Yaşam

İstanbul’da Anadolu’dan gelen üniversiteli olmak…

Yazan: [email protected]

Ersan Bayram Ortaokul ve liseyi orta ölçekli bir il veya ilçede okuduktan sonra ÖSS sonuçlarının açıklanmasının ardından İstanbul’un kazanıldığı öğrenilir, ilk başta bütün aileden ses soluk çıkmaz, gözlerdeki endişe barizdir. Her gün gazete veya televizyonlarda çıkan kapkaç, gasp ve hırsızlık haberleri nedeniyle ailenin kafasındaki “İstanbul” mega bir suç kentidir. Bu korku bitmeden “kalacak yer” sorun […]

Ersan Bayram

Ortaokul ve liseyi orta ölçekli bir il veya ilçede okuduktan sonra ÖSS sonuçlarının açıklanmasının ardından İstanbul’un kazanıldığı öğrenilir, ilk başta bütün aileden ses soluk çıkmaz, gözlerdeki endişe barizdir. Her gün gazete veya televizyonlarda çıkan kapkaç, gasp ve hırsızlık haberleri nedeniyle ailenin kafasındaki “İstanbul” mega bir suç kentidir. Bu korku bitmeden “kalacak yer” sorun olur, eğer ailenin maddi durumu iyi değilse yeniyetme üniversiteli genç yurt aramaya başlar. Kalacağı yer okula yakın mı soruları ile devam eden problemler, her gün aile fertlerinin kafasını kurcalayarak içinden çıkılması zor bir hayat problemine dönüşür.

En sonunda okullar açılır ve İstanbul macerası başlar. İlk birkaç ay alışık olunmayan kalabalık ve gürültü ile boğuşmakla geçer zaman. Korkak davranan öğrenci, yabancı bir yer olan İstanbul’da yabancı insanlara ve yabancı suratlara yavaş yavaş alışmaya başlar. İstanbul’u keşfetmeye başlayan öğrenci İstanbul’un güzelliklerinin yanında olumsuzluklarını da görmeye başlar.
İlk senenin ardından İstanbul’u “çözen” öğrenciyi bu sefer de başka bir problem olan “para sorunu” bekler. İlk yılın yabancılığından dolayı pek gezemeyen öğrenci için para sorun olmamıştı ama gezilecek ve görülecek yerlerin merakıyla endişe devam eder. Arkadaş ortamı gereğince sıkı sık dışarı davet edilen öğrenci için maddi sıkıntı ikinci senede de devam eder. Üçüncü yıla gelindiğinde artık kendini İstanbullu hisseden öğrenci, nereye giderse gitsin her yeri İstanbul’la karşılaştırmaya başlar. Dördüncü sınıfa geldiğinde ayrılık vaktinin yaklaşması İstanbul’u her zamankinden farklı olarak güzel yapmaya başlar. Okulda alınan eğitimin fazlasının İstanbul sokaklarında öğrenilmesi Anadolu’dan gelenler için yaşanabilecek en büyük hayat dersidir.

İnsanları sahte

İstanbul’a nazaran daha küçük şehirlerden gelen ve taşralı olarak nitelendirilen öğrencilerin çoğu insan ilişkilerinin sahteliğinden yakınıyor. İstanbul Yeditepe Üniversitesi 4. sınıf öğrencisi Uğur Ceylan İstanbul’a Isparta’dan gelmiş. Çoğu arkadaşlıkların “çıkarcılık ve maddiyatçılık” üzerine kurulduğunu söyleyen Ceylan’a göre bunun sebebi; medyanın yansıttığı haberlerden dolayı oluşan güvensizlik ve duyarsızlık.
Küçük bir şehirden gelenler için bir diğer sorun olarak “ulaşım” aşılması gereken bir problem olarak gözüküyor. Genelde taşradan İstanbul’a gelen öğrenciler birkaç ay içerisinde geri dönmek istiyor, ancak aile baskısından korktukları için bu mümkün olmuyor.
Yıldız Teknik üniversitesi mimarlık bölümü 3. sınıf öğrencisi İbrahim Özlü İstanbul’a Balıkesir’den gelmiş ancak aradığını bulamamış. Okulda epeyce zorlandığı için bazı günler okula gitmediğini ve bu nedenle 2 dönem tekrar yaptığını ifade eden Özlü, “Dönmek istedim ama ailem buna izin vermedi; isteksiz de olsam burada kalıp mezun olmam gerektiğini söyledi” diyor.
Maddi durumu ev kiralamaya elverişli öğrenciler için problem oluşturan diğer bir konu “ev arkadaşlığı”. Evde çıkan problemlerden dolayı bozulan arkadaşlıklar bir öğrenci için “insanları tanıma” manasına gelebiliyor. İstanbul’a Bursa’dan gelen Hasan Cömert, Kadir Has Üniversitesi’nde İşletme bölümü 4. sınıfta okuyor. Ev arkadaşından sorunlu bir şekilde ayrıldığını ifade eden Cömert’e göre; insanları tanımanın en iyi yolu onlarla ev arkadaşlığı yapmak…

