Genel

MEB onaylı “Türk-İslam sentezine giriş” kitapları

Yazan: Pınar Keleş

Tartışmalara neden olan Sarı Gelin isimli belgeselin ilköğretim okullarında izletilmesi zorunluluğu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) dağıtımın durdurulduğunu açıklamasıyla şimdilik rafa kalktı. Bakanlık açıklamasında belgeselin öğrencilere izlettirilmesi mecburiyeti olmadığı ve tarih öğretmenleri için yardımcı eğitim materyali olarak yararlanılması için gönderildiği de belirtildi. Sarı Gelin’in kopardığı fırtına şimdilik dinmiş görünse de müfredatta yer alan ve çokça ırkçı, […]

Tartışmalara neden olan Sarı Gelin isimli belgeselin ilköğretim okullarında izletilmesi zorunluluğu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) dağıtımın durdurulduğunu açıklamasıyla şimdilik rafa kalktı. Bakanlık açıklamasında belgeselin öğrencilere izlettirilmesi mecburiyeti olmadığı ve tarih öğretmenleri için yardımcı eğitim materyali olarak yararlanılması için gönderildiği de belirtildi. Sarı Gelin’in kopardığı fırtına şimdilik dinmiş görünse de müfredatta yer alan ve çokça ırkçı, ayrımcı ve farklı olana saygıdan uzak ifadelerin bulunduğu ilköğretim ve lise kitapları yerli yerinde duruyor.

Konuyla ilgili 2002 yılından bu yana “Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesi” adı altında bir çalışma yürüten Türk Tarih Vakfı’nın 2007-2008 arasındaki 18 aylık dönemi kapsayan ikinci çalışması da kitap olarak önümüzdeki günlerde yayımlanacak. “Ders Kitaplarında İnsan Hakları II: Tarama sonuçları” başlıklı çalışma, ders kitaplarında ayrımcılıktan ırkçılığa kadar insan haklarına aykırı bilgilerin yanlışlığını ve düzeltilmesi gerektiğini kitaplardan örneklerle anlatıyor. 13 yazarın makalelerinden oluşan kitabın yanısıra, proje kapsamında gerçekleştirilen konuyla ilgili anketler ve sempozyumlar da düzenleniyor.

“Tarih kitapları yalan bir aksi yansıtan sihirli aynalar”

Türk Tarih Vakfı’nın üstlendiği Ders Kitapları’nda İnsan Hakları Projesi kapsamında yapılan çalışmada ne yazık ki, Tarih kitaplarında kullanılan üslubun, takınılan tutumun yanlışlıklarını açıkça görebiliyoruz. Bu çalışmada yer alan Mutlu Öztürk’ün makalesinde de belirttiği gibi, insan haklarının öznesi insan olduğu halde, tarih kitaplarında “çocuk, genç, kadın, erkek” gibi özneler, yerini “Türk hükümdarı, Türk erkeği, Türk ordusu” gibi öznelere bırakıyor.

Türk milletinden, Türk ordusundan övgüyle bahsederken, bizden farklı olanlara herhangi bir ilgi uyandırmayan kitaplar okuyoruz. Taraflı, milliyetçi, ayrılıkçı bir anlayışla hazırlanan kitapların, ileride objektif bir dünya görüşüne sahip bireyler yetiştiremeyeceği ortada. Öztürk’ün söylediği üzere; bu tür tarih kitapları aslında yalan bir aksi yansıtan “sihirli aynalar”. Sorun ancak; “Ayna, ayna söyle bana en güzel kim?” sorusuna, “Elbette sen” yanıtını almayı beklemediğimiz zaman çözülecek gibi gözüküyor.

