Genel

AB yasaklıyor Türkiye tüketiyor

Yazan: Ayşe Cavlakoğlu

Önce Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Kılıç: “Yerleşim yerlerinde haşerelere karşı yapılan kimyasal mücadele insan sağlığına zararlı” dedi. Hemen ardından Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kontrol Mühendisi Mehmet Baran bu tezi destekledi: “Avrupa’da yasaklanmış olan 124 tür kimyasal ilaç Türkiye’de kullanılıyor.” Şayet sağlığı tehdit ettiği için gelişmiş ülkelerce yasaklanan kimyasal ilaçlar Türkiye’de Tarım ve Köyişleri […]

Önce Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Kılıç: “Yerleşim yerlerinde haşerelere karşı yapılan kimyasal mücadele insan sağlığına zararlı” dedi. Hemen ardından Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kontrol Mühendisi Mehmet Baran bu tezi destekledi: “Avrupa’da yasaklanmış olan 124 tür kimyasal ilaç Türkiye’de kullanılıyor.”

Şayet sağlığı tehdit ettiği için gelişmiş ülkelerce yasaklanan kimyasal ilaçlar Türkiye’de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından onay alıyor hatta çiftçilere şiddetle tavsiye ediliyorsa, bu ilaçların ucunun dokunduğu gıdalarla beslenmek, toprağa ayak basmak, suyu içmek hatta havayı solumak ne denli sağlıklı olabilir?

Mehmet Baran’ın “Türkiye’deki ilaç firmaları Avrupa’da yasak kapsamında olan kimyasalları satmaya devam ediyor” iddiasının doğruluğunu sorgulamak için iletişime geçtiğimiz kimyasal ilaç firmalarından aldığımız sonuç korkutucu: evet, gelişmiş ülkelerin kullanmadığı bazı kimyasal ilaçlar Türkiye’de hâlâ satılıyor, hem de “yasal olarak!”

Peki gelişmiş ülkelerin yasaklama yoluna gittiği, ülkemizde ise evlerde, bahçelerde haşereleri öldürmek ve gıdaları korumak amacıyla hâlâ kullanıldığını öğrendiğimiz kimyasal ürünler iddia edildiği gibi canlıları ve doğayı tehdit ediyor mu? Haşerelerden korunmak ve bitkileri korumak için başvurulacak alternatif yöntemler var mı? Konunun uzmanlarına sorduk…

Doğaya karşı yürütülen kimyasal mücadelede miladın, çok zehirli bir böcek öldürücü olan DDT olduğunu belirten Tütün-Sen Başkanı Ali Bülent Erdem: “DDT’den sonra haşerelere karşı mücadele kimyasallarla yürütülür oldu ve bu, şirketler için kârlı bir alan oluşturdu. Türkiye’de de evsel pazarın yüzde 76’sını üç firma kontrol etmektedir” diyor. Erdem’e göre Türkiye’nin başı kimyasallarla dertte. Erdem: “Dünya kimyasal mücadele yöntemlerinin insan ve çevre sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini tartışırken, biz, Dünya Sağlık Örgütü tarafından yasaklanan 124 tür ilacı çekinmeden kullanabiliyoruz” diyor.

Bir başka canlının solumak istemediği şey insana nasıl zarar vermez!

Ali Bülent Erdem’in de değindiği gibi DDT ve türevi kimyasalların canlılar üzerindeki olumsuz etkileri aşikâr. Peki belediye araçlarından yapılan, sokakta yürürken, oynarken, balkonda otururken maruz kaldığımız ve neredeyse gündelik hayatımızın bir parçası haline getirilen haşere ilaçlamaları insan sağlığına zararlı mı?
Araçlardan yapılan günlük haşere ilaçlamalarında, yakılan mazotun kullanıldığını belirten Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık: “Bu ilaçlama öldürücü diyemeyiz, ama zararlı tabii. Bir başka canlının solumak istemediği bir şey insana nasıl zarar vermez! Bu kabul edilemez!” diyor ve ilaçlamanın insana verebileceği rahatsızlıkları anlatıyor: “Bu ilaçlamalardan herkesin sağlığı olumsuz etkilenebilir ama hiç şüphesiz en çok etkilenen çocuklar. Mide bulantısı ve kusma gibi zehirlenme belirtileri en hafifi. Bunun dışında, kimyasal maddeler sinir sisteminde tahribat, öğrenme güçlükleri ve sürekli maruz kalınması durumunda kanser vakalarına bile yol açabiliyor.”

