Genel

Olta başında 70 yıl

Yazan: Sait Özgür Gedikoğlu

“Denizlerde tutmadığım hiçbir balık kalmadı inan bana” diye giriyor söze… İlkokul ikinci sınıfta (1934 yılından bahsediyor) Ermeni bir arkadaşının verdiği bir toplu iğne ve bir makara dikiş ipi ile başlamış balık avlamaya. Sirkeci vapur iskelesinde oltasına takılan ilk balığı bugün bile hatırlıyor: “Hey babam hey diye sevinç çığlıkları atarken birdenbire karşımda babamı gördüm. Beni takip […]

Denizlerde tutmadığım hiçbir balık kalmadı inan bana” diye giriyor söze… İlkokul ikinci sınıfta (1934 yılından bahsediyor) Ermeni bir arkadaşının verdiği bir toplu iğne ve bir makara dikiş ipi ile başlamış balık avlamaya. Sirkeci vapur iskelesinde oltasına takılan ilk balığı bugün bile hatırlıyor: “Hey babam hey diye sevinç çığlıkları atarken birdenbire karşımda babamı gördüm. Beni takip ediyormuş. Hayatımdaki en kötü dayağımı o gün yedim.” İrfan Reis, hep takım elbiseli ve rugan ayakkabılı hatırladığı babasını anlatırken “Şef garsondu, Atatürk İstanbul’a her geldiğinde hizmet için onu çağırırlardı. Otoriter bir adamdı, benim balıkçı olmamı hiç istemedi” diyor. Fakat deniz aşkı, evdeki otoriteye baskın çıkmış; İrfan Yürür ortaokulu terk ederek kendini teknelere atmış. Ve meslek hayatı boyunca sadece olta ile avlanmış. Bugüne kadar sahip olduğu 16 teknenin ilkini de Ayvansaray’daki ustalara yaptırmış. Bu kürekli ilk sandalıyla yakaladığı orkinosun hikâyesini de hatırlıyor: “Tam 106 kiloluk bir balıktı. Kendim taşıyamadım tabii ki, hamal tutmak zorunda kaldım. Balığı balıkhaneye indirdikten sonra, uzunca bir süre ayağa kalkamadı hamal” diyerek gülüyor.

At kuyruğundan misina
Kalın ip ve çelik telden oluşan Orkinos misinası dışında hazır malzemenin bulunmadığı 1940’larda, bütün oltalarının iğne ve misinalarını balıkçılar kendi hazırlardı. Olta iğnelerini demircilerde büktürür, misinalarını ise “at kılı”ndan yapardı. “Atların kuyruk kıllarını koparır, büker misina yapardık. 50 metre misina için on beş yirmi beygirden kıl koparırdık” diye anlatıyor İrfan Reis. Arabacılardan çok dayak yemişler: “Kıl koparırken hayvan bir huysuzlandı mı, adamın kavun karpuzu dökülür, yarılırdı. En sonunda at sahipleri çözümü, atlarının kuyruklarını topuz yapmakta buldu.” Büyük emeklerle yaptıkları bu olta takımlarının kopması ise büyük bir felaketmiş. “Birçok balıkçı nazar boncuğu takardı oltasına” diyor. Ancak deniz yine de cömertmiş o yıllarda: “Bugün olta ile balıkçılık yapmaya çalışırsan aç kalırsın, o zamanlar ne naylon misina var ne de başka bir şey! Ama o kadar boldu ki balık, emeğimizin karşılığını verirdi bize.”

