Medya Politika Söyleşi

Acaba bu hafta geçmişte neler olacak?

Yazan: Güneş Beste Kurtoğlu

Siyaset ve İletişim Bilimci Burak Özçetin’e göre diziler, “tarihi kötüye kullanma” çabasının açıkça gözlemlenebildiği alanlardan. Bu yapımlar tarihi olgulardan uzaklaştığı için, geçmişte ne olduğunu “tahmin etmek” bile imkansızlaşıyor.

“Siz bilimsellikten çatlasanız bile, tarih yazımı nesnel olması mümkün olan bir şey değil” diyor Burak Özçetin. Çünkü “geçmişte olan şeyleri bir araya getirmek, bunlardan anlamlı bir hikâye oluşturacak şekilde yan yana getirmek, içinde ne olursa olsun, bir kurguyu, bir inşayı gerektirir.”

Öteki Dernek tarafından 26 Mart’ta gerçekleştirilen “Popüler Kültürde Tarihin Kötüye Kullanımları” başlıklı çevrimiçi söyleşiye katılan Prof. Dr. Burak Özçetin, geçmişte olup bitenler ile bu gelişmelerin aktarımı arasında oluşan farka dair, kendi deyişiyle “tarihsel olgu ve anlatılan tarih arasındaki çatlağın” popüler kültürde nasıl doldurulduğuna dair konuştu.

Öncelikle, “tarihi kötüye kullanmak” derken neyi kast ediyoruz?
İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü Öğretim Üyesi Özçetin bu soruyu şöyle cevaplıyor:

Açık bir tarihsel bir olgunun yadsınması; tarihsel olguların yanıltıcı bir şekilde sunulması, sahtecilik; belirli bir olaya sabitlenme, o olayı ön plana çıkarmak amacıyla diğer olayları yok sayma; bilgi eksikliği, yani tembellik ya da cahillik nedeniyle bilgiye ulaşma çabasının eksikliği ve ticari kaygılar uğruna (reklam, dizi ya da film sektörlerinde örneğin) tarihi istismar etme.

Burak Özçetin’e göre özellikle Türkiye’de tarih, istinasız bir şekilde tüm bu boyutlarıyla kötüye kullanılıyor. Araçsallaştırılıyor, çarpıtılıyor ve güncel siyasi kavgaların parçası haline getiriliyor.

Tarih yazımında mutlak bir nesnelliğin mümkün olmadığını söyleyen, Özçetin “madem nesnel olmak mümkün değil, o halde bu ‘çatlağı’ ne istersek onunla doldururuz” demenin de mümkün olmadığına dikkat çekiyor:

“Elbette ki her tür tarih anlatısı, tarihe dair her türlü anlatı bir kurgu içinde bulunur. Tarihsel olgu ile tarihsel anlatı arasında aşılması imkansız olan kırmızı çatlak var. Olgu ile anlatılan tarih arasındaki bu yarık bazen inanılmaz bir uçuruma dönüşüyor. Bu uçurumu ise fantezi dediğimiz şey dolduruyor. Psikanalist Jacques Lacan’ın ve daha sonra Slavoj Žižek’in kullandığı anlamda, politik fanteziler dolduruyor. Günümüz Türkiyesinde bu çatlağın neyle doldurulduğu politik bir vaziyet.”

“Geçmişi ‘tahmin etmenin’ güçlüğü”

Özçetin, karşılaştırmalı edebiyat uzmanı Svetlana Boym’un Nostaljinin Geleceği (2001) adlı eserinde, bir Rus atasözünden yaptığı alıntıyı hatırlatıyor: “Geçmiş, gelecekten çok daha tahmin edilemez hale gelmiştir.
Özçetin’e göre popüler televizyon dizileri, bu sözün günümüzdeki karşılığını görmek için biçilmiş kaftan:

İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü Öğretim Üyesi Burak Özçetin, Öteki Dernek’in çevrimiçi toplantısında, popüler kültür ve tarihin kötüye kullanımı üzerine konuştu. (Kaynak: Öteki Dernek)

“Akademik ilgim nedeniyle her hafta  PayitahtAbdülhamit, Diriliş ‘Ertuğrul’, Uyanış ‘Selçuklu’ gibi dizileri izliyorum: Ve her hafta şunu merak ediyorum: Acaba bu hafta geçmişte ne olacak? Gelecek elbette tahmin edilemez ama günümüzde, geçmişle ilgili fantezilerin nereye varacağını, karşımıza nasıl bir fantezinin çıkacağını merak etmeye başladık. Boym da alıntıyı, tam olarak bu anlamda kullanıyor.”

Özçetin, popüler kültürün tarihi kullanma çabası, her dönemde geçerli olduğunu, film endüstrisinden, ders kitaplarına çeşitli örneklerle anlatırken şunu söylüyor: “Popüler kültürün tarihi kullanılmak, araçsallaştırmak istemesi süreklilik arz eden bir durum. Ama bize düşen, bu süreklilik içerisindeki farklılaşmaları, kopuşları görebilmek.”

Televizyon dizisiyle hakikat inşası

Siyaset ve iletişim bilimleri üzerine çalışan Özçetin’e göre, örneğin televizyon dizilerinde yeniden kurgulanan tarih, sadece televizyonda kalmıyor ve hayatın içine de sızıyor:

“Günümüz dizilerinde, tarihe sürekli referans verilmesinin altında çok güçlü bir nostalji var. Bu nostaljik damar, Svetlana Boym’un yeniden kurucu nostalji (restorative nostalgia) dediği anlatıya denk düşüyor. Çünkü yeniden kurucu nostalji, adı üzerine, yitirilmiş olanın yeniden inşasına soyunur. Bu diziler sadece ekranda sabit bir şekilde kalmayıp kamusal iletişimin, haberlerin, insanların gündelik yaşamlarının bir parçası haline geliyor. İnsanların “bakın gördünüz mü bizim atalarımız neler neler yapmış’ söylemlerinin dayanağı haline geliyor. Yani mutlak hakikatin kendisi haline geliyor. En baştaki ‘bu dizideki olaylar gerçek değildir, gerçek olaylardan ilham alınmıştır” uyarısı da içi tümüyle boş bir jest olarak kalıyor. Aslında dizinin derdi, tarihi, olanları bitenleri, hakikat olarak bugün de tartışmasız bir şekilde yeniden kurmaya çalışmak.”

Nagehan Tokdoğan’ın Yeni Osmanlıcılık adlı kitabı ve aynı konulu doktora çalışmasında yer verdiği, “AKP, ülkenin Osmanlı geçmişini hatırlamak/hatırlatmak üzere sembolik düzlemde ve toplum nezdinde kat ettiği yol bakımından, kendisinden önceki siyasi çabaların çok üzerinde bir ilerleme kaydetti” görüşüne atıfta bulunan Özçetin,  Osmanlıcılığın sadece bir resmi politika olarak kalmadığından, Osmanlıcılığın sembolik uğraklarının, toplumsal tabanın katılım ve ortaklığıyla mütemadiyen yeniden üretildiğinden ve gündelik hayata sokulduğundan bahsediyor. Sadece hediyelik eşya dükkanlarına gidildiği taktirde bile, Nagehan Tokdoğan’ın “banal Osmanlıcılık” diye tabir ettiği anlayışın görsel sağlamasını yapan objelere (tarihi karakterlere ait semboller, hatıralar, kabartmalar, tuğralar, kostümler, vb) kolaylıkla rastlanabileceğini belirtiyor. Özçetin “Bu objeler bile bir doktora çalışmasına konu olabilir” diye ekliyor.

