İstanbul

İstanbul'un siluet sektörü

Yazan: Gökhan Tan
Hürriyet (5 Mart 2011)

İstanbul’un siluetine gökdelen girmesinde şaşırtıcı olan nedir?

İstanbul’un siluetine gökdelen girmesinde şaşırtıcı olan nedir? Yönetmeliklerin izin vermemesine rağmen Kadir Topbaş’ın deyimiyle “öngörülemeyen ‘şey’likler” mi? Yoksa kentlinin tanıklığında ve gazetecilerin gözü önünde yükselen “şey”lerin iş işten geçtikten sonra haber olması mı?

İstanbul’un tarihi siluetine giren gökdelen ancak Sultanahmet Camii’nin minareleri arasından kendini gösterince fark eldildi ve böylelikle basının da gündemine girmeyi başardı. Zeytinburnu’nda yükselen ve kentin pek çok yerinden rahatlıkla “görünen köy”, kılavuz marifetiyle görünür hale geldi.

Zaman gazetesi gelişmeyi 10 Eylül’de yayınlanan Cumartesi ekinde “İstanbul’un siluetine veda edin” başlığıyla duyurdu. Takipçisi Radikal, bu can yakıcı görüntüye ilk sayfasını ayırdı ve 14 Eylül’de “Tarihi siluete gökdelen girdi” manşetiyle çıktı. Gökdelenin kentin silüetine ettikleri, görüntünün müsebbibi Büyükşehir Belediyesi’nin başkanını da iki yıl önce memurlarının itirazlarına rağmen imzaladığı “imar izni” hakkında konuşmak durumunda bıraktı. Yüksek Mimar Kadir Topbaş, bir gazetecinin “Binaya ruhsat verilirken öngörülememiş mi?” sorusunu “Öngörülememiş demek ki… Maalesef orada bir şeylik var” diye cevapladı.

Laserle vicdan ölçümü

Topbaş bundan sonra böyle bir olumsuzluğun ortaya çıkmaması için aldıkları önlemi de “İstanbul’un topografik kodları, yükseklikleri ile o yükseklik noktalarındaki yapıların yeniden gözden geçirilmesi için bir çalışma yapılmakta” diye açıkladı. 22 Eylül tarihli Radikal’den öğrendiğimize göre bu önlem “laserli canlandırma”: Gökdelenler henüz proje aşamasındayken laserle yükseklikleri kontrol edilecek ve siluete etkileri görülecek.

Böylece akıl, izan ve vicdanımızın yüksekliğini laserle ölçebileceğiz. Örneğin İBB Planlama Müdürlüğü memurlarının Zeytinburnu’ndaki Onaltı Dokuz projesine yaptıkları itirazda olduğu gibi “Öngörülen yapılanma koşulları [Emsal: 2,50, yani 1 birim alana onun 2,5 katı inşaat izni] çevre yapılanma şartının çok üstünde olduğundan yapı, nüfus ve trafik yoğunluğunu artırarak emsal teşkil edici, ayrıca 1. bodrum kat emsal harici tutularak iskan edileceğinden verilen emsal değeri gerçekçi değil… ” dediğinde, proje sahiplerinin neden bölgedeki mevcut inşaat izinleriyle yetinmediğini ve gerçekçi olmayan şeyleri talep ettiği laser yardımıyla anlaşılabilecek. Planlama Müdürlüğü yine aynı proje için “Donatı alanları ayrılmadığından Plan Yapım Yönetmeliğine, getirilen özel yapılanma kararları ile de İstanbul İmar Yönetmeliğine aykırıdır” dediğinde laser ölçümü, mevcut yönetmeliklerin hatırlanmasında kullanılabilecek.

Gelgelelim, Planlama Müdürlüğü memurları Onaltı Dokuz’un bugün fark edilen(!) yükseliğine “Parsel bulunduğu zemin kotu itibariyle İstanbul’un Marmara silueti kapsamında kalmakta olup Tarihi Yarım Adaya çok yakın bir noktada bulunan parseldeki yapılaşmanın (getirilen yükseklik değerleri net bir şekilde belirtilemediğinden) İstanbul’un siluetini nasıl etkileyeceği anlaşılamamaktadır” diyerek iki yıl öncesinden dikkat çektiğinde de laserle canlandırma yapmadıkları için inandırıcı bulunmayabilecek.

İstanbul’a tepeden bakmak

İstanbul’un siluetinin “delinen”görüntüsü, bu görüntüye izin verenler kadar kentte yaşayan milyonların tanıklığında gelişiyor. Deniz ulaşımını kullanan bir İstanbullu, örneğin; Boğaz’ın ya da Marmara’nın herhangi bir noktasında kafasını kaldırdığında, değil tarihi yarımadanın, tüm şehrin siluetinin nasıl hızla değiştiğini görüyor.

İstanbul’u seyretmiyor, o anda gazetesini okuyorsa da durum aynı. Çünkü kimi zaman gazetenin çift sayfasını kaplayan, fark etmemeye izin vermeyecek kadar büyük emlak ilanları bu durumu daha güzel anlatıyor. Aslında İstanbul’un topografyasının değişimini fark etmenin en kolay yolu da bu dev ilanlar. Gazetelerin reklam gelirlerinde belki de en büyük paya sahip reklamların sayfada kapladığı yer o kadar büyük ve kullandıkları dil o kadar iddialı ki, silueti delecek projeleri ve İstanbul’a edeceklerini fark etmemek büyük beceri istiyor.

