Simge Sunguroğlu
Stelios Kouloglou, soyadından da tahmin edileceği gibi Anadolu’dan Yunanistan’a göç eden bir aileye mensup. Ailesi 1922’de savaş nedeniyle İzmir’den Yunanistan’a göç etmişler. Stelios, hayatının hiçbir döneminde İzmir’de yaşamamış olmasına rağmen büyükannesinin anlattığı o “büyülü şehri” her zaman çok sevdi.
Kouloglou ailesinde eczacılık “baba mesleği”ydi. Dedesi gibi babası da eczacıydı. Tabii aile küçük Stelios’un da baba mesleğini sürdürmesini bekliyordu. Stelios’un hangi mesleği seçmek istediği konusunda kafası karışıktı ama ailesinin ısrarına dayanamayarak eczacılık fakültesini bitirdi ve eczacı oldu. Aile baskısı amacına ulaşmıştı ama bu arada da o aslında eczacı olmak istemediğini anlamıştı: “Bu işi yapmaya başladığımda hiç sevmedim, çok sıkıcıydı. Bütün gün eczanede oturuyorsun ve insanların gelmesini bekliyorsun. En sonunda da ilaçları satabilmek için insanlar grip olsun diye dua ediyorsun.”
Stelios, hâlâ ne yapmak istediğini bilmiyor olsa da artık ne yapmak istemediğini biliyordu.
İşte ailesiyle yolları da bu yüzden ayrıldı. Babasının tüm ısrarlarına rağmen eczacılığı bıraktı. Babası bu karara o kadar kızdı ki onu mirasından çıkardığı gibi ölene kadar kendisiyle bir daha hiç konuşmadı.
Babasının bu tavrı onun hayatında dönüm noktası oldu. Hayatını kazanmak için Berlin’e giden Stelios, bu şehirde aslında hayatta ne yapmak istediğinin cevabını bulmak istiyordu. Berlin’deki bir Yunan tavernasında gitar çalarak hayatını kazanmaya başladı. Gitar çalmaya başladığı sıralarda Alman Yeşiller Partisi kuruldu. Avrupa’da ilk kez bir Yeşiller Partisi kuruluyordu ve Stelios bunu Yunanistan’da duyurmak için haber yapmaya karar verdi. Aslında gazeteciliğe pek uzak değildi. Üniversite yıllarında, okul gazetesinde editörlük yapmıştı. Stelios gazetede haftalık olarak politik eleştiri ve analiz yazıları yazıyordu. Bu tecrübeden dolayı haber yazmakta hiç zorlanmadı. Alman Yeşiller Partisi’nin kuruluşuyla ilgili olarak yaptığı bu ilk haberden ötürü para da kazanmayı başardı. Bu ilk haber sayesinde gazeteciliğe olan ilgisini keşfetti. Madem gazeteci olacaktı bunun eğitimini de görmeliydi. Bunun için Paris’e gitti.
Paris’te gazetecilik eğitimi aldığı günlerde bugün en yakın arkadaşı olan Ragıp Duran’la tanıştı. Başarılı bir öğrenci olduğu için kendisine verilen bir bursla Japonya’ya gitti ve orada bir süre gazetecilik üzerine çalıştı. Kouloglou, Japonya’dan sonra Hindistan’a gitti. Burada hem okudu hem gazetecilik yaptı. Hindistan’ın ardından Paris’e geri dönüp eğitimini tamamladı. Diplomalı bir gazeteci olarak ilk durağı Moskova oldu ve orada beş yıl çalıştı.
Karşı gelişin başarılı sonuçları…
“Araştırmacı gazeteci olmamın en önemli nedeni çok meraklı bir insan olmam. Çevremde gelişen olayların nedenlerini sürekli aradım, sorguladım. Merak ettikçe de nedenlerini öğrenmeye başladım ve bu işe adım atmamı sağladı.”
Yazıya olan merakı onu roman yazarlığına itti. Moskova’da yaşarken Türkiye’de de yayımlanan “Hiç Postaneye Yalnız Gitmedi’’ adlı bir roman yazdı. Kitabın gazetecilikle uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Roman Moskova’da geçiyor, Sovyet Rusyası’ndaki karışık politik düzen içerisinde geçen romantik bir aşk hikâyesini anlatıyordu.
Yurtdışında yaşadığı yıllar onun ülke özlemini gitgide arttırdı. Artık kendi vatanına dönme zamanının geldiğini biliyordu. Serüvene başladığı yere, bu sefer istediği mesleği bilen ve kararlı biri olarak döndü. “Sınırlar Olmadan Röportaj’’ adlı programı hazırlayarak başarısına başarı katmaya devam etti. Bu programla birlikte ödüller sahibini bulmaya başladı ve 54 yaşındaki Stelios Kouloglou, ülkesinde yılın gazetecisi olarak ismini tarihe kazıdı. Bu başarının bir sırrı mutlaka olmalı diye düşünülüyor ama onun için başarısının arkasında bir sır yatmıyor. Aslında o her gazetecinin yapması gerektiğini yaptığı için bu başarıya ulaştığını söylüyor.
Türkiye- Yunanistan dostluğu için
Yunanistan ve Türkiye arasındaki ilişkinin en doğru biçimde öğrenilebileceği kişi o; çünkü hem Yunanistan’daki gazeteciliği çok iyi biliyor hem de bir Türkiye aşığı. Ona göre, Yunanistan basınının asıl problemi, Yunan gazetecilerin Türkiye hakkında hiçbir şey bilmemeleri. Birbirine bu kadar benzeyen iki ülke aslında bir o kadar da uzak birbirlerine. Fakat hepimizin bildiği gibi büyük bir felaket iki ülkeyi biraz olsun yaklaştırmayı başardı. Depremden sonrası zıtlaşmaların yerini ılıman bir hava aldı. “Ragıp Duran ile Paris’teydik ve yabancı gazetelere konferans veriyorduk. Türk ve Yunan’ın yakın arkadaş olmasını çok garipsediler. Ama bizim için olay çok farklıydı. Arkadaştık ve komşuyduk. Başka ülkelere de çok gidiyorum, fakat her zaman kendimi İstanbul’da daha rahat hissediyorum.’’
Birkaç yıl önce Ragıp Duran ile beraber buna bir dur demek istedi. Türklerin ve Yunanlıların üye olduğu “Defne’’ isimli bir sivil toplum örgütü kurdular; şimdi her iki ülkede de ortak problemlerin ve sorunların tartışıldığı kültürel buluşmalar düzenliyorlar.
Eczacılıktan başlayan ve araştırmacı gazeteciliğe uzanan bir başarı hikâyesi onunki. Şimdi tek dileği var: Babasının başarılarını görüp, takdir etmesi…