Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve Karaca Ahmet Sultan gibi halk ozanı ve dervişlerin Anadolu’da, hatta kimi zaman Türkiye sınırları dışında onlarca türbesi ya da makamı (yeri) bulunuyor. Bu mekânların her biri yoğun ziyaret alırken, gerçek kabirlerin nerede olduğu tarihçiler tarafından da tartışılıyor.
Hacı Bektaş Veli dergâhında yetişen ve adı, İstanbul’da kendi dergâhını kurduğu yere verilen Karaca Ahmet Sultan bu isimlerden biri. Karaca Ahmet, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’nün geçtiğimiz ay yayınladığı Hüvelbaki adlı kitapla gündeme geldi. Kitapta, Karaca Ahmet’in esas türbesinin Manisa’nın Horoz köyünde yer aldığı iddia ediliyor. Karacaahmet Sultan Derneği bu iddia üzerine 13 Şubat 2009’da bir basın duyurusu yayınlayarak bu iddianın “Türk ve İslam tarihine karşı kasıt değilse önemli bir bilgisizlik” olduğunu savundu.
Gazeteci Melih Aşık konuyu Milliyet’teki köşesine taşıdı. Aşık, Hüvelbaki’de Karaca Ahmet hakkındaki iddianın ispatlanamadığını ve kitabı hazırlayanların da bu konuda mahcup olduğunu dolaylı yoldan öğrendiğini yazıyordu.
HaberVesaire, Karacaahmet Sultan Derneği başkanlarından, araştırmacı ve yazar Cemal Şener ile birden fazla türbe geleneğinin kaynağını ve Karaca Ahmet’in İstanbul’daki türbesi hakkındaki iddiaları konuştu.
Gerçeği hangisi?
Cemal Şener, mezar taşlarının kutsal olmasının ve mezarlıklara saygı duymanın İslam’dan çok Türk kültürüne ait bir öge olduğunu söylüyor. İslam’ın karşı olmasına rağmen bu tür geleneklerin halk arasında bin küsur yıldır yaşadığına değinen Şener, bunun o kişiye verilen önemle ilgili olduğunun altını çiziyor.
Şener, Karaca Ahmet Sultan, Yunus Emre gibi isimlerin birden fazla türbesinin olmasını ise şöyle açıklıyor: “Sağlığında, düşünceleri doğrultusunda sevilen sayılan insanlar vefat ettikten sonra da onlara olan saygı sevgi devam ediyor. Türk kültüründe reenkarnasyona benzeyen, onu yaşatma anlayışı var. Toplumda isimleri ile yaşayan pek çok insan geçmişin dinsel, siyasal, felsefi önderi. Anadolu’da bu tür kişilerin birden fazla mezar yerinin olması, o kişinin değişik toplumlarda sevilmesinin bir sonucu.”
Türk coğrafyasının çok büyük oluşu Şener’e göre, aynı insanın birden fazla yerde türbesinin bulunmasını açıklayan bir başka neden. “Türkler Altaylar’dan Akdeniz’e kadar olan bölgede yaşıyor. Anadolu’da yaşayan insanların, Altaylar’da yaşamış ve vefat etmiş birinin türbesini ziyaret etmesi çok zor olduğu için, bulundukları yere, ona atfen türbe veya bazı yerlerde de makam yapılıyor. Bu, Türk geleneğinde çok yaygın. Yunus Emre gibi çok örnek var.” Cemal Şener, zaman içinde kutsallık kazandıkça gerçek mezarın hangisi olduğunun unutulduğunu vurguluyor.
“Türk islamı Alevi Bektaşi geleniğinde yaşıyor”
Sosyologların “Türk İslamı” veya “Halk islamı” dedikleri şeyin bugün daha çok Alevi Bektaşi geleneğinde yaşadığını belirten Cemal Şener, türbe ve mezar ziyaretinin bu gelenekte daha yaygın olduğunu söylüyor. Bunun Türk geleneğinden gelen ataya ve mezara saygının bir ifadesi olduğunu ve Anadolu’da hemen her köyün ziyaret ettiği bir türbe bulunduğunu, bu nedenle de binlerce ziyaret yerinin var olduğunu dile getiriyor. Şener’e göre kabristanların önemsenmesinin ve büyük şehirlerde imar talanına uğramamış yegâne yeşil alanların mezarlıklar olmasının nedeni de bu.
Orta Çağ’da göçlerle birlikte Anadolu’da Türkistan’dan gelme dergâh geleneği yerleşmeye başlıyor. Dergâhlar, İpekyolu’na benzer biçimde bu güzergâh üzerinde, aralarında ortalama altı saatlik mesafelerle kuruluyor, mola yeri ya da han olarak kullanılıyor. Buralarda hem ibadet, hem de felsefi, dinsel sohbetler yapılıyor. Tıpkı bir üniversite gibi eğitim işlevi üstleniyor. Çevresindeki halk aydınlatılmaya çalışılıyor.