İlanlar, gökdelenli projelerin İstanbul’a ne kadar tepeden baktığını açıkça anlatıyor. Zaten pazarlanan şey de konutlardan ziyade bizzat İstanbul’un silueti. Teknolojinin verdiği canlandırma imkanları kullanılarak, bir taraftan –onların varlığına rağmen- yaşanır bir şehir tasarlanıp, diğer taraftan kentin semaları satışa sunuluyor:

“Daha önce hiç bu yükseklikten görmediğiniz İstanbul’a bir de buradan bakın” (İstanbul Sapphire-4 Levent).

“Zirvede havalar güzel” (Dumankaya İkon-Göztepe).

“İstanbul’u avuçlarınızda hissedeceğiniz, panoramik Boğaz manzarası” (İstanbloom– Zincirlikuyu).

“Hayat senin ekseninde, Çamlıca’da İstanbul’un en yüksek noktalarından birindesin” (EXEN İstanbul- Çamlıca).

Gündem konusu Onaltı Dokuz projesi de, yakın zamana kadar benzer tanıtımlarla basında yer alıyordu. Çift sayfaya yayılan ilan/fotoğraf, projeye ait 137, 124 ve 108 metre yüksekliğindeki üç gökdelenin kentin ve tarihi yarımadanın ne kadar üzerinde olduğunu tasvir ediyordu. 15 km uzaktaki Prens Adaları, 8 km mesafedeki Atatürk Havalimanı, sahil şeridi, tarihi yarımada, özetle tüm kent edilen “müşterilerin” ayaklarının altında olacaktı. Nitekim oldu da. Ama henüz tamamlanmamış gökdelenlerin ucu, Sultanahmet’in minarelerinin arasında çıkıverdi!

Kadir Topbaş 14 Eylül’de ”Zeytinburnu’nda inşaatı devam eden bina ile ilgili ne yapılacak?” sorusuna “Bir çalışma yapılıyor, sonra açıklayacağız” cevabını vermişti. Varsayalım Topbaş imkansızı gerçekleştirdi ve tarihi yarımadanın siluetini bu gökdelenlerden arındırdı. Peki bu durumda, onun verdiği imar iznine güvenip tarihi yarımada manzarasını satın alan müşterinin hakkı ne olacak?

“Namus” bölgesi

Osmanlı’nın, birbirinin konumuna dikkat ederek ahenk içinde inşa ettiği camilerin (ve elbette Ayasofya’nın) parçası olduğu klasik siluetine kentin “namusu” muamelesi yapılsa da, içinden gökdelen geçmeyen bir tarihi yarımada görüntüsü neredeyse kalmadı. Haliç’e inen 1600 yıllık kara surlarınının görüntüsünü artık Bomonti’deki “tower” silsilesinden arındırmak mümkün değil örneğin. Aynı şekilde yarımadanın batısı, Esenyurt –Bakırköy hattındaki imar insafsızlığıyla kuşatılmış halde. Kentin anıt yapısı Ayasofya ve diğerlerini de Maslak’tan özel bir çaba sarf etmeye gerek yok. Aynı şeyleri, Anadolu yakasındaki (özellikle sahil şeridindeki) gökdelenler için de söyleyebiliriz.

Bakırköy’de, Onaltı Dokuz gökdelenleriyle aynı sahili paylaşan yakın zamanda benzer bir şekilde gündeme gelmesi çok mümkün görünen Ottomare Suittes yükseliyor (117 metre). Ve bu yükselişe adet olduğu üzere dev gazete ilanları da eşlik ediyor. İnşaatın devam ettiği alanın yanında, kısa süre öncesine kadar Bakırköy Basmahanesi  (Bakırköy Bez Fabrikası) yer alıyordu. 1850’de kurulmuştu ve Osmanlı’nın dört sanayi tesisinden biriydi. Ama tarihi kompleks ve Cumhuriyet döneminde Sedad Hakkı Eldem’in tasarladığı fabrika birden bire ortadan kayboldu. Belediyeye sormama rağmen ne zaman yıkıldığını öğrenemedim.

Mimarlar Odası, Ottomare Suittes için hazırladığı 27 Ağustos 2010 tarihli “çekince raporu”nda Onaltı Dokuz projesinde yaptığı uyarıları tekrarlıyor. “Tarihi Yarımadanın ve İstanbul’un siluetinin en etkili bölgesinde planlama imar ve ilgili uluslararası mevzuata da aykırı olarak; 117 metre yüksekliğinde gökdelenin inşasına kalkışmak; İstanbul’un tarihi, kültürel ve doğal değerlerini kalıcı olarak tahrip edecektir” diyor.

Bunu da siluet tekrar delindiğinde mi fark edip haber yapacağız?

1 Yorum

  • Siluetin bozuldugunu kim soyluyor? Siluet deniz seviyesindeki goruntudur. Deniz seviyesinden o binalar nasil goruluyor merak ettim.

Yorum yazın