Evlerde kullanılan böcek öldürücü spreyler de sağlığa zararlı

Atalık’a göre yaygın bir şekilde evlerde kullanılan sprey haşere ilaçları da insan sağlığına zararlı. Atalık kapalı alanlarda yapılan her türlü ilaçlama sonrasında kişinin ilaçlı havayı teneffüs etmek zorunda kaldığını belirtiyor:
“İlaçlamadan sonra kaç gün geçerse geçsin, en azından camı açmak için ilaçlanan kapalı mekâna girmek zorundasınız. O, basit dediğiniz sivrisinek ilaçları da zararlı yani.”

Yurtdışında da haşereyle mücadelede ve zirai işlemlerde kimyasal maddelerin kullanıldığını belirten Atalık, gelişmiş ülkelerde kalıntı süresi daha kısa olan ilaçların, eğitimli kişilerce kullanıldığını söylüyor:
“Bu ülkeler, kalıntı süresi uzun olduğu için kullanmadıkları kimyasal ilaçların kullanımını 3. Dünya ülkelerinde teşvik ediyor. Örneğin Afrika’da sivrisinek mücadelesinde hâlâ DDT kullanılıyor. Düşünün, kutuplarda yapılan incelemelerde bile DDT kalıntılarına rastlandı. Yani, tüm dünyaya zarar verebilecek durumda bu ilaçlar.”

Türkiye denetleme konusunda kusurlu!

Türkiye’de satışı süren zararlı kimyasallardan bazıları:

Baklagillerden elmaya kadar pek çok gıda üzerinde kullanılan, cinsel gelişim bozukluğu ve kanser gibi ciddi rahatsızlıklara neden olduğu tespit edilen “endosülfan”; pamuk, tütün, kavun, domates ve brokoli gibi sık tüketilen gıdaların üzerine püskürtülen, başağrısı, ishal, kusma ve göğüs sıkışması gibi semptomlara yolaçan “methamidophos” başta olmak üzere insan ve hayvan sağlığını tehdit eden “parathion-methyl, chlorphyriphos ethyl, acephate, metalaxyl, carbarly, phomigant, propargite ve miclobutanyl”

İnsan sağlığı üzerinde bu denli olumsuz etkileri olduğu için dünyada yasaklanan kimyasal maddelerin Türkiye’de kullanılıyor olması nasıl açıklanabilir, bu durumu denetleyen mekanizmalar yok mu?
Türkiye’nin genel olarak yasaklamalar konusunda geç kaldığını, bunun en açık kanıtının da geçmişteki DDT örneği olduğunu savunan Türkiye Çiftçi Sendikaları Sözcüsü Abdullah Aysu’ya göre Türkiye’nin denetleme konusunda da kusurları var. “Bu ülkede ilacın pazarlanmasından kullanılan miktarına kadar her şeye satıcı firmalar karar veriyor. Satıcı, ‘ne kadar kazansam o kadar kardır’ diyor, kamuoyu ise pasif kalıyor” diyen Aysu ekliyor: “Türkiye’de Tarım Bakanlığı Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü IMF’nin isteğiyle kapatıldı!”

“AB genellikle bazı ilaçları yasaklama yoluna gider” diyen Ahmet Atalık’a göre AB, ABD’nin ürettiği ilaçlar piyasada ön plana çıktığında, rekabeti engellemek için bu yola başvuruyor, insan sağlığını düşündüğü için değil. Atalık Türkiye’deki durumu ise iki şekilde açıklıyor: “Eğer Tarım Bakanlığı o ilaçların ithal edilmesine izin veriyorsa o zaman Tarım Bakanlığı’nın, ilaçlar ülkeye kaçak giriyorsa, hükümetin görev kusuru var demektir.”

Doğayla uyumlu yöntemler esas alınmalı

Tarımda ve haşereyle mücadelede kimyasal ilaçlama yerine doğal yöntemler kullanılması gerektiğinin altını çizen Abdullah Aysu her çeşit kimyasal ilacın, doğal dengeyi bozduğunu belirtiyor:
“Gidişatımız normal değil. Doğanın kendi içinde, iç dinamiğiyle gelişmesi için ekodengeyi bozmayacak yöntemler esas alınmalı. Bu da ne için olursa olsun, kimyasalsız bir dünya demek. Çözüm, doğayla uyum içinde yaşamak. Böcekleri kovmak için bile kimyasallar kullanılıyor. Oysa doğada her çeşit haşereyi uzaklaştıracak yöntem var. Mesela İç Anadolu’da köylerde evlerin temeline katran sürerler, yılan gelmesin diye. Ya da mahsulü depoladığınız yerin kapısına çam yaprağı bırakırsanız oraya fare gelemez.”