Hedefler bölgeden bölgeye değişiyor

ÖSS gibi insan hayatına yön veren bir sınavdan başarıyla çıkması beklenen 18 yaşındaki öğrenci için, yapılacak tercihlerin dayatmalar sonucu bilinçsizce olması öğrencilerin en çok feryat ettiği nokta. Sadece okumaya değil yeni bir hayata başladıklarını ifade eden öğrencilerin hedefleri, kişiden kişiye ve bölgeden bölgeye değişiklikler gösteriyor. Zonguldak’ın bir ilçesinden gelen Gözde Odabaş için İstanbul’da öğrenci olmak “kendi ayaklarının üzerinde durmak” için geçilmesi gereken bir yol olarak görünürken, Bursa gibi İstanbul’a yakın mesafeden gelen Eda Özdemir için okul “aileden kaçarak hür yaşamanın” bir yolu olarak benimsenebiliyor. Kayseri’den gelen Hüseyin Ayvaz için üniversite yaşamı “iş bağlantıları” için tercih olarak seçilirken, İzmir’den gelen Erman Çakır için İstanbul’da Üniversite okumak “arkadaş tavsiyesi”ne bağlı olabiliyor.

Beklentiler karşılanmıyor

Her üniversitenin farklı imkânlara sahip olması öğrencileri mukayese etmeye teşvik ediyor. Hal böyle olunca öğrenciler arasında “keşke” bize de size sunulan imkânlar sunulsaydı tartışması yaşanıyor. Üniversitenin lisenin devamı olduğu düşüncesi öğrenciler arasında yaygın olan tartışmalardan bir tanesi. Yeterince büyük kampüse sahip olmayan okullarda eğitim gören öğrencilerden bazılarının hayalinde amfi diye adlandırılan salonlarda ders işlemek varken küçük bir sınıfta ders gösterilmesi kandırıldıkları inancını uyandırabiliyor. Genelde sosyal yaşamın çok yoğun geçtiği imajı çizilen üniversitelerde beklentilerin yükseltilmesi, öğrenciler için hayal kırıklığına dönüşebiliyor. Televizyonlar vasıtasıyla yaratılan üniversite gençliğinden farklı bir ortam ile karşı karşıya kalan öğrenciler, bu ortamı İstanbul sokaklarında yakalamaya çalışıyor çoğu zaman.

Üniversiteler sosyalleşmeye yardımcı olmuyor

Galatasaray Üniversitesi İktisat Bölümü 3. Sınıf öğrencisi Muhammed Özdemir, İstanbul’a Hatay’dan gelmiş. Üniversitelerin öğrencilerin sosyalleşmesi hakkındaki düşünceleri şöyle: “Üniversitelerin öğrencilerin kaynaşmasına yardımcı olduğunu zannetmiyorum. Öğrencileri rastlantısal seçimlerle bir araya getiriyorlar, aynı sınıfa yerleştiriyorlar ve gerisine de karışmıyorlarmış gibi bir izlenim var bende. Öğrenciler kendi içinde bara ve kafelere giderek sosyalleşiyorlar.”

Üniversiteler iş yaşamına hazırlayamıyor

Üniversite’de alınan eğitimin gelecek için bir yatırım olması fikri genelde tüm aileler tarafından onaylanan bir düşünce. Ancak işin içinde olan öğrencilerin düşüncesine göre; verilen dersler çok kuramsal ve akademik çerçevede geçiyor. Pratiğe dayalı bir eğitimin uygulanmamasından dolayı mezun olan öğrencilerin iş yaşamları beklenildiği gibi geçemeyebiliyor. İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunlarından Hüseyin Ayvaz iş hayatında bocalayan isimlerden sadece biri. İş hayatının okulda öğretilenlerden çok farklı olduğunu ifade eden Ayvaz “Mezun olduktan sonra sudan çıkmış balığa döndüm, okulda öğrendiğim teoriler hiçbir işe yaramadı, üniversite okumamış kişiler benden daha tecrübeli” diyor. Üniversitelerde yapılması gereken değişiklikleri sorduğumuz Ayvaz, atılacak en önemli adımlardan birinin; okulların staj imkânlarına olanak sağlayacak şekilde eğitim vermesi olduğunu belirtiyor.

Yorum yazın