Genel

Murat Belge’den “uzlaşma” üstüne önemli yazılar…

Yazan: HaberVs

Uzlaşma tartışmaları geçen hafta TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu başkanlığında bir grup meslek örgütü ve sivil toplum kuruluşunun yaptıkları açıklamayla gündeme geldi. Yapılan yoğun tartışmalar bugün Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla yeni bir evreye giriyor. Bundan sonra AKP Anayasa Mahkemesi tarafından yargılanan bir parti konumunda… Bu koşullarda AKP yönetiminin ve hükümetin ne yapacağı, kendisine yönelik “uzlaşma çağrıları”nı […]

Uzlaşma tartışmaları geçen hafta TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu başkanlığında bir grup meslek örgütü ve sivil toplum kuruluşunun yaptıkları açıklamayla gündeme geldi. Yapılan yoğun tartışmalar bugün Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla yeni bir evreye giriyor. Bundan sonra AKP Anayasa Mahkemesi tarafından yargılanan bir parti konumunda… Bu koşullarda AKP yönetiminin ve hükümetin ne yapacağı, kendisine yönelik “uzlaşma çağrıları”nı nasıl değerlendireceği merakla bekleniyor.

Önümüzdeki günlerde konuyla ilgili ne tür gelişmeler olursa olsun Murat Belge’nin “uzlaşma”yla ilgili aşağıda sunduğumuz yazılarının kolay kolay unutulmaması gerektiğini düşünüyoruz.

28 / 03 / 2008

“Münazara toplumu”

Sorunların büyüdüğü, daha doğrusu kamuoyunun çeşitli etkiler sonucu sorunlarla ilişkisinin ısındığı evrelerde, Türkiye’nin bir ‘münazara toplumu’ olduğu, belirgin bir biçimde ortaya çıkar.

“Münazara toplumu” derken, ne demek istiyorum? Aslında, bunu, gerekli araştırmanın sonunda değil, başında söylüyorum. Özellikle eğitim sistemimizde ne zamandan beri bir “münazara” vurgusu olduğunu ve bunun nasıl işlediğini henüz incelemedim; başka toplumlarda konunun nasıl ele alındığını da bilmiyorum. Ama kurcalanırsa altından çok şey çıkacak bir konu olduğundan şüphem yok ve bu işe girişeceğim.

Baştan söyleyeyim: Bu alanda bana yardımcı olacaklara cidden “medyun-u şükran” olurum.
Evet, hayatta bir “münakaşa” var, bir de “münazara” var; birbirimizi “ikna etmek için”, münakaşa ederiz.

Bunun sonucunda, ikna etmek kadar edememek de mümkündür. Ama işin amacı budur: Durumun, bizim düşündüğümüz şekilde açıklanmasının, daha doğru olduğuna ikna etmek…

“Karşındakini” “ikna” etmek için “münakaşa” edersin (tartışırsın); “münazara” ise “karşıdaki” ile pek fazla ilgili değildir. Onun “ikna” olmayacağı zaten baştan bellidir. “Münazara”, daha çok bu olayı izleyen, seyredenleri “ikna” etmek için yapılan bir şey, bir çeşit “gösteri”, bir çeşit “müsabaka”dır.

Bu saptama doğruysa, “münazara”, seyircisinden çok yapan açısından, “doğru”yla da fazla ilgili değildir.

Bir “performans”tır son analizde. Performansın doğruyla ne gibi bir ilgisi bulunabilir? Yapılan işin özü, bir “doğru”yu araştırıp ortaya çıkarmaktan çok, tartışmanın her aşamasında “üstte kalma”nın tekniklerini geliştirmektir.

Bu gibi “teknik”lerin gerçeklikle bir ilgisi yoktur. Bunun için bir konunun derinlemesine bilgisine sahip olmak değil, karşıdakinin söylediklerini “bilgi görünen” bir hazırcevaplıkla çürütmek veya savuşturmaktır- “bilgili olmak” değil, “bilgili görünmek”, her durumda öyle veya böyle, “-gibi olmak”. Böyle, çünkü olay bir gösteri, sözgelişi, “güreş”ten çok “pankreas”.
Onun için, “münazara” mantığında, herkesin veya çoğunluğun “doğru” olarak kabullendiğini değil de, bunun tersini, ‘yanlış’ sayılanı savunmak daha değerli bir eylem olarak görülür.

Dünyanın yuvarlak değil de, düz olduğunu savunmak, örneğin. Bu ön-kabul de, “münazara”nın “gerçek arayışı” değil, “tartışmada üstte kalma” çabası olduğunu gösterir.

