Genel

O Brother, Where Art Thou? (Nerdesin be birader?)

Yazan: [email protected]

Vildan AyBrüksel – Ankara hattında bu aralar hava kötü. İki başkent arasında kaynağı belirsiz soğuk rüzgârlar esiyor. Türkiye’de, Avrupa yolundaki reformlara hız verecek bir enerji görülmüyor. Avrupa da bu kez bu nazlı yâre jest yapmama konusunda kararlı… Avrupa Birliği (AB) yıllardır ifade özgürlüğü ve Türklüğe hakaret ile ilgili Türk Ceza Kanunu’ndaki (TCK) 301. Madde’nin kaldırılmasını […]

Vildan Ay


Brüksel – Ankara hattında bu aralar hava kötü. İki başkent arasında kaynağı belirsiz soğuk rüzgârlar esiyor. Türkiye’de, Avrupa yolundaki reformlara hız verecek bir enerji görülmüyor. Avrupa da bu kez bu nazlı yâre jest yapmama konusunda kararlı…

Avrupa Birliği (AB) yıllardır ifade özgürlüğü ve Türklüğe hakaret ile ilgili Türk Ceza Kanunu’ndaki (TCK) 301. Madde’nin kaldırılmasını istiyor. Ancak Ankara, verilen bu sinyali daha çok ifade özgürlüğü olarak algılamaya yanaşmıyor.

Brüksel, Türkiye’nin bir izolasyona doğru ilerlemekte olduğu endişesini taşıyor. AB’li yetkililerin konuşmalarına hâkim uyarıcı ifadeler bu endişeye işaret ediyor. Türk diplomatları da bu rota değişikliğini doğruluyor ve bunu Ankara’daki motivasyon bozulmasına bağlıyorlar. Rotadaki sapışı gösteren ve endişeyi artıran bir unsur da kamuoyu araştırmaları… Araştırmalar Türk insanının AB ve Batı heyecanını yitirdiğini ortaya koyuyor.

Yiten Heyecan

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Marshall Fonu´nun düzenli yayınladığı Transatlantic Trends adlı rapora göre Türkler, ABD ve Avrupa Birliği´ne soğuk bakıyor. Temmuz 2007 tarihinde yapılan araştırmaya katılan Türklerin yüzde 54´ü AB´ye üyeliğin iyi olduğunu düşünürken yüzde 22´si olumsuz baktığını söyledi. Hâlbuki Türkiye´de AB üyeliğine destek 2004 yılında yüzde 73 seviyesindeydi. 2 yıl içinde bu oranın yüzde 54´lere kadar gerilemesi dikkat çekici bir sonuç.

Türkiye’deki entelektüel kesim de gelişmeleri endişeyle izliyor. Son olarak 100’ü aşkın aydın imzaya açtıkları bildiriyle hükümete, “AB konusunda gerekli adımları at” çağrısında bulundu. Bildiride “Artık bahane kalmadı” ifadesine yer verildi.

Bütün bu kara tablo içinde aydınlık bir noktayı gözden kaçırmamalı! Türkiye ile AB ilişkileri süreç boyunca dönemsel iniş çıkışlar yaşamış olsa da tarafların birbirlerinden kopamadıkları aşikâr… Konu üzerine çalışan uzmanlar, gerilimin en yoğun olduğu dönemlerde bile temel bir kopmadan kaçınıldığını ifade ediyorlar.

Anketlere göre Türkiye, AB’yi tanımıyor

Avrupa Birliği, az buz değil, Türkiye’nin 40 yıllık yönü. Oranlar şu anda gerilemiş olsa da Türk halkının çoğunluğu (anketlere göre yüzde 54 ile yüzde 82 arasında değişiyor) AB üyeliğini istiyor. Rakamlardaki bu dalgalanma ise bir kafa karışıklığına işaret ediyor. Zira çoğu anket gösteriyor ki Türkiye, AB’yi tanımıyor, AB üyeliğinin ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyor (kimi anketlerde bu oran yüzde 12-13 olarak ifade ediliyor). Modern dünyanın en iddialı siyasi projelerinden biri olan AB çoğu kez sadece bir ekonomik gelişmişlik seviyesi olarak algılanıyor.

