Medya

Sabah programlarının kadrolu seyircileri…

Yazan: Hakan Çönbez

Sabah programlarına seyirci olarak katılalım, diye bir öneriyi nasıl yaptım ben de bilmiyorum. Gündem toplantısındakiler sanki hep bu anı bekliyormuş gibi, söylediğimin üzerine atladıklarında benim için artık çok geçti. Ben “kızlardan biri yapsaydı” filan derken kendimi Petek Dinçöz’in “Arım Balım Petiğim” programının kapısında bulmuştum bile… Yağmurlu bir Çarşamba günü Ayazağa Ata stüdyolarına saat 9:30 civarında […]

Sabah programlarına seyirci olarak katılalım, diye bir öneriyi nasıl yaptım ben de bilmiyorum. Gündem toplantısındakiler sanki hep bu anı bekliyormuş gibi, söylediğimin üzerine atladıklarında benim için artık çok geçti. Ben “kızlardan biri yapsaydı” filan derken kendimi Petek Dinçöz’in “Arım Balım Petiğim” programının kapısında bulmuştum bile…

Yağmurlu bir Çarşamba günü Ayazağa Ata stüdyolarına saat 9:30 civarında vardım. Hava çok soğuktu ve kapı, ellerinde torbalar, çantalarla ve büyük bir heyecanla programa girmeyi bekleyen teyzelerle doluydu. Kapıdaki güvenlik beni gördüğünde yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. “Sapasağlam adamsın burada ne işin var?” bakışıyla, teyzelerin yanına gidip beklememi, on dakika içinde içeri alınacağımızı söyledi.

Artık benim için ok yaydan çıkmıştı, bizden önce içeri alınan başka bir teyze grubunun arasına karıştım ve onlarla birlikte stüdyoya girdim. 20 metre yürüdükten sonra karşıma son hazırlıklarını yapan telaşlı bir set ekibi çıktı. Canlı yayına 20 dakika kalmıştı; kamera, ses ve ışık ayarları yapılıyordu stüdyonun sağ tarafında 5 katlı bir tribün vardı. Burası ağzına kadar seyirciyle doluydu ama dışarıda bekleyen bir o kadar kişi daha vardı ve içeriye girmek için çok sabırsızlanıyorlardı. Ben hemen aradan kaçarak kendime en üst köşede bir yer buldum. Oturduğum koltuk çok stratejik bir yerdi, hem stüdyoyu hem seyircileri geniş açıdan görebilecektim.

Yayının başlamasına 10 dakikadan daha az kalmıştı ve seyirciler akın akın gelmeye devam ediyordu, ama oturacak hiçbir yer yoktu. İşte bu noktada ”grup başı” olarak adlandırılan teyzeler devreye giriyordu. Bu üst rütbeli teyzeler, diğerlerine nereye, nasıl oturmaları gerektiği hakkında talimat veriyordu; “Hey! Baştaki, sen geçen program öne oturdun, git arkaya sıkış!..”

Daha sonraki gözlemlerimden anladım ki, bu üst rütbeli organizatör teyzeler ön sıralardan arkaya doğru en çalışkandan en tembele bir sıralama yapıyorlar… Her konuda yorum yapmayı seven, şarkılarda kendinden geçebilenler ön saflarda yer alırken, daha durgunlar onun arkasında, daha da durgunlar en arka sıralarda oturuyorlar. Eğer yetirince hareketli biri değilseniz ve o gün şansınız da yoksa programı kamera arkasından ayakta seyretmek zorunda kalabiliyorsunuz.
Ayrıca reklam aralarında yorulma emaresi gösterenler de futbolcu gibi değişiyorlar. İlk reklam arasında grup başlarından biri orta saflardan 5 kişiyi dışarı alıp yerine taze kan olarak 5 kişiyi oturttu; ben ne olduğunu kavramaya çalışırken yanımdaki teyze merakımı giderdi.

Ve işte canlı yayındaydım! Kısa sürede her espri sonrasında alkışlamam ve her şarkı çalındığında tempo tutmam gerektiğini anladım, çünkü bu konu, set amiri ve özellikle grup başları tarafından sürekli tembihleniyordu. Ama esas ilginç olan, oradaki teyzelerin her söyleneni en ufak bir itirazda bulunmadan yapmalarıydı.
Aralarındaki en büyük kavga ise ön saflarda yer bulabilme hırsından kaynaklanıyordu. Öne oturduğunuzda televizyona çıkma ihtimali çok yüksek, ama ne yazık ki bu şansa yalnızca 20 kişi sahip olabiliyor ve bu nedenle çıkan kavgaların ardı arkası kesilmiyor. Örneğin yanımda oturan teyze, reklam arasında hava almak için dışarı çıktı ve program başlamadan geri dönemediği için bir sonraki reklam arasını bekledi. Geldiğinde yerinde başka biri oturuyordu ve yerinin kapılmış olduğunu gören teyze açtı ağzını yumdu gözünü… Az önceki halim selim teyze öyle bir kaplan kesilmişti ki, sonunda yerine oturanı kaldırmayı başardı.

Reklam araları tam bir şenlik gibi geçiyordu. Arkamda oturan teyze çantasından koca bir torba çıkardı; içinde bilezikler küpeler, kolyeler vardı ve onları satıyordu. Bir başka bir grup, öğleden sonra ne yapacaklarını konuşuyordu; kimi öğle kuşağındaki yayına katılmak istiyor, kimi ise başka bir kanala canlı yayına gidip oradaki yayını takip etmenin planını yapıyordu.

Yayın yaklaşık üç saat sürdü ve bu yayının gelenler için ciddi bir sosyal aktivite olduğunu gözlemledim. Yanımdaki teyze Çorlu’dan geldiğini ve bunun için 20 milyon verdiğini söyledi. Arkamda oturan amca ise her ay mutlaka en az 5 kere geldiğini ve maddi gücü yettiği sürece geleceğini söyledi.

Canlı yayında şarkı çalınmaya başladığında yanımdaki teyzelerden bir tanesi janjanlı mendilini çıkarıp sallamaya başladı; kameranın ona her dönüşünde surat ifadesini değiştirip kendinden geçiyordu. Reklam arasında yanımda normal duran teyzenin bu kadar yetenekli olması ve anında havaya girebilmesi beni gerçekten etkilemişti.
Sonradan o seyircilerinin çoğunun programın kemik kadrosundan olduğunu anladım. Teyzeler haftanın belirli günleri canlı yayına seyirci olarak katılıyorlar, gelen konuklara sorular soruyorlar ve programının sunucusuna “Allah seni başımızdan eksik etmesin” temennisinde bulunuyorlar…

Sabah programlarının toplumun aynası olduğu söylenemez belki, ama şu yorumu rahatlıkla yapabilirim ki, oraya gelen seyirciler, kesinlikle, canlı yayına çıkan ve bazen artık bu kadar da olmaz dediğimiz olayların birebir yansıması…

5 Yorum

Yorum yazın