“Milliyetçilik gibi modern ideolojiler, var olmadığı dönemlere atfediliyor ”

Özçetin, millet, milliyet, ümmet gibi görece yeni ideolojilerin, tarihsel olarak uyuşmamakla birlikte, geçmişin karakterlerine bir gömlek gibi giydirilmesini de sorunlu buluyor:

Diriliş Ertuğrul S4.jpg“Her an milliyetçi bir anlayışın parçası olabilecek karakterler görüyoruz dizilerde. Sanki sorunsuz bir Türklük, millet, milliyetçilik fikrine sahip, sorunsuz bir teritoryal, alansal bütünlüğe sahip insanlar dolanıyor ortalıkta. Oysa konu edilen dönem henüz 1100’ler, 1200’ler. Yıl daha buralarda. Bizim vatan dediğimiz, sınır dediğimiz şeylere dair bir bilincin ortaya çıkması için ise yüzyıllar sonra mücadele verilecek.  Osmanlı İmparatorluğu’nda bir grup entelektüel, bu fikirlerin yayılması, kurulması, inşa edilmesi için on yıllarını verecekler. Şinasilerden başlıyor, Namık Kemallere uzanıyor, oradan Genç Kalemler’e zıplıyor oradan Türk Yurdu kuruluyor, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Ziya Gökalp… Osmanlı’nın son döneminde yerleşmesi için çaba sarf edilen olgular, yüzyıllar öncesini konu alan dizilere bir gecede adapte ediliyor. Bir anda milliyetçi bir hareketin parçası olabilme bilincinde olan karakterlerle karşılaşıyoruz.

Bu durum, tarihin kötüye kullanılmasıyla ilgili en çarpıcı noktalardan biri bana göre: Anakronistik yani kronolojik olarak o döneme ait olmayan kavramların, kavgaların, ayrımların, kategorilerin, bugünden hareketle o güne yansıtılması.”

Yarığı dolduran parçalar: Anakronizm ve teleoloji

Özçetin’e göre yukarıda bahsettiği “yarığı” dolduran bir başka sorunlu alan ise, teleolojik aktarımlar. Örneğin Diriliş dizisinde Osmanlı Devleti kurulmamışken bile kafasında dünya imparatorluğu fikriyle dolaşan Ertuğrul karakteri:

“Sanki Osmanlı kurulmuş, atılan her türlü adım, verilen her türlü karar, ümmetin ve milletin, muazzam bir emperyal gücün altında birleşmesine yönelik adımlar. Buna biz teleolojik yani ereksel, erek bilimsel tarih okuması adını veriyoruz.”

Tarihçi Cemal Kafadar’ın “gaza” tezinden bahseden Özçetin, gaza kavramının farklı tarihsel dönemlerde farklı anlamlara geldiğini ve var olan anlatılardaki gibi ideolojik ve dinsel olarak o dönemlerde insanların bu kadar net ayrımlara sahip olmadığını belirtiyor. “Ama bunun yerine, bırakın Diriliş Ertuğrul‘u, daha erken bir dönemi konu edinen Uyanış: Büyük Selçuklu dizisinde bile son derece partizan, Türkçü-İslamcı ideolojik bir fantezinin o yarığa boca edildiğini, adeta damperli bir kamyonla yığıldığını görüyoruz.”

“Sadece tarih öğrenmek değil aynı zamanda onu icra etmek”

Katılımcı kültür ile birlikte dizilerin kamusal alanın meseleleri haline geldiğini düşünen Özçetin, medya tüketiminin, tarihi icra etmeye dönüştüğünü belirtti. “Televizyon izlemek sadece tarihi öğrenmek değil, aynı zamanda onu icra etmek; çalışmak, gündelik yaşamımıza temellük etmek, evimizin dekorasyonunun bir parçası haline getirmek, Abdülhamid kostümü almak, doğum günlerimizi buna göre belirlemek, yani böyle bir şeye gidiyor” diyen Özçetin bir yandan da siyasetçilerin dahil olduğu bir şey haline geldiği görüşünde.

