Kültür Mirası Sanat Söyleşi

Baba toprağına teşekkür: Baksı Müzesi

Yazan: Ecem Topçu

“Çağımızın insanı kendi hikâyesinden kaçıyor” diyor Hüsamettin Koçan. “Geçmişten ve ata toprağının kültüründen yola çıkıp gelecek inşa etme” fikriyle hayata geçen ve 20. yılını kutlayan Baksı Müzesi’ni, kurucusu Koçan’la konuştuk.

Baksı. Kırgız Türkçesi’nde “şaman” anlamına gelen bu sözcük Bayburt‘un Bayraklar köyünün eski ismi. Ve unutulmaya yüz tutan bu isim, çağdaş sanat ve geleneksel el sanatlarına aynı çatı altında toplayan Baksı Müzesi‘nde yaşıyor.

Müzenin ve Baksı Kültür Sanat Vakfı kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan‘a (75) göre, şaman sözcüğünün “şifacı, yardımcı, koruyucu” gibi anlamları, müzenin misyonlarıyla örtüşüyor. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde uzun yıllar öğretim üyeliği ve dekanlık görevini üstlenen ressam Koçan, sanatçılar başta olmak üzere yüzlerce gönüllünün katkısıyla yıllar içinde gerçek bir toplumsal projeye dönüşen müze fikrinin, doğduğu toprakların yitirdiği kültürel ve ekonomik değerlerin yok olmasına karşı bir umut olduğunu düşünüyor.

Müzenin sahibi olan Baksı Kültür Sanat Vakfı 2005 yılında kurulmuş; sergi salonları, depo müze, atölyeler, konferans salonu, kütüphane ve konukevi gibi bölümlere sahip yerleşkesi kapılarını 2010 yılında açmıştı. Baksı Müzesi fikrinin ortaya çıkışının ve “ilk kazmanın vuruluşunun” 20. yılı vesilesiyle Hüsamettin Koçan‘ın kapısını çaldık ve zoom bağlantısıyla bir söyleşi gerçekleştirdik.

En baştan başlayalım. Baksı Müzesi fikri nasıl ortaya nasıl çıktı ve nasıl gelişti? 

Prof. Dr. Hüsamettin Koçan

Burada bir sürü neden yan yana geliyor, tek bir nedene dayanmıyor. İnsanlık için, insanlığın gelişmesi için bizim sorumluluğumuz var. Elimizden geldiğince insanlığın geleceğini inşa etmemiz lazım. Bu düşünce yapısı bizim bu 68 kuşağı dediğimiz kuşağın tipik özelliğidir. Şimdi ben kendi öğrencilerimde toplumsal adanmışlık düşüncesini bu derece göremiyorum. Gençler, toplumda ülkeyi ve geleceği daha çok sevdikleri için çok iyi karşılanmadılar. Gençlik artık kendisini koruyarak varlığını sürdürmeyi öğrendi. Sanal ortam dediğimiz ortam son derece ilginç bir ortam.

İkincisi ise, benim bir köyde doğmuş olmam ve büyürken doğaya yakın, insana yakın, destanlara yakın bir çocukluk geçirmiş olmam. Dinlediği masallardan, o kalabalık aile dayanışmasından ve ortamın o güvenlikli yapısından çok etkilendim. Bütün bunları, sonrasında büyük bir kente gelmem, tehditlerini ve curcunasını görmem nedeniyle çok daha iyi anladım. İnsanlarımız genelde kendi hikâyesinden kaçıyorlar, çağımızın insanı biraz böyle. Bir gelecek var ve bu geleceği ancak kendi hikayelerinden kaçarak üretirim düşüncesi var. Bende öyle bir şey olmadı.

“Bir hikâyeye dayanarak gelecek inşa edeyim diye düşündüm”

Benim babam bir kahramandı. Giderdi, iki yılda bir gelirdi ve çok güzel renklerle hediyelerle gelirdi. Nitekim benim mühendislik üçüncü sınıftan güzel sanatlara geçişime itiraz etmedi. Beni destekledi ki, kendisi inşaatçı olduğu için bizim mühendis olmamızı istiyordu. Önümüzü açan da bir babaydı, kısıtlamaları olmayan, hayallere değer veren bir baba. Bütün bunlar birleşince güzel sanatlar fakültesindeyken biz şunu düşündük: Sanat, insanın olduğu yere gitmelidir. Meksikalı sanatlardan da çok etkilenmiştik. Üniversitelerde, her yerde sanat eserlerini götürüyorlardı. “Biz de acaba bunu yapabilir miyiz” diye, merkezin dışına nasıl gidebiliriz diye düşündüm.

