Alper Görmüş
Ahmet Altan 27 Mayıs’ta Taraf’ta “Yalancı laikler” başlıklı bir yazı yazdı. Yazı esasen, laikliğin mottosu olan “devletin bütün inançlara eşit mesafede durması” ilkesinin Türkiye versiyonunun pespayeliği üzerineydi. Altan, yazısına, bu “laik” devlette Müslüman olmayan tek bir kişinin bile çalışamadığını vurgulayarak başlıyordu:
“Siz bizim devletin herhangi bir kademesinde Müslüman olmayan birine rastladınız mı? Peki, Sünni olmadığını açıkça söyleyebilen birine rastladınız mı? Yahudi bir Yüzbaşımız, Ermeni bir diplomatımız, Rum bir posta müdürümüz var mı? Olabilir mi? İstedikleri kadar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsunlar ‘gayrimüslimler’ devlet katlarında görev alamazlar.”
Altan’ın haklı olarak vurguladığı gibi, Müslüman olmak da yetmezdi bu iş için, ille de Sünni Müslüman olmak gerekirdi:
“Müslüman olmak yetmez. Siz hiç Alevi olduğunu açıkça söyleyen bir general gördünüz mü? ‘Ben Aleviyim’ diyen bir Maliye müfettişiyle karşılaştınız mı? Aleviler de kimliklerini açıkça beyan ederlerse devlet dairelerinde iş bulamazlar. Bu devlet, Müslüman Sünni olmayanlara güvenmez ve onları içine almaz.”
Ve nihayet, Ahmet Altan’ın gene haklı olarak vurguladığı gibi “Sünni Müslüman” olmak da yetmezdi. “Sünni Müslüman gibi yaşamayan Sünni Müslüman” olmak gerekirdi. Bir başka deyişle “Aleviler gibi” yaşamak gerekirdi:
“Bizim devlet sadece ‘Sünnilere’ kapılarını açar ama Sünnilerin Sünni gibi yaşamasını da yasaklar. Sünni olmayanlara devlet kapıları kapalı olduğu gibi Sünni usullere göre yaşayanlara da devlet kapıları kapalıdır. Bizim devletin istediği ‘ideal vatandaş’, Alevi gibi yaşayan bir Sünnidir. Namaza gidilmeyecek. İçki içilecek. Kadınlar başını açacak. Faiz haram sayılmayacak. Konuşmalarda asla Hz. Muhammed’e ve Kuran-ı Kerim’e atıfta bulunulmayacak. Bakın üst düzey devlet memurlarına. Onların hepsi Alevi gibi yaşayan Sünnilerdir. İçki içerler, namaza gitmezler, karılarının başları açık olur. Sünniliğe kalben bağlı olan biri içki içemez. Mutlaka beş vakit namazını kılar. Öyle bir Sünni, devlet kadrolarında yer bulamaz. Siz, aynen Vatikan gibi tek mezhepli bir devlet kuracaksınız, sonra da ‘laiklik’ istediğinizi söyleyeceksiniz. Bizim devlet ‘laik’ falan değildir.”
Aleviler bu yazıya neden kızdı?
Ahmet Altan’ın bugünkü (30 Mayıs) yazısı ise “Alevilik” başlığını taşıyordu. Yukarıda aktardığım “yalancı laikler” yazısı Alevileri o kadar öfkelendirmişti ki, Altan’ı mesaj bombardımanına tuttular. Mesaj sahipleri, çizilen Alevi portresinden rahatsız olmuştu. Ne demekti “Aleviler namaz kılmaz”, ne demekti “Aleviler karılarının başlarını kapatmaz?”