Çarpıtmalar 

Özçetin’e göre, çok farklı dönemleri konu eden yapımlar olmasına rağmen Uyanış: Büyük Selçuklu, Diriliş Ertuğrul ve Payitaht Abdülhamid dizileri “tarihi olguları çarpıtma” anlamında ortak bir tavır sergiliyor: Diyelim ki Melikşah dönemine dair ya da Oğuzlara, Osmanlı’nın ilk dönemine dair çok fazla bilgi ve belgemiz yok. Ama Abdülhamid dönemini ele aldığımızda, elimizde çok daha sağlıklı bilgilerin, belgelerin olduğu, şunun şurasında 100-120 yıl öncesinden bahsediyoruz. Ve şaşırtıcı bir biçimde yine karakterlerin, olayların, ilişkilerin inanılmaz bir şekilde esnetilerek çarpıtıldığını görüyoruz.”

Burak Özçetin Payitaht Abdülhamid dizisindeki tarihi çarpıtmalara zemin oluşturan birkaç unsuru şöyle aktarıyor:

“Bu kötüye kullanma ya da araçsallaştırılması meselesi ile ilgili unsurlardan biri elbette ki Sultan Addülhamid-Erdoğan özdeşleşmesi. İkincisi de Osmanlı Türkiye modernleşme tarihinin 1908’den, AKP dönemine kadar bir karanlık çağ yaşamış olduğu kabulü. Emre Can Dağlıoğlu Agos‘ta kaleme aldığı yazıda, bu tarih anlayışına göre, millilik süreci 1908’deki ‘darbe’ ile son bulmuş ve AKP iktidarına kadar neredeyse 100 yıl süren bir gayri millîlik parantezi açılmış.”

“Devlet fetişizmi her yeri sarıyor”

hasan sabbah

Uyanış: Büyük Selçuklu dizisinde Gürkan Uygun’un canlandırdığı Hasan Sabbah karakteri, güncel siyasette de aşina olunan, “devleti ele geçirmeye çalışan” ve “dış düşmanlarla iş birliğine hazır iç düşman” figürünü temsil ediyor.

Özçetin’in örnek olarak Uyanış: Büyük Selçuklu dizisini verdiği üçüncü bir unsur da, anlatıya özenle yerleştirilen iç düşmanlar: “Bu dizideki Hasan Sabbah karakteri, devletin içine sızmış, Haçlılarla ittifak kurmaktan çekinmeyen, Hac yolundaki Müslümanları katledecek kadar gözü dönmüş, eğitim kurumlarıyla, ticaretle, bürokrasideki kilit konumları ele geçirmiş bir figür. Hasan Sabbah karakteri sanırım size tanıdık gelmiştir. Bu dizilerin dominant figürleri iç düşmanlar. Haçlılar, vs daha dekoratif düşmanlar. Oysa anlatının iskeletini oluşturanlar, iç düşmanlar.”

“Bir bölümde devlet kelimesinin kaç defa geçtiğini gerçekten merak ediyorum” diyor Özçetin, “çünkü inanılmaz bir devlet fetişizmi var. Devlet, devletin kutsiyeti, devletin tartışılmazlığı, devlet için, devlet için harcanabilirlik, devlet için herkesin harcanabilir olduğu, devletin karşısında insanların yaşamlarının hiçbir hükmünün olmadığına dair bir anlatı, devlet fetişizmi her yeri sarıyor.”

Üçü de TRT tarafından yayınlanan bu diziler için kamu kaynaklarının kullanıldığına dikkat çeken Özçetin, üçünün de, konuşmasının başında bahsettiği “tarihin araçsallaştırılarak, kötüye kullanıldığı” hemen tüm unsurları taşıdığını dile getiriyor.

Bu haber de ilginizi çekebilir

Erdoğan ne yaşıyorsa TRT’de Abdülhamid cevap veriyor

Yorum yazın