Genel

Terörist kelimeler

Yazan: [email protected]

Mustafa Alp Dağıstanlı Temmuz 2005’te Londra metrosundaki bombalı saldırılardan birkaç gün sonra, Daily Telegraph gazetesinde bir haber çıktı: BBC, haberlerinde “terörist” sıfatını kullanmıyordu. Ciddi İngiliz gazetelerinin çoğu da BBC’ninki gibi tavır aldı. Bir kamu kuruluşu olan BBC’nin bu tutumu Türkiye için neredeyse tamamen anlaşılmaz bir şey. Yıllardır PKK meselesiyle cebelleşen bu ülkede “terörist” denmeden bu […]

Mustafa Alp Dağıstanlı

Temmuz 2005’te Londra metrosundaki bombalı saldırılardan birkaç gün sonra, Daily Telegraph gazetesinde bir haber çıktı: BBC, haberlerinde “terörist” sıfatını kullanmıyordu.

Ciddi İngiliz gazetelerinin çoğu da BBC’ninki gibi tavır aldı. Bir kamu kuruluşu olan BBC’nin bu tutumu Türkiye için neredeyse tamamen anlaşılmaz bir şey. Yıllardır PKK meselesiyle cebelleşen bu ülkede “terörist” denmeden bu konuyla ilgili yazılmış herhangi bir habere rastlamak neredeyse imkansız.

Tam da o günlerde, Türkiye’deki bir terör olayı dolayısıyla Başbakan Tayyip Erdoğan’ın söyledikleri bu imkansızlığı gösteriyordu. Erdoğan, terör konusu her açıldığında tekrarladığı ve pek bir fikir barındırmayan, “benim teröristim kötü, senin teröristin iyi mantığı terkedilmelidir” nakaratından sonra, terörizme karşı ortak mücadele çağrısı yaptı ve lafı şuraya getirdi (Türkçe, tabii ki, Başbakan’a ait):

“Aksi takdirde teröre mahkum olmuş, kurban olmuş ki son zamanlarda burada onu da açıklıyorum şimdi, dünyadaki iki önemli televizyon veya medya grubu BBC ve Reuters, her ikisinin Türkiye’deki PKK terör örgütünü bir milis olarak ilan etmesini kınıyorum ve lanetliyorum. Ve özellikle dünya medyasını bu noktada objektif bir bakış sergilemeye davet ediyorum. Eğer bu anlayış, bu şekilde devam ederse, bunu bilsinler ki bugün Türkiye’yi, bu ülkenin evladını vuran bu terör, yarın onları da vuracaktır. Ve onları da acıtacaktır. Bunu böyle bilsinler.”

Erdoğan’ın “bilsinler” dediği şeyi bütün dünya, bu arada tabii BBC ve Reuters da biliyordu, fakat Erdoğan medyanın ne olduğuyla, olaylara nasıl baktığıyla, hangi ilkelerle hareket ettiğiyle ilgili pek bir şey bilmiyordu. Bunda onun kabahatinden daha fazla Türk medyasının suçu var. Türk medyasından aldığı eğitim ve terbiyeyle yetinen birinin kalması mukadderdir.

Erdoğan’ın, “terör yarın onları da vuracaktır, acıtacaktır” dediği “onlar”dan biri olan İngilizleri bir hafta önce vurmuştu; yazının başında söylediğim gibi.

BBC’nin Tayyip Erdoğan’a cevabı

Bunun üzerine, BBC Dünya Servisi şefi Nigel Chapman’dan Erdoğan’a cevap geldi. BBC’nin “Editoryal Kılavuzu”nun “Terör” bölümünde yer alan ilkeleri tamı tamına yansıtan Chapman’ın cevabı şuydu:

“Terörist kelimesinin kullanımı BBC’de yasak değildir. Ama BBC, objektif kalmak amacıyla bu kelimeyi çok dikkatli kullanır. Dinleyici ve izleyicinin olayları anlamasına yardımcı olacak biçimde haber vermeye gayret eder. Habere konu olanların kimliği hakkında dinleyicilerin ve izleyicilerin kendilerinin karar vermesini hedefler.

“BBC şiddet olaylarıyla ilgili haber yaparken kullanacağı dile ilişkin olarak çok dikkatli davranmaya çalışır. Fakat asıl amacımız bütün haberleri doğru, tam ve sorumlu şekilde aktarmaktır.

“Bu tür şiddet olaylarını gerçekleştirenlerden söz ederken her olayın özgül koşullarını göz önüne alarak, bombacılar, saldırganlar, silahlı kişiler, adam kaçıranlar, isyancılar, militanlar ve benzeri daha tanımlayıcı kelimeler kullanmayı tercih ederiz.

“Bunun, önyargılı dil kullanıp objektifliğimize gölge düşürmeden, dünyanın dört bir yanındaki dinleyici ve izleyicilerimize, kimin, kime ne yaptığını anlamak için gerekli bilgiyi vereceğine inanıyoruz.