Ahmet Altan, ortaya çıkan bu kültürel tepkiye çok şaşırmıştı. Çünkü o, Alevileri çok farklı biliyordu. Şöyle yazdı:
“İçinde Bektaşilik gibi muhteşem bir mizah damarı barındıran Alevilik ne zamandan beri ‘Aleviler namaz kılmaz’ lafından alınıyor? İbadeti, ‘yaradılana’ yapılacak bir ‘iyilikte’ bulan Aleviler anlayış mı değiştirdi? Şekle değil ‘öze’ önem veren Tasavvuf artık Aleviler arasında yandaş mı bulmuyor? Cemevlerinde bizzat katılıp gördüğüm, insanın yüreğini ısıtan o ibadet biçimini mi değiştirmek istiyorlar?
“Ne zamandan beri ‘kadın erkek eşitliğinin bu toplumdaki en harika örneği’ olan bu mezhebin mensupları, ‘kadınlarının başlarını örtmezler’ lafını bir aşağılama olarak görüyor? Kadını erkeği birbirinden ayırmadan yaşayan, birlikte ibadet eden, birlikte çalışan, kadını ezmeyen Aleviler bu konuda böylesine bir hassasiyeti nereden çıkardılar? Kadınlarınızın başlarını mı örtmek istiyorsunuz? Hem Allah rızası için nedir bu öfke? Ne oldu hoşgörüye? Ne oldu tevazua?”
Asıl öfke “politik Alevilik”ten…
Fakat öfkenin daha büyüğü, politik tutumlarını öne çıkartan Alevilerden gelecekti. Çoğu, “herkesin dinini özgürce yaşayabileceği bir laiklik” istedi diye kızıyordu Altan’a.
Ahmet Altan, yazısını, “Sanırım ‘şeriat’ korkusu yüzünden gittikçe daha Kemalist, gittikçe daha ulusalcı oluyorlar” dediği mektup sahiplerine yönelttiği sorularla bitiriyordu:
“Ben her zaman Aleviler’in bu toplumun gelişmesi için çok önemli bir faktör olduğuna inandım. Ama hoşgörüsünü, tevazuunu, ilericiliğini, nüktesini, özgürlük tutkusunu, atalarının dikbaşlı geleneğini, ‘iyiliğin’ ibadet olduğunu, içinden kötülük geçirmenin günah sayıldığını unutmayan Aleviler’in.
“Bir de siz tartın bakalım kendinizi. İçinizden kaçınız Aleviliğin bütün dünyaya örnek olabilecek bu muhteşem ölçülerine uygun davranıyor? Gücün karşısında eğilmeyen Pir Sultan’ı bir düşünün. O, bugün yaşasaydı ne yapardı? Efendilerin, paşaların, darbecilerin yanında mı olurdu? Eğer ‘Pir darbecileri desteklerdi’ derseniz, Aleviliği hiç anlamamış olduğumu düşünüp ben utanacağım. ‘O böyle yapmazdı’ derseniz, utanmak aranızdaki darbecilere düşecek.”
Muhtıraya karşı bildiri ve Aleviler
Ahmet Altan’ın yazısına Alevilerin verdiği tepkinin, aslında ne zamandan beri açıklıkla konuşmamız gereken bir mesele için iyi bir vesile olduğunu düşünüyorum.
Sol’un Alevi kültürüne beslediği sevgi biraz 68 kuşağına beslenen eleştirisiz sevgiye benziyor. Bu sevgi, Aleviliğin politik haline yöneltilmiş muhtemel eleştirileri önemli ölçüde engelledi bugüne kadar. Dilerim, Altan’ın açtığı yoldan birileri daha yürür de sahiden çok geç kalmış bir tartışmamız daha olur. Ben kendi payıma bunu yapmaya çalışacağım.
Bugünlük, Ahmet Altan’ın formüle ettiği eleştirilere bir Alevi sitesinden aldığım okur mektuplarını aktararak katkıda bulunmak istiyorum.