“Üstte kalma”, tartıştığın kişiye değil de, tartışmayı izleyenlere “haklı görünme”, tartışılan konularla, o genel alanlarla hiçbir ilgisi olmayan beceri ve hünerler gerektirir. Bunlar, temelde “teatral” hünerlerdir. Tartışma alevlendikçe, iş kızıştıkça, bu alanda başvurulan trükler iyice ahlakdışı bir nitelik de kazanabilir. Bu “tartışma” yöntemiyle, Einstein’ı mat edebilir, Darwin’in maskarasını çıkarabilirsiniz.

Şu anda Türkiye’de adamakıllı kızışkın bir tartışma yürüyor ve birileri ‘sükûnet’, ‘uzlaşma’ tavsiye ediyor. Bu “tavsiye” ile birlikte, tartışma, bir “münakaşa” olmaktan çıkıp çok aşina olduğumuz “münazara” zeminine oturuyor. Kolay gelsin.

29 / 03 / 2008

“Uzlaşma”: nerede?

Son günlerin liste başı kavramı “uzlaşma.” “Uzlaşın, aman hemen uzlaşın” deniyor, “bu memleket bu kadar gerginliği kaldırmaz.”
Kendime göre bir “siyasi felsefe” edindiğimden beri “uzlaşma” kavramına, “konsensus” kavramına birinci derecede önem veririm. Krizler içinde debelenen Türkiye de, bence, bir gün huzura kavuşacaksa, uzlaşma ve konsensus sayesinde kavuşacaktır. Bundan şüphem yok.
Gelgelelim, şu günlerde sürekli terennüm edilen bu ‘uzlaşma’ benim anladığım nesne değil. Bunun adı da böyle konulmamalı.
Nedir sorun? Nerede uzlaşılacak?
Yargıtay, AKP’yi kapatma davası açmış. Eski Cumhurbaşkanı Sezer’in atadığı yargıçlarıyla Anayasa Mahkemesi buna karar verecek.
Bir yanda bu var.
Bir yanda da, bir aralık gene sönümlenir gibi olan “Ergenekon” soruşturması yeniden hızlandı, son derece çarpıcı yeni bilgilerle devam ediyor. Bunun yanı sıra, yayımlanması Nokta’nın kapanmasına sebep olan, Amiral’in darbe günlüğünün amiralin bilgisayarından çıktığı Emniyet tarafından doğrulandı.
Bu türden bir gelişme var.
Şimdi bu iki gidiş arasında bir “uzlaşma” olması bekleniyor. Taraflar birer adım geri atacak. Nasıl olacak bu? Herhalde şöyle: Anayasa Mahkemesi gelen dosyayı geri gönderecek ve dava açılmayacak. Buna karşılık Ergenekon soruşturması durdurulacak. Gözaltında veya tutuklu olanlar da serbest bırakılacak muhtemelen.
Yani, birileri çeteler oluşturmuş, bir darbe için gerekli ortamı yaratmak için bir anı boş geçirmemişler bu yolda ve ortada bir dizi işlenmiş cinayet var. Ayrıca, Yargıtay binasının krokisi, Genelkurmay Başkanı’nın korunma planı gibi tuhaf şeylerin ortaya çıkmasıyla, henüz gerçekleşmemiş ama ciddi ciddi düşünülen başka cinayetlerin de sırada olduğuna dair kuvvetli karineler var.
“Bununla uzlaşın” deniyor.
Bunu demek, gerçekten çok fazla bir şey olduğu için herhalde, “Uzlaşın” diyen, aynı zamanda “Böyle şeyler yok. Bunlar uydurma” diyor, diyebiliyor. Böyle “komplo” iftiralarına kulağını tıkayacağını söylüyor.
Doğru, tıkamak gerek. Yalnız kulağını değil, izanını, vicdanını, epey bir şeyi tıkamadan olmaz bu.
Yani bu “sağduyulu,” bu “olgun,” bu “âkil” çağrının sahipleri “Kriminalite ile uzlaşın” diyorlar. Böyle formüllenince, sarsıcı gelebilir kulağa ama aslında şöyle bir düşünürsek bu bizim yakın tarihimiz boyunca yapageldiğimiz şey. Alışığız buna, bir kere daha da yapabiliriz.
Ama mantık düzeyinde de bayağı zorlayıcı. Birtakım adamlar, darbeyi meşru gösterecek huzursuzluk ortamını hazırlamak üzere örgütlenmişler, çalışmışlar. Başarısız oldukları da söylenemez. Şimdi, “huzur bozulmasın” gerekçesiyle, “Bunlarla uzlaşın” deniyor. Amacı huzuru bozmak olanın elini serbest bırakarak nasıl bir huzur bulacağız?
Uzlaşma olacaksa, çeteyi tamamen deşifre etme hedefinde olur.