Kitapta öne çıkan makalelerden Tanıl Bora’nın “Ders kitaplarında Milliyetçilik: Siz Bu Ülke İçin Neler Yapmayı Düşünüyorsunuz?” ve Mutlu Öztürk’ün “Tarih Ders Kitapları ve İnsan Haklarına Dair: Bazı Satırbaşları” başlıklı makaleleri ile kitapta örnek olarak gösterilen ders kitaplarındaki milliyetçi söylemlere ilişkin tespitler şöyle:

– Milliliğin doğallaştırılması
Tarihsel olayların her etabında milliyetçilik kavramı ön plana çıkarılıyor. Her konu eninde sonunda milliyetçiliğe, milleti sevmeye, diğer milletlerden üstün görmeye bağlanıyor. Her olayın milliyetçiliğe indirgenerek bu kavram üzerinden anlatılması öğrencilerden olması gerekenden fazla milliyetçilik duygusu aşılıyor. Her ne koşulda olursa olsun milli kimliğin diğer tüm kimliklerden, özelliklerden, değerlerden önemli olduğunun vurgulanması milliyetçiliği çocukların kafalarında oldukça doğallaştırıyor. Millet sevgisinin ders kitaplarında “uğruna ölünecek” bir sevgi türü olarak sunulması ise çocukları ölümü göze alan, uzlaşıdan uzak bireyler olarak eğitmekten öte geçemiyor.

– Türkiye’de Türkçeden başka dil yok!
Kitapta özellikle üstünde durulan ana başlıklardan biri ise Etno merkezcilik. Türklük, Türklük onuru, Türklük tutkusu gibi kavramları sıkça kullanan ders kitapları Türklüğü her şeyden ve herkesten ayrı tutarak kendi etnik kökenine ezeli-ebedi bir üstünlük sağlıyor. Tekerleğin icadından sonra ilk tekerlekli arabayı Türklerin bulmasından, ticaret yollarının Müslüman ve Türk devletler üzerinden Avrupa’ya ulaşmasının defalarca tekrarlanmasına kadar birçok bilgi, Türklüğü yüceltip diğer ulusları önemsiz ve aşağı gösteriyor. Türklüğü oluşturan unsurlardan biri olan Türkçe ise diğer her olayda olduğu gibi yine diğer dillerden üstün tutuluyor. Bosna’da yaşayan Türk kökenli insanların Türkçe bilmemesini bir zayıflık, eksiklik olarak niteleyen kitaplar Türkiye’de konuşulan diğer dilleri ise hiçbir şekilde kabul etmeyerek o dillerdeki eserlerden de Türk edebiyatı ürünü olarak söz etmekte bir sakınca görmüyor.

– Sıkça duyduğumuz “ordu-millet bilinci”
Türklerin tarih boyunca savaşan, savaşa her daim hazır olan, ordusuna bağlı bir millet olduğu tarih kitaplarında sayfalarca anlatılıyor. “Savaşçı süvari hayatımız sayesinde, adı yabancıları titreten bir millet olduk” sözleriyle, bu savaşçı ruh onaylanıyor. Türklerin ordu-millet bilincini her zaman korudukları, askeri başarıların ardında, savaş anında halkın tamamının tek bir ordu gibi hareket etmesinin yattığı düşünceleri sıkça karşımıza çıkıyor.

– İç ve dış tehditler özenle öğretiliyor!

Milli duyguları konusunda hassaslaşmayı öğrenen çocuklar diğer yandan vatana ve millete karşı tehdit oluşturabilecek tüm iç ve dış unsurları da bir bir öğreniyor. Ders kitapları tehdit algısını can-ı gönülden beslerken düşmanlarına karşı kin beslemesi de doğal karşılanıyor. MEB’den onaylı bu kitaplarda, düşman olarak bahsedilen komşu ülkeler hakkında öğrencilere bilgi verecek konulara değinilmiyor. Tüm okul kitaplarında Türkiye ve Türkler her olayın merkezini oluştururken diğer ülkeler hakkında yok denecek kadar az bilgi olması öğrencilerin kafalarında bu ülkelerin gizemli düşmanlar olarak algılanmasını sağlıyor.