Bir gün babam kapıyı açtı ve içeri girdi. Biraz dertleştik babamla, anladım ki doğduğu toprağa hasret yaşamış bir adam. Oysa sanıyordum ki köyü sevmiyor. Ve bir gün sohbet sırasında “acaba babam bana vasiyet mi etmek istiyor?” diye düşündüm. Bir iki ay sonra da kardeşim telefon etti ve babamın vefat ettiğini söyledi. Babamın cenazesini götürdüm köyüne ve gördüm ki bizim köy çok değişmiş. Bizim konaklarımız vardı, onlar kültür merkezleriydi aslında. Herkes birer tane siyah beyaz televizyon almış ve dizi, film izliyorlar. En büyük sorunları da elektriklerin sık sık kesilmesi. Çok üzüldüm konakların bitmesine.

O zamanlar bende de Anadolu’ya gitme fikri var. “Madem babam beni bu kadar destekledi, ben de ona teşekkür etmek için ona bir köy konağı yapayım” dedim. Köy konağında bir kütüphane olsun istedim. Aynı zamanda bu kütüphaneye paralel olarak televizyon da olsun, çağımızın konağı olsun istedim.

Baksı fikrinde benim devrimci öğrencilik düşlerim, doğduğum toprağa duyduğum büyük sevgi, hayranlık ve geçmişinden memnun olma düşüncesiyle insana gitme düşüncesi birleşti. Bu süreçte de müze doğdu. Bu nedenle Baksı Müzesi, babaya bir teşekkürdür. Gurbete gidenleri geri çağıran bir projedir çünkü gurbetteki babaların çocukları ve eşleri çok uzun süre beklerler. Bir törende konuşurken “babamın gidişinden, annemin de onu destansı bekleyişinden çok etkilendim” dedim. Anne de gerçekten hep bekler. İstedim ki bunlar tek ve bütün yaşasınlar, doğduğu topraklarda mutlu olsunlar. Yabancılaşma, ayrılık, kaybolma olmasın. Acıklı köy-kent çatışmasının dışında, doğaya daha yakın ve mutlu insanların hayatına, sanat yolunda katkıda bulunur muyuz? Bunların hepsi zaman içinde oluştu ve kurduğumuz örnek müze, dünya müzeciliği açısından da özgün bir müze olarak görülüyor.

Bayburt’un değişmesiyle alakalı da, Baksı Müzesi’nin köklü bir geçmişi var. Son 20 yılda, ilk yıllarına göre neler değişti?

Hüsame Köklü Kadın İstihdam Merkezi

Biz 2000’de kazmayı vurduk. Çok tuhaf bir şey söyleyeyim mi size? Baksı Müzesi, kendini üreten bir proje. Bugün bakıyorum biz bunları nasıl yaptık diye, aslında arkasında hikâyeler var. Bir toplumsal dönüşüm projesi bu ve ölçülerini hep dar aralıklarla oluşturmuş bir müze.

Önce bir bina yapalım sonra bir tane daha yapalım, öğrenciler geldiği zaman kalsınlar diye bir oda yapalım, bunlar biraz daha fazla olsun derken “acaba bu turizm olur mu” diye orada bir otel yapıldı. Kişisel bir mal veya miras olmasın, kamusal bir şey olsun diye vakıf kurdum, vakfın altyapısı oluştu. Kadınlar bizim için çok önemli, kadın üretkenliğini gündeme getirmek istedik. Ceplerine kendi öz kazançları olan bir para girsin istedik, ekonomiye katılsın istedik. Kadın ekonomide hep var ama gözükmüyor. Tarım işleri, başka işler yapıyor ve biz bu açıdan bakarak kurslar açtık, atölyeler yaptık. Atölyelerde kadınlar çalışıyorlar, üretiyorlar ve dolayısıyla orada bir ekonomik dönüşüm sağlandı. Baksı Müzesi’nde açılan Hüsame Köklü Kadın İstihdam Merkezi‘nde kadınlar doğal boyalı malzeme ve doğal iplik kullanarak geleneksel dokumamız ehram, kilim, halı ve el sanatları ürünleri üretiyor.