Sarayburnu’ndaki foklar
“Neler çıkardı en çok” diye soruyorum, “Marmara’da olmayan bir şey yoktu ki” diyor gülümseyerek: “Şu kaplumbağalar var ya şimdi koruma altında olanlar (Caretta caretta’ları kastediyor), çoktu mesela. Orfoz, akya, sinarit de öyle keza. Ayıbalıkları (fok) Sarayburnu’nda sahile çıkardı. Köpekler ulumaya başlayınca “hah” derdik, “çıktılar gene.” Adalarda zaten çoktu. Boğaziçi’ndeki yalıların kayıkhanelerinde bile yuvalanırlardı.
Adalar açığında orkinos avlarken, oltalarına bir iki tonluk köpekbalıklarının atladığı da çok olmuş. Özellikle 1950’li yılların sonunda talepten fazla torik avlanıp ihracat da olmayınca, tonlarca balık denize atılmış: “O dönemde çok yoğundu köpekler, hem balık kokusuna, hem de ılıman geçen kış aylarının etkisiyle Adalara kadar gelirdi.” 1958 yılında bir köpekbalığını o zamanın parası ile 100 liraya satmış. Alıcı da, Karaköy’de üstünü bir brandayla örtüp, sergilemeye başlamış: “Hani Atatürk’ü kaybettiğimiz zaman, nasıl insanlar katafalka bir ucundan girip diğer ucundan çıkıyordu. Aynı onun gibiydi, sekiz metrelik bir brandadan çadır yapmış adam, etrafı kapalı, bir ucundan giriyor, bir ucundan çıkıyor ve tenekeye 25 kuruş atıyordu.” Balıkçıların istemeden yakaladıkları köpekbalıkları, çoğunlukla orkinos oltalarına yem olarak takılan toriklere saldırıyorlarmış. Ancak bazen oltadaki 200 kiloluk bir orkinosu bile yutarak oltaya yakalandıkları olmuş. “Çok obur hayvanlardır, karınlarından yunus, kılıçbalığı, orkinos ve torik gibi balıklar çıkardı” diye anlatıyor. Bir arkadaşı Samatya açıklarında geceleyin orkinos avlıyormuş. İlk balığı avlamış, teknenin yanına bağlamış. Yeni yakalanmış olduğu için, kuyruğu denize sarkıyormuş. Gerisini İrfan Yürür’den dinliyoruz: “O anda, balığı takip eden bir canavar (köpekbalığı) su üstüne çıkmış, orkinosu sadece kafasını bırakacak şekilde almış. Tabii balık teknenin yanında bağlı olduğu için, küpeştenin de bir kısmını sökmüş köpekbalığı. “Sahile bir geldi, tekne neredeyse battı batacak. Koca orkinosun kafasını gösterdi arkadaş, hemen hanımı çağırdım. Dev orkinostan geriye kalan kafayı görünce tutturdu, bir daha çıkmayacaksın denize… Ya deniz ya ben!”

Marmara ölüyor
Ancak yaşadığı hiç bir şey onu koparamamış denizden. Marmara’nın pırıl pırıl sularında cirit atan 300 çeşit balık, zamanla dört beş çeşide düşmüş. Ne orkinos kalmış denizde, ne de köpekbalıkları. Orkinosu Japonya’ya yapılan ihracat, denizi de trol ve gırgırların bitirdiğinden şikâyet ediyor İrfan Yürür: “1980’li yıllardan itibaren Japonya, orkinosa çok yüksek para vermeye başladı. Soyu tüketildi adeta. Zaten deniz de iyice kirlenmeye başlamıştı.” Trol ve gırgır tekneleri için, “küçücük ağ gözleri kullanıyorlar. Beş tane büyük balık yakalayacaklar diye, on binlerce balığın telef olmasına sebep oluyorlar. Resmen cinayet yaptıkları şey. Lüfer tutmak için bile Çanakkale’ye gitmek zorunda balıkçılar artık” diyor.

İrfan Yürür ekmeğini Marmara’dan çıkartamayacağını anlayınca, Gelibolu’ya, Gökçeada’ya gitmeye başlamış. İrfan Reis isimli teknesi ile, her sene dört beş ayını bu sularda geçirmiş. 1993 yılında son teknesini satmış. O günden sonra ender çıkmış denize. Ama olta avcılığındaki hüneri ve oltalarının şanı devam etmiş. Bir keresinde, Kıbrıslı bir işadamı kendisini bulmuş: “Çok methimi duymuş Saros’daki, Çanakkale’deki arkadaşlardan, illaki çağırıyor beni Kıbrıs’a. Gelemem dedim, hanım da gitmek istemiyor. Ertesi gün aradı, uçak biletin hazır, seni bekliyoruz diye. Utana sıkıla gittim Kıbrıs’a. Çok balık tutturdum kendisine, hiç tutmadığı büyüklükte balıklar, 30-40 kiloluk lagoslar.”
İrfan Reis 27 yaşında evlendiği ve çok sevdiği karısıyla Samatya’da yaşıyor. Gündüzleri Kocamustafapaşa Balıkçı Barınağı’ndaki kahvede artık tek tük kalan eski arkadaşları ve balıkçılarla kâh sohbet ediyor, kâh kâğıt oynuyor. Her ne kadar kendini emekliye ayırmak istese de, mali zorluklar onu çalışmaya zorlamış. Herhangi bir sosyal güvencesi de yok. İstanbul’daki balık malzemeleri üreten bir şirkete hazır olta takımları yapmaya başlamış. Bir yandan da, kendisini özel olarak tanıyan arkadaşlarına ve müşterilerine olta takımları hazırlamaya devam ediyor.

Yorum yazın