– Tarih kitaplarından soyutlanan azınlıklar

Tarih kitapları tarih anlatırken, çok kültürlülükten neredeyse hiç bahsetmiyor. “Devletin kurucusu ve sahibi Müslüman Türklerdir” söylemleri, aynı topraklarda yaşayan azınlıkların varlığını göz ardı ediyor. Diğer kültürlerden bahsederken de, Osmanlı’nın onlara gösterdiği “iyi niyet, hoşgörü” kavramları mutlaka o cümlelerin içinde yer alıyor. Azınlıkları 19. yüzyıl sonlarına kadar “hain” ve “nankör” olarak anlatan kitaplar günümüze gelindiğinde onlara “yüce Türk devletinin egemenliği altında keyfi hoşgörü” gösterildiğini vurguluyor. Bu bilinçle yetiştirilen çocukların ileride, gösterilen keyfi hoşgörüden vazgeçmesine zemin hazırlıyor. Kitaplar da bir de hiç yer verilmeyen azınlıklar var: Kürtler, Çerkezler, Lazlar ve Aleviler… Kitapların Müslüman cemaatini oluşturan topluluklardan bahsederken, sadece Türkleri, Arapları, Acemleri, Boşnak ve Arnavutları dikkate aldığını görüyoruz.

– Ermeni sorunu resmi tezden öteye geçmiyor

Ermeni sorunu sürekli diğer devletlerin kışkırtmaları sonucuyla ortaya çıkan bir sorun, Ermeniler ise Müslüman halka eziyet eden bir halk olarak gösteriliyor. İşte, tarih kitabında, Ermeniler’le ilgili olarak söylenen bir cümle: “Ermeniler, bulundukları bölgelerdeki Müslüman halka zulmettiler”. Bu cümleyi okuyan bir öğrencinin ise kafasında oluşan “hain Ermeni” imajıyla Ermeniler’e karşı nefret beslemesi ise kaçınılmaz oluyor. Ermeni sorunu gibi Türkler tarafından kabul edilmeyen tezlerin kitaplarda başına “sözde” kelimesi eklenerek sunulması ise sorgulamadan ve empatiden uzak bir bakış açısı sergiliyor.

– “En yüce din” elbette İslamiyet!

“Türklük, ordu, savaş, zafer” gibi kelimeler tarih kitaplarının neredeyse her satırında karşımıza çıkarken, İslamiyet de, “insan düşüncesinin erişebileceği en son aşama” olarak gösteriliyor. İslamiyet bütünlük gösteren bir din olarak öğretilirken, mezhep ayrımlarına girilmiyor, Şii-Sünni çatışmaları anlatılmıyor, Sünniliğin içindeki mezhepler öğretilmiyor. “Kafir” kelimesi de, kitaplarda karşımıza sıkça çıkıyor: “Din uğruna kafirlere karşı yaptıkları cihadlarla… İslam ülkelerinin liderliğini üstlenmişlerdir” Kitaplarda Müslümanlık en iyi din olarak gösterilmekle de kalmayıp diğer dinler için “uygunsuz” diye bahsedilmesi ve bu uygunsuz dinlere mensup kişilerin başına gelen kötü olayların da inançlarından ileri geldiği anlatılıyor. Maniheizm’i benimseyen Uygurların inançları gereği et yemedikleri için protein eksikliği yaşadıkları ve bu nedenle savaşlarda güçsüz ve başarısız oldukları örneği de İslam’ı yüceltirken diğer inançlara saygısızlığı aşılanıyor.

