Türkiye’de doktorlar zor çalışma koşulları ve gördükleri şiddetten dolayı yurt dışına gitmeyi tercih ediyorlar. Türkiye Tabipler Birliği (TTB) verilerine göre 2012 yılında 59 doktor yurt dışına taşınma amacıyla başvuru yaparken, 2021’de bu sayının bin 200’ü aştığı görülüyor.
Bir vakıf üniversitesi hastanesinde yaklaşık dokuz aydır intern (Ön hekim- Staj yapmak üzere hastanede çalışan tıp fakültesi altıncı sınıf öğrencisi) olarak çalışan S.G., haftalık 45 ila 50 saat çalıştığını, nöbeti olduğunda ise bu sürenin 60 saate çıktığını belirtiyor: “İntern doktorlar olarak mesaimizin ücretini bile almıyoruz. Aldığımız maaş asgari ücretin üçte biri. Çalışma saati için beş lira civarı kazanıyoruz. Çok kötü o kadar bile değil üç lira civarı”
S.G. ile aynı koşullarda çalışan B.A. ise “İntern doktor maaşı aldığım için ayda 1.000 lira kazanıyorum. Çok komik bir ücret, herhangi bir şeyi karşılayabilecek bir para değil” sözleriyle asistan ücretlerinin de Türkiye’de çok kötü olduğunu, buna karşı 36 saat nöbet tuttuklarını belirtiyor.
Bir devlet hastanesinde bir buçuk yıldır pratisyen doktor olarak çalışan M.C. ve yedi yıldır yine bir devlet hastanesinin acil servisinde uzman doktor olarak çalışan Sedanur Bağdigen de çalıştıkları ücretten memnun olmadıklarını belirtiyor. M.C her ay ortalama 120 saat fazla mesai yaptığını ancak mesai ücretinin yeterli olmadığını, hem çalışma saatlerinin hem de saatlik ücretlerin düzenlenmesi gerektiğini söylüyor.
Yalnız ücret değil şiddet de büyük etken
Doktorlar ücret yetersizliği dışında, son zamanlarda sağlık çalışanlarına yönelik gittikçe artan şiddetten de rahatsız olduklarını belirtiyorlar.
S.G. bir çalışma arkadaşına uygulanan şiddetten sonra kurumunun nasıl bir tepki verdiğini anlatıyor: “Maalesef ki benim kurumumda her zaman hastayı memnun etme gibi bir çaba var. Genelde çalışanların mağdur edildiği ama hastaların memnun edilmeye çalışıldığı bir ortam var diyebilirim.”
Fiziksel şiddete hiç uğramadığını, uğrayanı da görmediğini ancak sözlü şiddete her gün maruz kalındığını belirten M.C “Hakaret etmek, küfretmek çok oluyor. Kurum bu konuda destek olmadı, bu konuda başarılı değiller. İşe hiç karışmadılar, şikâyet etmeyin de demediler, ederseniz yanınızdayız da demediler” sözleriyle durumu aktarıyor.
Sedanur Bağdigen de sözlü tacize uğradığını, fiziksel tacize ise tanıklık ettiğini belirtiyor: “Biz eğer işlem başlatmazsak kurumumuz işlem başlatmıyor. Kurumun herhangi bir etkisi de katkısı da olmuyor, tamamen doktorun tercihine bırakılıyor. Eğer konu mahkemeye sirayet ederse Sağlık Bakanlığı başvurusuyla barodan avukat atanıyor. Sağlık bakanlığı sadece bu hizmeti veriyor.”
Amaç daha insani şartlarda çalışmak
Doktorların yaşadıkları maddi zorlukların yanında toplumda yeterli saygıyı görmemeleri, bağlı oldukları bakanlık veya kurumlardan da yeterli destek alamamaları onların bu mesleği Türkiye’de yapmak istememelerine neden oluyor.
İngiltere’ye gitmeyi planlayan S.G., dönem arkadaşlarının büyük çoğunluğunun TUS’a (Tıpta Uzmanlık Sınavı) çalıştığını, Türkiye’de kalmayı hedeflediğini ama herkesin kafasının arkasında bir yerde “ben de mi İngiltere, Amerika sınavına girsem ya da TUS’u bitirdikten sonra Almaca öğrenip Almanya’ya mı gitsem” düşüncesi olduğunu söylüyor. S.G., mesleğin veya çalışma ortamının da dışında, aslında ülkedeki huzursuz hayattan kaçmak için böyle bir karar aldığını belirtiyor.
