadı, peşimden arabaya kadar gelmek istedi. Biliyorum ki o yaz daha pek çok kişi, bu hikâyenin bir benzerini yaşadı. Daha sonra bunları anlattığım bir arkadaşım “Ne kadar şanslısın” diyordu, “ayrıca hayatını insandan korkarak değil sevgi görerek yaşaması onun için daha iyi değil mi?”  

Sevgi Badem’i affeder mi?

Beni şanslı gören arkadaşım, dört yıl sonra geçen hafta basına yansıyan, Badem’in Sualtı Araştırmaları Derneği (SAD) gözetiminde tutulduğu havuzda “sopayla eğitim” görüntüsünün nedenini soruyordu farkında olmadan. Sevgi, tükenmesinin nedeni diğer fok türlerine kıyasla insana en kolay sokulan Akdeniz fokunu korur muydu? Ya da korku, sırf bu özelliği nedeniyle türünü yeryüzünde temsil eden son 600 bireyden Badem’in yaşamasını sağlar mıydı?  

İkilemimin nedeni buydu: Onu Aralık 2006’ın ilk haftasında annesinden ayrı bulan ve rehabilitasyonunu üstlenen SAD, Badem’in yaşamasının insanların ilgi göstermemesine bağlı olduğu yönünde uyarıyor, bu konuda sorumlu davranmaya davet ediyordu. İyi de nasıl yapacaktık? Hayatımız boyunca görmek için çırpındığımız hayvan ayağımıza geldiğinde nasıl uzak duracaktık? Diğer taraftan, çok yakında yüzlerlerce kiloya ulaşacak bu oyunbazdan nasıl korunacaktık?

SAD, dört sene önce kaydedilen görüntüdeki eylemin Badem’in canını acıtmayı amaçlamadığını, zarar vermediğini, veterinere de (Avni Gök) bu yönde bir talimat ya da yetki verilmediğini, ayrıca 2011’de Gök’ün dernekle ilişkisinin kesildiğini, kısacası dernek iradesini yansıtmayan bu görüntünün “münferit” olduğunu 23 Şubat’ta yaptığı basın açıklamasında dile getiriyor.

SAD hata yaptı mı?

Peki ilk günden beri aynı duruşu sergileyen SAD hiç hata yapmadı mı? Soruyu yanıtlamadan önce süreci hatırlamakta fayda var.

Dernek, Türkiye’de o ana kadar gerçekleşmeyen bir operasyonla tükenen bir türün “öksüz” yavrusunun sorumluluğunu üstlendi ve Foça’da onun için bir rehabilitasyon ünitesi kuruldu. Ülkede yavru bir fokun nasıl yaşatılacağını bilen uzman yoktu. Mustafa Koç’un desteğiyle SRRC Hollanda Fok Hastanesi’nden bir uzman (Richard Daijkema) getirilmesini sağladı. Daijkema, anne sütüne ihtiyaç duyan ve katı gıda yiyemeyen Badem’in midesine günde beş defa sonda sallayarak beslenmesini sağladı. Türkiye’de 1980’lerden beri Akdeniz foku araştırmaları için azımsanmayacak işler yapan dernek üyeleri bu sürece karşılık beklemeden destek verdi. Onların girişimiyle İşadamı Mustafa Koç, devletin yapamadığını yapıp rehabilitasyonun masraflarını karşıladı. Badem 28 Nisan 2007’de Gökova’da, duyurulmayan bir yerde, altı aylıkken doğaya salındı. Suda kendisini bekleyen dalgıçlara aldırmadan gözden yitti. 

SAD, geçtiğimiz Kasım’da beş yaşını deviren Badem’in yaşamasının en önemli nedeni oldu. Özellikle Yunanistan’da daha önce benzer süreci yaşayan yavru fokların kısa süre sonra ölü bulunması bu başarıyı somutlaştırıyor. Bildiğim kadarıyla dünyada da, doğaya salındıktan sonra beş yıl yaşayan bir Akdeniz foku yok.