– Tarih kitaplarında “diplomatik araç” olarak kadın!
Medyada, kitaplarda, halk arasında kadınlara yönelik söylemler günümüzde de sıkça tartışılıyor. Ancak kadınlarla ilgili söylemlerdeki yanlışlık çocuk ve gençlerin tarih kitaplarında da kendini gösteriyor. Öyle ki bir kadın, tarih kitaplarında ya basit bir nesne olarak gösteriliyor, ya da diplomatik bir araç olarak kullanılıyor. Örneğin Tarih kitaplarını okuduğumuzda, Alaeddin Keykubat’ın Eyyubi hükümdarının kızıyla evlenerek ittifakını güçlendirdiğini ya da İslam dünyasındaki manevi gücünden yararlanabilmek için halifenin kızıyla evlenenleri görüyoruz. Kitaplarda karşımıza oldukça ilginç bir söylem daha
çıkıyor: “Satın alınan seçme güzel kadınlar”. Bu kadınlar sarayın her bir köşesini süsleyen basit bir eşya olarak gösteriliyor. Ayrıca, tarih kitapları için kadının yüceliği, erkeğinin her daim yanında durabilmesine bağlanıyor: “Milli Mücadele’de vatanı kurtarmak için erkeğinin yanıdna görev yapan Türk kadını, toplum hayatında layık olduğu yeri almalıydı.”

Tarih kitaplarından Ermeni sorunu:
Ermeniler, 1896’da İstanbul’da yabancı sermayeli Osmanlı Bankası’nı basarak olaya Avrupa devletlerinin karışmasını istediler. 1905’te padişah II.Abdülhamit’e suikast girişiminde bulundular. 1909’da Adana’da büyük bir isyan çıkardılar… Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Ruslar, Doğu Anadolu’da ilerleyince Ermenilere isyan fırsatı doğdu. Nisan 1915’te
Van’da ayaklanan Ermeniler, buradaki Türk nüfusunu katlettiler. Bu durum karşısında Osmanlı Hükümeti, Doğu Anadolu’daki Ermenilerin, faaliyetlerini önleyebilmek için savaş alanı olmayan ve yine bir Osmanlı toprağı olan Suriye’ye göç ettirilmelerine karar verdi. Tehcir Kanunu olarak da adlandırılan yasa ile Doğu Anadolu bölgesi başta olmak üzere Türkiye sınırları içerisinde güvenliği tehdit eden Ermeniler yine bir Osmanlı toprağı olan Suriye’ye göç ettirildi.


Tarih kitabından Mustafa Kemal’in Saltanatın kaldırılmasına ilişkin konuşması:
Egemenlik güçle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk ulusunun egemenliğine el koymuşlardı. Bu yolsuzluklarını 600 yıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk ulusu bu saldırganlara, artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldu bittidir… Sorun, olmuş bitmiş bir gerçeği yasa ile saptamaktan başka bir şey değildir. Bu kesinlikle yapılacaktır… Meclis (bunu onaylarsa) sanırım ki uygun
olur. Yoksa, yine gerçek yöntemine göre saptanacaktır; ama belki bir takım kafalar kesilecektir.

Milli Güvenlik ders kitabından iç ve dış tehditler:
Bölge ülkeleri ve bölgede gözü olan gelişmiş ülkeler, Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsızlık duymaktadırlar…Türkiye’nin jeopolitik özellikleri Türkiye’ye yönelik iç ve dış tehditleri artırmaktadır. Türkiye, günümüzde ve gelecekte her zaman iç ve dış tehditlerle karşı karşıya kalacaktır.

Tarih kitabında geri kalmışlık açıklaması:
Türk milleti tarihin çok eski devirlerinde büyük uygarlıklar kurmasına, insanlığa büyük hizmetler yapmasına rağmen son asırlarda bazı siyasi ve toplumsal etkenler, engeller sebebiyle -kendi kabahati olmaksızın- Batı’dan geriye kalmıştı. Oysa ki bir zamanlar Batı, Türklerden gerideydi. İşte çağdaşlaşma atılımıyla Türk’ün uygar niteliği tekrar harekete geçiriliyordu.

Milli Güvenlik kitabında militarizm övgüsü:
Türkler tarih boyunca ordu-millet geleneğini sürdürerek yaşamışlardır. Bu geleneğe göre çocuklar küçük yaştan itibaren askerliğe hazırlanır. Türk devletlerinde her Türk savaşa hazır durumdadır. Askerlik özel bir meslek değildir. Ordu devletin tabi savunma gücüdür… Günümüz Türk ordusu da bu geleneğin bir devamı niteliğinde çalışmalarını sürdürmektedir.

Yorum yazın