Halihazırda bir vakıf üniversitesi hastanesinde çalıştığı için keyifli olduğunu belirten B.A. ise asistan olduğunda bir devlet hastanesinde çalışması gerekeceğini, ancak orada kendisini çok fazla güvende hissetmeyeceğini düşünüyor. Bu yüzden de yurt dışına gitmeyi daha iyi bir seçenek olarak değerlendiriyor: “Bu yıl Eylül, Ekim aylarına kadar hâlâ Türkiye’de kalmayı düşünüyordum. Yaklaşık olarak dolar kuru 17’leri bulunca kazandığım parayla yurt dışı tatile gidemeyeceğimi fark ettim. Bu beni üzdü ayrıca bu yıl, doktora şiddet daha da arttı. Bu duruma kimse bir şey söylemediği için bence artmaya da devam ediyor.”
Almanca kursuna giden ve yıl sonunda Almanya’da çalışmaya başlayacak olan M.C. ise yurt dışına gitme sebebini anlatıyor: “Hasta popülasyonunun eğitimsizliği, küstahlığı, saygısızlığı, konuşma ve iletişim tarzı, en önemli gitme nedenlerimden bir tanesi. Tabi kazandığım para da önemli ama bu ikinci etapta. Almanya’ya gideceğim, orada da doktorlar inanılmaz paralar kazanmıyor. Motivasyonum daha insani şartlarda çalışmak.”
Yeni mezun olan pratisyenlere uzmanlık yapan Sedanur Bağdigen, gençlerin Almanca, Fince, Hollandaca ve İngilizce kursuna gittiklerini ve kariyer planlarını yurt dışında yaptıklarını belirtiyor. Bağdigen, yakın gelecekte yurtdışına gitmeyi planlamasa da emekli olmadan önce belki beş altı yıl içinde mesleği tamamen bırakmayı düşünüyor. Emeğinin karşılığını maddi olarak alamadığına inanan Bağdigen, toplumun sağlık çalışanlarına karşı olumsuz bir tavrı olduğunu, Sağlık Bakanlığı’nın da doktorun itibarını pek umursamadığını söylüyor: “Problem yaşadığımızda da hem Bakanlığımız hem de hastane içerisindeki idari amirliğimiz doktor yanlısı değil hasta yanlısı ve doktorun itibarının zedelenmesini umursamayan tavır sergiliyorlar. Doktorların bu durumdan şikayetçi olmasının en önemli sebebi çalışırken kendini güvende hissetmemesi.”
Yabancı doktor çözüm olur mu?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doktorlara yönelik olarak, boşalacak kadroların yabancı doktorlar veya yeni mezunlarla doldurabileceği açıklaması da doktorlar cephesinde soru işaretiyle karşılanıyor.
Çalıştığı yerde yabancı uyruklu doktorların olduğunu belirten S.G., Türkçelerinin iyi olduğunu herhangi bir eksikliklerinin olmadığını belirtiyor. Asıl sıkıntının iyi doktorların, asistanların yurt dışına gitmesi nedeniyle tıp öğrencilerinin yetişmemesi olduğunu, bu işin usta çırak ilişkisi ile öğrenildiğini söylüyor.
Usta çırak ilişkisinin önemine değinen B.A. da Türkiye’deki çok değerli hocalar sayesinde yetiştiklerini vurguluyor: “Bu hocalara ‘siz gidin zaten yenileri geliyor’ gibi bir algı bana çok sağlıklı gelmiyor. Onlar olmasa biz hiçbir şeyiz.” B.A., Hocaları sayesinde Türkiye’de alacağı uzmanlık ve asistanlık eğitiminin, İngiltere’de alacağından çok daha iyi olacağına inanıyor.
M.C ise iletişimsizliğin büyük sorun olduğunu, anadilleri Türkçe olmasına rağmen bazen hastaların ne dediğini anlayamadığını anlatıyor: “Biz Türk olmamıza rağmen Türk halkını zor anlıyoruz. Çünkü eğitim seviyesi çok düşük. Suriye’den, Afganistan’dan gelen doktorların bence bu boşluğu doldurmaları inanılmaz zor. Hastaların günlük hayatını, sosyal hayatını bilmediğin zaman onun dediklerini anlayamayabiliyoruz.”
Bağdigen, tıp fakültelerinin sayısının ve kontenjanlarının artması nedeniyle her geçen yıl mezun olan öğrencilerin eğitim ve yeterlilik seviyelerinin düştüğünü bu nedenle, yeni mezunların hastanelerde direkt istihdam edilmesinin çok büyük sağlık sorunlarına neden olacağını ifade ediyor. Türkiye’nin sosyokültürel koşulları nedeniyle Türkiye’deki doktorların çok zor işleri çok kısa zamanda yapmaya programlanmış olarak yetiştiğini belirten Bağdigen, yurtdışındaki doktorların çok daha yumuşak koşullarda, çok daha orta düzeyde bir eğitim aldığını söylüyor: “Biz bunu gittiğimiz kongrelerde meslektaşlarımızla konuşunca veya online şekilde iletişim kurunca görebiliyoruz. Yurt dışında en iyi tıp fakültelerinde yetişen doktorları Türkiye’de herhangi bir poliklinikte bir gün sabahtan akşama kadar tutamazsınız.”