Bu noktada yelpazedeki her algılama düzeyinin yegâne bilgi kaynağı olan medyanın üzerine bir sorumluluk düştüğü muhakkak. Bu yolla, eksik bilgilerin yol açtığı kafa karışıklıklarının ve ani duygusal değişimlerin önüne geçmek pekâlâ mümkün olabilir.

Türk basınının AB konusundaki genel refleksi, yüzlerce üyesi bulunan Avrupa Parlamentosu’nda bir kişinin Türkiye hakkında ne dediğine odaklanmak oluyor. Brüksel’de toplanan liderler zirvesinin ana gündem maddesi değil, Türkiye hakkında satır aralarına sıkışmış birkaç cümle manşete taşınıyor. Birliğe üye bir ülkenin siyaseten önemli bir şahsiyetinin tavrı, AB’nin genel tavrı olarak algılanıyor. Nihayetinde medyanın açtığı pencereden bakan toplulukların içinden, yükselen bir AB karşıtlığı çıkıyor.

Kötü niyetli biri bu manzaraya bakarak, basının bilinçli bir dezenformasyon sürecine girdiğini ya da popülizmin bataklarında kaybolduğunu söyleyebilir. Ancak daha iyi niyetli birinin ilk aklına gelen basın mensuplarının da içindeki yaşadıkları toplum gibi AB’yi anlayamadıkları olur. Kalemi tutanda maya tutmuş olan “AB’nin Türkiye’yi zaten almayacağı, oyaladığı” görüşü önce kelimelerine oradan da okuyucuya sirayet edemez mi?

AB, daha çok insana ulaşmalı

AB’nin hem kalemi tutana hem de o kalemden dökülen kelimeleri okuyana erişmesi gerekiyor. Birlik, olası bir genişleme için yüzünü döndüğü ve yüzünü onlarca yıldır kendisine dönmüş bir ülkede daha uzun vadeli ve kapsayıcı projelere girişmeli. Bireylere yönelik yürütülen ve destek verilen projelere, tek seferde daha çok bireye erişebilecek medya organları da eklenmeli… Bu iyi niyetli çaba meyvesini sadece teşvik ile verebilir.

Örneğin, Türk medya mensupları, AB’ye üye ülkelere vizesiz seyahat edebilmeli. AB projesini, işleyişini ve kurumlarını anlatan programlar/ projeler için fonlar ayrılmalı. Medya mensupları ya da bu mesleğe aday olan iletişim fakültesi öğrencileri çeşitli vesilelerle Avrupa Birliği’ne üye ülkelere, özellikle de birliğin kalbinin attığı Brüksel’e davet edilmeli. Lokal merkezler aracılığıyla basın, kurumlar, kuruluşlar, toplantılar ya da gündemler hakkında daha çok ve daha detaylı bilgilendirilmeli. Çünkü kendisini tanıtmak için yeterince çaba harcamayan bir AB, yanlış tanınmaktan şikâyet ettiği zaman haklılık payını azaltmış olacaktır.

İlişki, doğası gereği adaletsiz bir hal… İlişki halinde olanların aynı anda, aynı seviyede tatmin olmaları mümkün değil. Ancak karşılıklı fedakârlıklar ve atılacak adımlar bir ilişkiyi herhangi bir ilişkiden farklı kılabilir. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında bulunan kırılgan ve bir o kadar sağlam ilişki de atılacak karşılıklı adımlara ihtiyaç duyuyor. Türk medyası ilk adımı AB’den bekliyor. Bakalım AB bu beklentiye cevap verecek mi?

Yorum yazın