“Bizim hedefimizde kadın ve çocuk var”

İlk gittiğimizde bizim köylüler, kendi doğdukları köyde ücret karşılığı olmadan çalışıyorlardı. Halbuki onlar gurbetçi aynı zamanda. Neden biliyor musunuz? Emeklerini orada, onlardan birisine ücret karşılığı verince yakıştıramıyorlar. Bizde de ırgat dediğimiz bir kavram vardı, tarları hep böyle sürdürdük biz. Annem giderdi, “yarın ırgatım var bana bir kişi verir misin” derdi. Otuz kırk kişi bizim tarlayı eker biçer, böyle yürürdü. Buradan, daha ekonomik olana doğru bir yolculuk başladı. Onun için de, erkekler öncelikle ücretli çalışmaya başladı, sonra da kadınlar başladı. Şimdi neredeyse çocuklar da başlayacaklar. Onun için de üretimin, emeğin karşılığını alma fikri kökleşti ve kendi doğduğu toprakta, kendi ihtiyacını en yakından edinme meselesine son derece kolay adapte oldular. Bu büyük bir değişim. Bu sene Aydın Doğan Vakfının da katkısıyla 155 çocuğa burs verdik. Bunu giderek çoğaltıyoruz. Bu çocuklar da çok yetenekli çocuklar. Yarışmalar açıyoruz, onlara sergiler açıyoruz. Bu sene kendine göre bir tablet kampanyası yaptık. Bizim hedefimizde kadın ve çocuk var. Yani ülkenin geleceği açısından bu iki temel unsur, benim için kaçınılmazdır. Merkezi oluşturan unsur bunlar. Hem kolay öğreniyorlar hem de engelleri yok, yeniliğe daha açıklar ve unutmuyorlar, daha ısrarlılar. Bu nedenle de iki ögeyi yan yana getirdik.

“Baksı, hatırlayarak değişmenin örneği”

Bizim orada, Karadeniz kültür turları Erzurum üzerinden başladı. Geliyorlar, müzeyi geziyorlar. Şimdi dünyanın her tarafından insanlar geliyorlar. Bu çok önemli bir insan sirkülasyonu ve çok önemli bir buluşma noktasıdır. Bir merkez yaratıldı Baksı çevresinde. Sanatçılar bizim için son derece önemlidir, sanatçılar bize yapıtlarını hep bedava verirler biliyor musunuz? Bizim çağdaş sanat koleksiyonumuzda tamamen bağışlarla oluşmuştur. Bu nedenle bizim proje, sivil örgütlenme açısından anıtsal bir projedir. Biraz soyut ama bütün bu büyük ve Batı müzeciliği açısından son derece dikkat çeken yapıyı biz dayanışmayla yaptık. Sonuçta ben bir akademisyen ve ressamım onun için de böyle büyük projeleri gerçekleştirebilmenin arkasında büyük bir insani dayanışma var.

“Orada ne işiniz var? Yol bile gitmiyor oraya” diyenler vardı. Ben de dedim ki, “tamam yol gitmeyebilir ama hayaller gidebilir”. Biz hayallerle yürüyoruz. Baksı artık bir kültürel merkez oldu, bir buluşma noktası oldu. Sonra konuk evleri yaptık, atölyeler yaptık, 10 bin kitaplık bir kütüphanemiz var. Ben kişisel kütüphanemi oraya götürdüm. 150 kişilik bir konferans salonumuz var. Bundan iki sene önce, 750 kişilik amfi tiyatromuzu açtık. Orada konser izlemek müthiştir şimdi de yazlık sinema yapacağız oraya. Biz aynı zamanda disiplinlerarası projeyiz. Bu nedenle de hızla değiştik, hızla de değişiyoruz. Çağımız, değişimin çağı. Bizim bir tek değişimle ilgili şu var; hatırlayarak değişmek, hikayenin üstünden değişmek. Unutarak değişmek değil. Genel olarak günümüzde unutarak değişmek istiyoruz, böylece bağımsızlaştığımızı düşünüyoruz. Halbuki orada ben gördüm ki Baksı, hatırlayarak değişme, bir hikâyeyle değişmenin örneğidir diye düşünüyorum.