Ali Bülent Erdem’in gösterdiği çözüm önerisi de Aysu’nun çözümü gibi doğanın içinde:
“Kimyasal ilaç üreten firmaların formüllerine değil, halkın yıllar boyunca geliştirmiş olduğu birikim ve bilgeliğe rağbet edilmeli. Bu doğal yöntemlerin tekrar hatırlanıp, geliştirilmesi gerekir. Ancak bu yöntemler insanları yok etmenin önüne geçebilir.”

Küba’da haşerelerden “bilge tarım” yöntemiyle korunuyorlar

Peki zirai mücadelede doğal yöntemleri kullanan ve başarılı olan ülkeler var mı? “Elbette” diyor Aysu ve organik tarım uygulayan Küba’yı örnek gösteriyor: “Küba’da ‘bilge tarım’ uygulanıyor mesela; karışık tarım. Bir sene patates ektiğin alana sonraki beş sene patates ekmezsen, o gıdayı bulamayan haşere zayıflar ve çoğalamaz.”
Ancak Aysu, Türkiye’nin bu doğal yöntemlere geçiş yapmasının oldukça zor olduğunun altını çiziyor:
“ Türkiye bir kısır döngüye sokuldu. Böceklerden korunmak için kimyasal ilaç kullanıyorlar; bu, haşerenin o ilaca bağışıklık kazanması ve bir dahaki ilaçlamada daha yüksek dozda ilaç kullanılması demek. Böylelikle Türkiye ilaçlamaya bağımlı hale geldi”

Dünyanın doğal mücadele örnekleriyle dolu olduğunu söyleyen Ali Bülent Erdem ise Hindistan’da okaliptüs yağı, Hint defnesi ve tarçın yaprağının haşereyle mücadelede en çok rağbet gören doğal yöntemler olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Hintliler’in neem ağacı, 200’den fazla böcek türü üzerinde etkili. Nikaragualı çiftçiler de tarlalarındaki zararlı böceklere karşı neem tohumundan hazırladıkları karışımı kullanarak mücadele ediyorlar. Tayvan’da ise sivrisinek larvalarını öldürmek için tarçın yaprağı kullanılıyor.”

Kimyasal ilaçlar kene sayısının artmasında etkili!

Gelelim son yılların en popüler konusuna ışık tutacak olan soruya: Haşere ve gıda üzerinde kullanılan kimyasal ilaçlar kene sayısının artmasına neden oluyor mu? Abdullah Aysu’ya göre yerleşim yerlerinde kullanılan haşere ilaçları kene sayısındaki hızlı artışın tek sorumlusu olamaz: “Ama tabii ki, bu artışa sebep olan etkenlerden biri de şüphesiz kimyasal maddeler” diyen Aysu şöyle devam ediyor: “IMF politikaları yüzünden 1980’de 80 milyon olan hayvan sayısı, şimdi 41 milyona düştü. Keneler yok olan o hayvanların üzerinde yaşıyordu normalde. Üstüne bir de kenelerin düşmanı olan canlıları yok ediyorsunuz haşere ilaçlarıyla. Kene sayısı da artacak tabii.”

Atalık da bu konuda Aysu’yla hemfikir: “Kene bir seferde en az bin tane yumurta bırakır. Bu yumurtalarla beslenen haşereler o kimyasallarla yok edildikleri için, yumurtadan çıkan kene sayısında büyük artış oluyor.”

İnsanlığa ve doğaya ziyadesiyle zarar veren kimyasal maddelerin kullanımı kimlerin işine yarıyor peki?
Soruyu Atalık yanıtlıyor: “Tabii ki ilaç üreten firmalar. Bu firmaların sayısı 10’u geçmez. Hepsinin hedefi daha fazla ilaç satmak. Onlar sattıkça insanlar sağlıksızlaşıyor.” Abdullah Aysu da Atalık’ı onaylıyor ve ekliyor: “Meydan büyük şirketlerin elinde!”

Yorum yazın