Cemal Şener, Karaca Ahmet’in Hacı Bektaş Veli dergâhında yetişen dervişlerden olduğunu anlatıyor:
“Oradaki 12 hizmetten gözcülük hizmeti, Karaca Ahmet’e veriliyor. O dergâhta yetişen dervişler Batı’ya gönderiliyor. Abdal Musa, Karaca Ahmet, Sarı Saltuk, Demirci Baba gibi… Bunlardan İstanbul’a gelenler de oluyor. Karacaahmet Batı Anadolu ve Ege’deki çalışmalara da katılıyor.”
“Manisa’da defnedildiyse, atının İstanbul’da ne işi var”
Cemal Şener, Karaca Ahmet’in esas mezarının Üsküdar’da olduğunu iddiasını üç nedene bağlıyor. Bunlardan ilki Karaca Ahmet’in Hacı Bektaş Veli tarafından Batı’ya görevlendirilmesi. Hacı Bektaş, Vilayetname adlı eserinde ‘Karacam’ diye hitap ettiği Karaca Ahmet’e “Bir yerde mekanın olsun, 40 yerde çerağın yansın’ diyor. Çerağ, yani ocak yakmak, Alevi Bektaşi geleneğinde dervişin gittiği yerde düşüncesiyle aydınlatma görevi üstlenmesi anlamına geliyor. Şener’e göre Anadolu’da Karaca Ahmet’in yedi yerde türbesinin, üç yerde makamının olmasının kaynağı da bu.
Şener’in ikinci nedeni, o dönemde Batı’ya yerleşen dervişlerin, yerleştikleri yerlere isimlerinin verilmesi. İstanbul’a gelen Kartal Baba’nın isminin verildiği Kartal, Eren Baba’nın adını taşıyan Erenköy, Gözcü Baba’nın isminden gelen Göztepe gibi… Karaca Ahmet bugünkü Üsküdar’a dergahını kuruyor, insanlara hizmet etmeye, kendi düşünceleri doğrultusunda insanları aydınlatmaya başlıyor ve oraya Karaca Ahmet ismi veriliyor.
Üçüncü neden ise Karaca Ahmet’in atının mezarının da Üsküdar’da, Karaca Ahmet’in mezarının 50 metre ilerisinde bulunması. Türkler’de at çok önemli. Atının mezarı, Karaca Ahmet’in burada vefat ettiği ve gerçek mezarının da burada bulunduğu ihtimalini çok güçlendiriyor. Şener “Manisa’da defnedildiyse, atının burada ne işi var” diye soruyor.
Tarihçiler tartışıyor
Bu konuda tarihçiler arasında da tartışmalar olduğuna değinen Şener, Karaca Ahmet’in İstanbul, hatta Türkiye dışında (Makedonya’da) türbeleri ve makamları olduğunu söylüyor. “Eşme Karacaahmet köyünde annesi ve kardeşlerinin mezarlarının olması ve ailesinin bazı fertlerinin Manisa’nın Horoz köyünde gömülü olmasından dolayı, bazıları onun mezarının da orda olabileceğini düşünüyor” diyen Şener, 1200’lü yılların Anadolu tarihinden söz edildiğini ve o yıllarda insanların doğum yılı, ölüm yılının bile net olmadığını hatırlatıyor.
Üsküdar’daki türbenin, Aleviler’in yoğun olarak ziyaret ettiği bir dergâh olduğunun altını çizen Şener, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’nün geçtiğimiz ay yayınladığı Hüvelbaki adlı kitaptakı iddiaları “eğer bilinçli bir çaba” değilse, “kocaman bir bilgisizlik” olarak nitelendiriyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum olduğu sürece Türkiye’nin laik olduğunu iddia etmenin hiç bir zaman mümkün olmadığını söyleyen Cemal Şener, Aleviler’in hâlâ meşru görülmediğine inanıyor. “Sünniler, Sünnilik konusunda bilgisizlikten kaynaklanan ufacık bir hata karşısında haklı olarak çok büyük hassasiyet gösteriyorlar. O zaman, bir devlet kurumu olarak siz de, dışınızdaki bir inanç hakkında yazı yazarken bu hassasiyeti gösterin. Ne Hıristiyanlık’la, ne Musevilik’le ne de Alevilik’le ilgili böyle bir küçümseme yapma hakkınız yok” diyen Şener, bu açıdan bakıldığında bunun bilgisizlikten kaynaklandığını düşünemediğini, daha çok Türkiye’yi Sünni görme anlayışının tezahürü olarak nitelendirdiğini ifade ediyor.