30 / 03 / 2008

Uzlaşmak ne zaman?

Dün, birilerinin talep ettiği “uzlaşma”dan söz ediyordum. Bir “uzlaşma”nın en az iki tarafı olur. Oysa talebin yalnız bir tane muhatabı var: Hükümet. Niye böyle oluyor? Çünkü talepte bulunan, ikinci tarafın bir parçası (bunu ilk dillendirenlerden biri de zaten İlhan Selçuk- savcıyla görüştükten sonra). O zaman bu, dün ima ettiğim ama söylemediğim gibi, bir “uzlaşma” değil, “teslim ol” çağrısı.
Gerilim, görünürde, başörtüsünün yüksek öğretim düzeyinde serbest bırakılmasından doğuyor. Öteki taraf, tutumunu baştan belli etmiş: “Bu konuda uzlaşmam” diyor. Öyleyse hükümete “uzlaş” demenin gerçek anlamı ne? “Sen, istediğinden vazgeçeceksin. Çünkü senin istediğin şeyi ben istemiyorum” diyorlar. Bu tutum “demokratik” oluyor; yüzde 47 oyla iktidar olmuş birilerinin beş yıldır ertelediği ve aslında demokrasinin gereklerine tamamen uygun olan bir işi yapmak üzere harekete geçmesi, “uzlaşma”yı reddeden diktatörce tavır oluyor.
Yani, şöyle olursa ben kazanıyorum, böyle olursa sen kaybediyorsun. Bu siyaset geleneğinde “uzlaşma” gerçekten de böyle tanımlandığı ve böyle anlaşıldığı için hiçbir zaman uzlaşma olmuyor, “vuruşma” ve “çarpışma” oluyor. AKP aslında şimdiye kadar “vuruşmasız mücadele”yi ilk olarak ve bayağı başarılı biçimde uygulamıştı. Bir yıl önceki cumhurbaşkanlığı krizinde, geleneksel ve muhafazakâr güçler, muhtıralarıyla falan, gene bir “çarpışma” ortamı yarattığında, işi seçime götürerek gene bu “vuruşma”yı -önleyememiş ama- ertelemişti. Başsavcının girişimiyle şimdi vuruşma dışındaki yollar tıkandı.
“Uzlaşma”dan kendi anladığımı anlatayım. Şu ortamda, şu koşullarda olması gerektiğini düşündüğüm “uzlaşma”yı. Ama “olması gereken” dediğime göre, olması hiç “muhtemel olmayan” diye eklemeyi de ihmal etmeyeyim.
“İki aşamalı” bir uzlaşma düşünüyorum. Temel olgu, sorun, ne diyeceksek, Ergenekon’dur. Birinci aşamada, bu toplumun kanını, iliğini emen, sömüren bu yapılanmanın sonuna kadar açılması, sökülmesi gereği üstünde bir uzlaşma. Sürecin içinde başka, daha küçük uzlaşmalar da olabilir, daha doğrusu, Türkiye’de böyle şeyler olmadan hiçbir şeyin olmayacağını biliyorum. Yani, işin içinde olsa da, falancanın, filancanın adının çıkması, kendisinin mahkemeye çıkması, uluslararası skandala da yol acar gibi mülahazalarla, vaktiyle Gürler ve Batur’un esirgenmesini andıran uzlaşmalar olabilir- ama yapının çökertilmesi, bir daha bir araya gelemeyecek şekilde dağıtılması koşuluyla. Türkiye’nin bundan böyle bir daha yeraltı devleti tarafından yönetilmeyeceği garantisiyle.
Bu sağlandığı zaman da, asıl büyük uzlaşmaya gelinir. Aramızdaki anlaşmazlıklar ne kadar aşılmaz gibi görünse de, sonuçta aynı tarihin ürünü olan (ve o tarihin niteliğinden ötürü bu durumda olan) bir toplumda yaşıyoruz. Burada, birbirimizi yok ederek değil (bu yalnız ‘kötü’ değil, “imkânsız” da) birlikte yaşamayı öğrenerek varolmak zorundayız. Bunun yolu da “uzlaşma” ve “konsensüs” denen o uğraklardan geçer. Bu çoğulluk bir “’bela,” bir “felaket” değil, bizim için bir nimet olabilir, olmasını sağlamak da bizim elimizde.
Onun için, bu çoğulluğun bütün kurucu öğeleriyle bir arada yaşamak üzere uzlaşmayı öğrenelim. Ama bunu engellemeyi iş edinmiş ‘görevimiz tehlike’ çetesini yok etmeden önce değil, onun varolmasına izin vermek için değil, onu yok ettikten sonra.

Yorum yazın