Gazze merkezli İslami Direniş Hareketi’nin (Hamas) silahlı kolu olan İzzettin Kassam Tugayları ve diğer Filistinli silahlı grupların, 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’in çeşitli noktalarına hava, kara ve deniz yoluyla geniş çaplı saldırılarda bulunmuştu. Saldırılar sonrasında yaşanan sürecin İsrail başta olmak üzere bölgedeki güvenlik durumunun çok daha kötüleşmesinin önünü açabileceği görülüyor.
The Times of Israel’e konuşan eski İsrail istihbarat yetkilisi Avi Melamed, Gazze saldırılarıyla daha önce ortaya çıkan İsrail ile ABD arasındaki sürtüşmenin İran saldırılarıyla yerini iki ülke arasında bağların kuvvetlenmesine bıraktığı değerlendirmesinde bulundu. Peki ABD’nin asıl amacı ve bir sonraki hamleleri neler olabilir? İstanbul Bilgi Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Ali Tuğtan, konuyu ABD açısından değerlendirirken ABD’nin sahip olduğu en büyük endişenin çatışmanın tırmanıp tarafların birbirine konvansiyonel güçleriyle saldırması ihtimali olduğunu söylüyor:
“ABD’nin önceliği İsrail’in güvenliğinin korunması. Özellikle Hamas ve Hizbullah taraflı yapılacak ve tehdit oluşturabilecek potansiyel saldırılar karşısında İsrail’i koruyabilmeyi ABD görev edinmiş durumda. Bununla birlikte İsrail tüm bu saldırılarla mücadele ederken bu örgütlere destek olarak çatışmaya girebilecek potansiyel diğer aktörlere (Yemen, Suriye ve Irak’ta bulunan İran’ın taşeron örgütleri) karşı da ABD, İsrail’isavunacak bir mekanizma geliştirmeyi önceliyor. “
İran ve İsrail arasında çıkabilecek olası bir savaşta ABD’nin İsrail’i korumayı önceliklendirdiğini ancak bunu yaparken asıl önceliklerinin 3.Dünya Savaşının çıkmaması olduğunun altını çizen Tuğtan, İran’ın da en az ABD kadar olası bir savaş ihtimalini istemiyor oluşunu da ekliyor:
“İran’ın kendi problemleri var. Olası bir savaş çıkarsa İran’ın buradan kazanabileceği somut bir kazanç yok. Herhangi bir savaş ihtimali İran’a yalnızca zarar verecek. İran, yıllar içerisinde geliştirip ürettiği nükleer programını tahrip edecek herhangi bir çatışmaya girmek istemiyor. İran’ın savaş yanlısı olmayışı da ABD’nin işini kolaylaştırıyor.”
İsrail, 1 Nisan’da Suriye’nin başkenti Şam’daki İran konsolosluğuna hava saldırısı düzenlemişti.İran’ın Şam Büyükelçisi, saldırıda yedisi İran Devrim Muhafızları (IRGC) üyesi ve altı Suriye vatandaşı olmak üzere 13 kişinin öldüğünü açıklamıştı. Öldürülenler arasında, IRGC’nin önemli isimlerinden Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahedi de vardı. Filistin-İsrail Savaşı süregelmekteyken 13 Nisan 2024’te İran, insansız hava araçları ve füzeler kullanarak İsrail’e saldırı düzenledi. Bu saldırılar, 1 Nisan 2024’te İsrail’in İran büyükelçiliğine saldırması sonucu meydana geldi.
Bir tiyatro mu izliyoruz?
13 Nisan 2024’te İran’ın insansız hava araçları ve füzeler kullanarak İsrail’e saldırı düzenlediği gece ve sonrasında Twitter başta olmak üzere birçok sosyal medya platformunda tüm bunların bir tiyatro olup olmadığına dair iki başlı bir tartışma çıktı. Bir yanda tüm bu saldırıların bir düzmece olduğunu ve medyada göz boyayabilmek adına yapıldığını düşünenler var. Diğer yanda ise saldırıların bir kurmacadan değil, güçsüz bir misillemeden ibaret olduğunu savunanlar mevcut. İki başlı tartışmaya farklı bir bakış açısı ile yaklaşan Tuğtan ise durumu şöyle değerlendiriyor:
“Yapılan bu saldırılara tiyatro diyenler ile bu saldırılar sonucunda 3.Dünya Savaşının çıktığına inananların bir kısmı aynı kişi denilebilir. Eğer bir konu hakkında yeterli fikriniz yoksa göze basit gelen ilk fikir benimseme eğiliminde olursunuz.”
Tuğtan, Özellikle toplumun belirli bir konu hakkında duygusal bir yükümlülüğü varsa kitlelerin duygularını manipüle etmenin çok daha kolay olduğunu da ekliyor.
“İran, ABD ile önceden koordine bir şekilde maddi zararı minimum olan ve sembolik olarak kendi halkını susturmaya yarayacak bir plan ile çıkageldi. Dronelar havalanmadan önce haber veriliyor, İngiltere, Ürdün gibi ülkeler drone avına çıkıyor, görüntüde İsrail’i İran’a karşı savunan bir imaj çiziliyor ancak alınan tüm önlemler olası bir savaşı önlemek ve minimum hasar ile konuyu kapatabilmek adına alınıyor” sözleriyle asıl tiyatronun bu olduğunu vurgulayan Tuğtan, Konuyu uzmanları ile değerlendirmenin önemine dikkat çekiyor. Kitlelerin anlık ve aşırı tepkilerinin bir manipülasyon tekniği olarak kullanabileceğini söylüyor ve kötü niyetli aktörlerin tüm bu aşırı tepkileri bir propaganda silahına dönüştürülebileceğini not düşüyor.
Türkiye’nin seçenekleri
Peki, Türkiye bu durumda nasıl bir strateji izlemeli? 2000’li yıllar itibariyle Türkiye, herkesin konuşabildiği bir taraf olarak öne çıkıyordu. 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’nin her iki taraf için de belirli bir güvenilirlik sahibi olduğunu söylemek mümkün. Türkiye’nin 2007 ve sonrasında tarafsız konumundan uzaklaşmış olmasına rağmen hala ciddi bir etkisi olduğunu söyleyen Tuğtan, Türkiye’nin hem Filistin hem de İsrail ve müttefikleri arasında barışçıl çözüm için ciddi bir potansiyele sahip olduğunu söylüyor. Bu potansiyelin harcanmaması gerektiğin ve doğru yönlendirilmesinin Türkiye’ye yarar sağlayacağını da ekliyor:
“Türkiye aynı zamanda batı ittifakı üyesi. Bu durum göz önünde bulundurularak Türkiye, ABD’nin Orta Doğu politikaları içerisinde kendi çıkarlarına uyanları desteklemeli. Türkiye, İsrail – Filistin savaşında iki devletli bir çözüm istiyordu. Aynı şekilde ABD de iki devletli çözümün peşinde, İsrail’in tek taraflı çözüm politikalarını desteklemiyor ve bunu dile getiriyor. Türkiye, halihazırda ABD ile çıkarları kesişmişken bu fırsatı kullanmalı. Bu durum aynı zamanda Türkiye’nin Kıbrıs sorunu ile ilgili başka çıkarların da daha rahat savunulmasını sağlayacaktır.”