Geçenlerde, Aktüeldergisi için yazacağım Cemil Çiçek portresiyle ilgili araştırma yaparken tesadüfen ulaştım Alevicanlar.org adlı siteye… Ben, 27 Nisan muhtırasından bir gün sonra muhtıraya hükümet adına cevap veren Cemil Çiçek’in konuşmasının tam metnini ararken, karşıma, muhtıraya karşı bildiri yayımlayan “205 aydın”ın imzaladığı bir metin çıktı.
Metin, net bir biçimde demokrasiyi savunuyor, hiçbir “ama”ya müracaat etmeksizin muhtırayı reddediyordu.
Ardından gözüm, “aydınlar bildirisi”ne ilişkin olarak yorum yapan okur mesajlarına kaydı. Mesajların neredeyse tamamı şu tarzdaydı (kısaltarak aktarıyorum):
“Hayır deme inisiyatifini kendilerinde gören sanatçılarımızın, ülkenin gidişatı hakkındaki inisiyatiflerini de ortaya koymalarını duymak isterdim! Aydınlar olarak görmüyorum ve yazılanlar saçma gerçekten…”
“Ya Cumhuriyet elden gitseydi?.. Askeri müdahale gerektiği zaman yapılmalı… Şeriatla 100 yıl geri gideceğimize darbe ile 50 yıl geri gitmek bence mantıklı…”
“Askerin bildirisi çok yerinde, çünkü adeta sinsice ülke elden gidiyordu!”
“Asker muhtıra vermeseydi, AKP bu kadar yumuşar mıydı acaba?”
“Şahsım adına tabi ki darbe istemiyorum… Fakat rejim elden gidiyorsa bunu da asker önleyecekse mutlaka yapılmalı. Cumhuriyet kolay kurulmadı… Laiklik kolay gelmedi bu ülkeye… Bunları kolay kaybedeceksek eğer darbe olmalı.”
“Biz Kızılbaşız, onurumuz, şerefimiz, ülkemiz, birliğimiz için al kanlara girer candan serden geçeriz. İmam Ali gibi kılıcı çeker Muaviye ordularına saldırır, gururumuzu Hz. Muhammed’in kanını yere dökmemek için kanını başımıza çalarız. Gerekirse de kendi kanımızı katarız. Biz Ebubekir’in, Ömer’in Hz. Muhammed’i bırakıp kaçtığı gibi laf ata ata kaçmayız aydınlarımız. Laf değil iş! Bugün onurumuz, varlığımız, cumhuriyetimiz tehdit altında ise gereken yapılacaktır.”
“Hangi aydın ama? Bu ülkede herkes aydın olmuş bir ben olamadım loll. Sadece gülüyorum . Aydınlara bak loll.”
“Bu aydınlar var ise neden zamanında irtica tehlikesi için aydınlatmadı. Temelin güneş ışığıyla çalışan el feneri icadı durumundalar şimdi. Herkes aydınlandı, onlara ihtiyaç yok şimdi. Gölge etmesinler yeter.”
Bu kadar kâfi… Öbür Alevi siteleri de hiç farklı değil, isterseniz girip görebilirsiniz.
“Politik”, “kültürel”i de mi zehirliyor?
Alevilerin “Şeriat korkusu” nedeniyle son 10-15 yılda benimsedikleri siyasi çizginin, Türkiye’nin sırtına otoriter bir deli gömleği giydirmek isteyen çevrelerin rüyalarında bile göremeyecekleri bir çizgi olduğu kanaatindeyim.
Soru şu: Acaba içine kapanıklık, kuşku, endişe, korku gibi negatif mefhumlarla malûl malum politik çizgi, zaman içinde Alevi kültüründeki hepimizin içini ısıtan ve Ahmet Altan’ın yukarıda işaret ettiği iyi özellikleri de mi törpüledi?
Ben, gerek Alevi dostlarımın son yıllardaki hal ve tavırlarına gerekse de Alevi aydınların ürettikleri metinlere baktığımda, bu soruya maalesef “evet” cevabı veriyorum.
Konuyu tartışmaya devam edeceğiz…