Baksı’nın uluslararası bilinirliğinden de bahsetmek istiyorum. Yurtdışından veya Türkiye’den çok talep var mı?

Biliyorsunuz 2014’te Baksı, Avrupa Konseyi tarafından yılın müzesi seçildi. Çok tuhaftır ki ben oraya gittiğim zaman bütün müzeciler Baksı’nın hikayesini biliyor ve beni tanıyorlardı, çok şaşırdım. “Aaaa Mr. Koçan” diye herkes karşıladı beni. Çünkü bizim, bu çağa ilave edilecek öznel bir hikayemiz var. Bizim paramız bitti, burada İstanbul’da bir eviniz var. Eşimle konuştuk, evi satıp müzeyi tamamlayacaktık ve sanatçılar bize dediler ki biz ev sattırmayız. Dayanışma sergileri yaptılar ve o sergilerle birlikte biz evi satmadık, proje de devam etti. Biz birlikte tam bir adanmışlık verdik.

“Biz sanat ve zanaat arasındaki bağı kaldırdık”

Üst taraf, ast sanat kavramlarını bir kenara bıraktık. Dedik ki insan, doğasının gereği her zaman bir biçimde yolunu bulmuş, bu yaşamı daha derinleştirmek için müzik üretmiş. Farklı dilde olabilir, farklı ritimde olabilir. Mesela nakışlar yapmış, resimler yapmış, heykeller yapmış, soyutlamış. Daha önce başka bir şey yapıyordu. İnsanın, insani çabasını eldeki örnekler birlikte sergileyeceğiz dedik. Bizim müzeye gittiğiniz zaman folklorik olan şey ile günümüz avangardizmini yan yana sergiliyoruz. Bu da dünya müzeciliği için son derece önemli bir öneridir. Batı müzeciliği, bütün bunlardan çok etkilendi.

Bundan iki üç sene önce Varşova’da yapılan müzecilik toplantısında Baksı Müzesi, dünya müzeciliğini etkileyen müzelerden birisi olarak tanıtıldı. Sadece Baksı’yı görmek için Avusturya’dan buraya gelenler oldu. İnanılmaz bir şey. Şimdi tabi Türkiye de büyük ilgi göstermeye başladı. Şimdi o tepede binlerce insan bir araya gelebiliyor. Bakın biz amfi tiyatronun orada bir konser yaptık, 750 kişilik yere bin 500 kişi geldi. Çevredeki köylerden, başka kentlerden insanlar geldiler ve bu konseri izleyebildiler. Biz şunu yaptık, acaba herhangi bir yerde bir merkez yaratabilir miyiz? Baksı bunu başardı diye düşünüyorum.

Kadınlara ve çocuklara ekonomik olarak destek vermek için ve ekonomik kalkınmayı sağlamak için girişimlerde bulundunuz. Peki ilk kuruluşundan bugüne kadar yerli halkın, bu duruma karşı tutumu nasıldı?

Benim orada doğmam bir şans. Bu güzel sanatlar ortamında yetişip akademik dünyadan geri dönmüş olmam yani ikisini buluşturmam farklı bir şans. Benim çocukluğumda köy enstitüleri vardı. Köylerde yetişmiş zeki çocukları götürüp eğitip tekrar köye gönderiyorlar.  Bu çocukların gidiş gelişi resmi devletle köy arasında bir bağlantı. Çocuklar bir anda sanki başka bir dünyaya gidiyormuş gibi çocuğun gelişi gidişi biraz yadırganmış. Şimdi insana yönelik her dönemde bir beklenti var. Ben bunu sana verdim sen bunun karşılığında bana ne verdin? İnsan ilişkisi bu kadar çıkarcı bir ilişki değil. Ne veriyorsanız verin ama ötekinden bir kez de karşılık istemeyin lütfen. İnsanın bir bakıma kişiliğini siliyor, öznenin değerlerini ortadan kaldırıyor. Şimdi Baksı ile ilgili gurur duyuyorlar.