“BBC’nin Londra bombalamaları ve benzeri olayları aktarışını izleyen hiçkimse, bu tür suçları bütün dehşetiyle yansıttığımızdan kuşku duyamaz. BBC’nin dünyanın dört bir yanında, siyasi, kültürel ve dini olarak çok farklı görüş ve geleneklere sahip dinleyici ve izleyicileri var. Bu durum, BBC’nin omuzlarına uluslararası bir yayıncı olmanın sorumluluğunu da yüklüyor. Dolayısıyla, ne kadar sarsıcı ve korkunç olsa da, bütün olayları objektif bir tarzda yansıtmayı hedefliyoruz.”

Anlaşılır, açıklayıcı, mantıklı ve adil. Gazeteci olarak amacımız küfretmek, aşağılamak değildir; anlatmak, anlaşılır kılmak, sergilemektir. Bizden ve yakın zamandan bir örnekle devam edelim: Geçen ay, bir radyo haberi kulağıma çalındı. Diyordu ki, Giresun kırsalında “terör örgütünün saldırısı sonucu” … Haberi böyle vermekle o örgüte ağzının payını vermiş, haddini bildirmiş ve herkesin de bizim bildirdiğimiz haddi bildirmesini sağlamış oluyoruz belki, ama örgütün hangisi olduğunu söylemiyoruz. Gerçekten de, haberi duyduğumda, “Kim bunlar yahu?” diye düşünmüştüm. Öyle ya, PKK’nın ta Giresun’da bir haltlar karıştırması beklenmedik bir şeydi. Onun için, acaba Tikkocular mı, falan diye düşünmeye koyulmuştum. Güya haber veriyoruz, ama bilgi vermiyoruz!

Bu çok karşılaştığımız bir durum. Bu kaba bilgi vermeme halinin de ötesinde, bu tür genelleme sıfatlar aydınlatıcı olmaktan ziyade karartıyor. Bunun iyi bir anlatımı için ilişikte verdiğimiz, Philip Stephens’in Financial Times’da yayınlanan yazısına bakın.

Öldürmek, yeterince kötü değil mi?

Bu konu arkadaşlar arasında da çok tartıştığımız bir sorun. Bana karşı çıkan arkadaşların argümanlarından biri şu: “Adamlar 20 kişiyi katletmiş, yine de terörist demeyecek miyiz yani!”

Burada çok büyük bir sorun, bir de insani deformasyon görüyorum. İnsani deformasyon şu: Birilerinin 20 kişiyi katletmesi yeterince kötü, açık ve açıklayıcı, dehşete düşürücü sayılmıyor. İnsanlar bu haberi bu çıplaklıkta okuyunca yeteri kadar sarsılmayacak ve katillerin yaptığı şeyi idrak edemeyecekler. Ve işte ancak “terörist” diye yaftaladığımız zaman “Vayyy! Teröristmiş herifler” deyip infiale kapılacak, bu insanlık dışı eylemden ve yapanlardan nefret duyacaklar.

Gördüğüm sorun da şu: Ya devlet veya bağlı unsurlar, 20 masum kişiyi katlederse ne yapacaksınız. “Terörist devlet” diyecek misiniz? Olmaz, demeyin, olur, oluyor. Bir örnekle geçelim: 15 Ocak 1996’da, 11 kişinin öldürüldüğü Güçlükonak katiliamında Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkum oldu. AİHM’nin kararından önce de katliamı devlete bağlı “unsurları”ın yaptığı söyleniyordu. 16 Ocak 1996 tarihli gazetelere bir bakın bakalım, nasıl vermişler haberi. Belki, bir istisna olarak Yeni Yüzyıl’ın, öbür büyük gazetelerden farklı verdiğini de farkedersiniz.

Gazeteciliğin dili devletin (ve evet, hükümetin) dilinden, yaklaşımından farklıdır, farklı olmalıdır. Çatışmayı besleyen bir dil bu. Çözüm arayışlarını dışlayan. Konuşmayan bir dil. Susturan bir dil. Düşündürmeyen bir dil. Anlatmayan bir dil. Gazeteci herkese anlatabilir, herkese seslenebilir durumda, mesafede olmalıdır. Okuyan mesela PKK’lı da olabilir, PKK’ya yakın olabilir, PKK sempatizanı olabilir, devletin uygulamalarından, siyasi yapıdan, şu ya da bu şekildeki kültürel hegemonyadan muzdarip biri de olabilir. Onlara da anlatabilmelisiniz, bilgi verebilmelisiniz.

“Terörist” nitelemesi teröristleri yıldırmıyor; düşünenleri, tartışanları, bilgiye ulaşmak isteyenleri yıldırıyor. Çözüm arayışlarını öldürüyor.

Değiştirmek için anlamamız ve anlatabilmemiz lazım. Yoksa bir şeyi değiştirmek istemiyor musunuz?

Yorum yazın