Gelgelelim bu çaba derneği çözülmesi neredeyse imkansız sorunla yüzyüze bıraktı. Mersincik’te, sualtındaki hava kabarcıklarını takip ettiği dalgıçlar “vahşi” yaşamında karşılaştığı ilk insanlardı. Onlarla Datça’ya geldi. Sonrasını hepimiz biliyoruz.  Ana haber bültenlerinden eksik olmadığı (Savaş Ay’ı bile “habercilik” adına Datça’ya gönderen) bir yaza tanık olduk 2007’de. Badem o yazı doğada geçirdi. SAD, kurduğu mobil ekiple onu takip etti ve insanla ilişkisini engellemeye çabaladı. Sezonun bitmesi üzerindeki insan (ve “gazeteci”) baskısını azalttı. Ancak 2008’e gelindiğinde 135 kiloya ulaşan fokun varlığı, her iki taraf için de tehlikeli hale geldi.

Foku ölme ve öldürme ihtimali

Badem’in üzerinde kürekler parçalandı, hatta kafasına zıpkın bile yedi. Hâlâ izini taşıyor. Ölme ya da öldürme ihtimaline karşı turistik bölgelerden uzaklaştırması konusunda SAD’dan yardım isteyenler arasında  Muğla Valiliği de vardı. Velhasıl 2008 ile 2011’de, Haziran ve Ekim arasını Karacasöğüt’te kendisi için kurulan açık deniz havuzunda geçirdi. Burada çok önemli bir nokta var: Bugün 300 kiloya ulaşan, suda zaptedilmesi neredeyse imkansız hale gelen fok, ilk sene hariç, kendisi için kurulan bu havuza yine kendisi geldi.

Bu başarı öyküsünün içinde elbette sorunlu kareler de var.

Dönemin Orman Bakanı Osman Pepe’nin Foça’dan ayrılmadan önce Badem’in başını okşadığını bizzat gördüm. Bakan gibi, bir ülkenin doğasından en üst düzeyde sorumlu biri olsa dahi, Badem’e yaklaşmak ve dokunmak bu kadar kolay olmamalıydı.  

NTV 2008 Almanak’ta da yazmıştım, Badem ve Mustafa Koç’u sualtında birlikte gösteren fotoğraflar Doğan Grubu gazetelerine SAD tarafından servis edilmişti. (Bu karelerden kimi SAD üyelerinin de rahatsız olduğunu biliyorum.)  Türkiye’nin ilk Akdeniz foku rehabilitasyonunu üstlenen bir ekip için şansız karelerdi bunlar. Çünkü varlığı insandan uzak tutulmasına bağlı olduğu söylenen bir canlının rehabilitasyon sürecinde insanla kurduğu bağı belgeliyordu. Dahası SAD da onu, insanlardan uzak tutmaya çabalıyordu…

Formanın ağırlığı

Badem’in hikâyesi sadece Türkiye için değil dünya literatüründe de birçok ilki barındırıyor. Uzmanlar yavru bir Akdeniz fokunun insanla geçirdiği sürenin iki ayı geçmemesi gerektiği görüşünde. Geçtiğimiz yıl Mersin ve Kaş’ta bulunan ve SAD tarafından rehabilite edilen iki yavru fokun doğaya başarıyla dönmesi, derneğin de ilk ve en zor tecrübeden (Badem) ders çıkardığını gösteriyor.

Badem, onun sayesinde Akdeniz fokunu fark eden bir nesille birlikte büyüyor. Henüz ortalama yaşam ömrünün sekizde birini doldurdu; belki bu nesil onu yaşatabilir.

Binlerce yıldır Anadolu kıyılarındaydı, sikkelerde bile şekli vardı. Ama onu biraz geç tanıdık.  Denizdeki ayının (yıllar önce tükendiği Karadeniz’de böyle anılırdı), Akdeniz foku (Monachus monachus) olduğunu bize ilk 1964’te Prof. Dr. Bahtiye Mursaloğlu öğretti.

Ama dersimize çalışmadık. Şimdi Badem’le kurtarma sınavındayız. Mustafa Koç’un kızı ona bu adı koyarken Türkiye’nin ilk milli foku olacağını bilmiyordu.  Bu formanın ağırlığını taşıyor, taşıyoruz.

(*ATLAS, Nisan 2012, Sayı: 229'da kısaltılarak yayımlanan yazının özgün hali.)

http://twitter.com/gomalak

Yorum yazın