Ben şuradan daha iyi ölçüyorum: Gurbet nedeniyle bizim kendi memleketinden kopmuş ikinci kuşak insanlar telefon edip, “hocam teşekkür ederim, benim çocuklar müzeyi görmüşler televizyonda ve bizi Bayburt’a götür” dediklerini anlatıyor. Halbuki daha önce getiremiyorlarmış. Onun için, bir geri çağıran, “gelin burada buluşalım” diyen bir etkisi olduğu kesin. Bizim meselemiz yerelle güncel olanı yan yana getirme meselesidir. Onun için bizim oradaki ehram kumaşlarından şimdi gayet avangart dünya modası için tasarımlar yapılıyor. Bir Anadolu kavramı üzerinden bir Anadolulu olma meselesi üstünden bir gelecek üretmek istiyoruz. Bütün bunları düşündüğümüzde en azından büyük kentlerdeki insanlar hadi artık biz de doğduğumuz hikayeye doğru gidelim çağrısı yaptı diye düşünüyorum.

Baksı Müzesi’nin 20. yılında hangi etkinlikler, duyurular yapıldı veya yapılacak?

Biz de şu günlerde onun üstüne çalışıyoruz. Şimdi bir kez bu 20. yıl nedeniyle biz Anadolu ödüllerini başlattık ve 6 dalda ödül verdik. Bunları anons ettik fakat pandemi nedeniyle büyük törenlere dönüştüremedik. Kadın istihdam merkezinin temelini atacağız 20.yıl nedeniyle. Şu sıra ruhsat meselelerini çözüyoruz. Fişekhane, Zeytinburnu’nda bir sergimiz var bizim. “Cocoon” diye bir galeri var orda. “Maske/Çağrışımlar” diye bir sergi getirdik biz oraya.  Bu pandemi sürecinde üretilmiş en kapsamlı sergi bizim “Maske/Çağrışımlar” sergisidir. 20 sanatçı ve tasarımcı pandemiyle ilgili bu maske konseptinde yapıtlar ürettiler ve bize bağışladılar onları. Önce Baksı’da sergiledik bunları. Sonra çok beğeni alınca İstanbul’a getirdik.

“Yenilik hep buradan oraya gitmiyor oradan da buraya geliyor”

20. yılın armağanıdır sanatçıların ve tasarımcıların Baksı’ya bahşettikleri bir şeydir o. 2 yıl önce biz Bayburt türkülerini topladık tamir ettirdik arkeoloji yaptık kalan müziğin desteklediği bir programla bir cd yayınladık. Şimdi Bayburt türkülerinin evde bulunan geçmişi tamir edilmiş bir şekilde gelecek kuşaklara aktarılmaya hazır. Bu sene de onun kitaplarını yayınlattık notalarını yayınladık. Bu da son derece önemli bir proje diye düşünüyorum.

Anadolu’yu Anlamak” diye araştırma aşamasında bir projemiz var. Anadolu’ya kimliğini ve özelliğini veren şey, onun müthiş kültürel derinliğidir. Onun için bizim insanlarımız bilgedir. Böyle herhangi dar bir yerden doğmayız biz. Bizim toprağımızda, genetik hafızamızda müthiş bir derinlik vardır. Onun için bu projede, Anadolu’daki etkileşimi ve sürekliliği görmek istiyoruz. Bunu üç başlıkta düzenleyeceğiz. İlki ses yani müzik, ikincisi mekan yani mimari, üçüncüsü de lezzet yani mutfak. Bir sürü şeyi birbirine bağlamış değiliz, henüz kopuk kopuk. Önce araştırmaları yapacağız. Tarihin izinden Anadolu’nun gerçek hikayesini bu üç başlıkta üretmek istiyoruz.

Kısa metrajlı film yarışması yapacağız. Önemli sanatçımız Osman Dinç Fransa’da yaşıyor. Önümüzdeki sene onun “gözlemevi” diye büyük bir sergisi var. Yine bizim müzenin önünde büyük bir vadi var sırt var “Kıraç Sırtta” heykel sergisi hazırlanıyor. Onu sergileyeceğiz, böyle müthiş planlarımız programlarımız var. Yeter ki şu pandemi biz izin verse de şöyle bir alana çıkabilsek.

 

 

Yorum yazın