Prof. Dr. Gençay Gürsoy YÖK’ünr kuruluşundan sonra 1402 sayılı sıkıyönetim yasasıyla 1983’te üniversitelerden uzaklaştırılan isimlerden biri. Açtığı davayla 1990 yılında tekrar görevine dönerek, emekli olduğu 2006 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde anabilim dalı başkanlığı dahil akademik ve idari görevini sürdürdü. 1980 öncesinde dernek, sendika ve partilerde yer alan Gürsoy, 1980 sonrasında askeri rejimi ve daha sonra da YÖK sistemini en çok eleştiren isimlerden biri oldu. Gençay Gürsoy’la kuruluşunun 28’inci yılında YÖK’ü ve Türkiye’nin üniversitelerini konuştuk.
YÖK neden kuruldu?
YÖK, 12 Eylül askeri darbesinin üniversiteyi adeta askeri yönetime uydurma operasyonuydu kısaca ve 12 Eylül rejimi ondan önceki döneme ait bütün siyası olayların öğrenci olaylarının, gençlik olaylarının sorumlusu olarak üniversiteleri görüyordu ve kendi ifadeleriyle; “üniversitelerin ıslah edilmesi lazımdı”. Dolayısıyla ilk yaptıkları şeylerden biri üniversiteleri hiyerarşik, monolitik, otoriter bir yapıya dönüştürmek oldu. Ondan önceki dönemde de üniversiteler yeteri kadar düşünce özgürlüğünün, özerkliğin yaygın uygulandığı alanlar değildi belki ama yine de özellikle 1933’ten sonra, üniversitenin ilk reform hareketinden sonra, batıdaki modellere uygun düşünce özgürlüğünün, fikir özgürlüğünün ve katılımın yaygınlaştığı bir yapıya doğru kendini adım adım değiştirmeye çalışan bir kurumken tepeden inme bir yasal değişiklikle üniversiteler adeta kışla disiplinine uydurulmaya çalışıldı. Bütün üniversitelerin tek bir model etrafında yapılanması konusunda bir strateji izlendi. Tabi bunlar gerçekleştirildi ilk yasayla. Özerklik kaldırılmış oldu. Merkezi bir yapıya kavuşturuldu bu dönem İhsan Doğramacı diye tanınan hala hayatta olan bir akademisyenin başkanlığında yapıldı askeri rejimle işbirliği halinde. Tabi o zamandan bu zamana çok değişiklikler geçirdi YÖK.
Hangi aşamalardan geçti?
Zamansal bir şeye ayırmak mümkün mü çok emin değilim ama bütün bu yıllar içinde askeri rejimin yavaş yavaş geri çekilmesiyle birlikte, normal “siyasi hayata dönüş” ile birlikte YÖK’ün de bu katı hiyerarşik yapısının ihtiyaçları karşılamadığını, topluma özellikle akademik dünyaya batı örneklerine uyma konusunda üniversitelerin hızla geriye gittiğini görerek adım adım bazı değişikliklere gidildi. Çok sayıda yönetmelik yasa değişikliği yapıldı. Ama bugün YÖK, bu hiyerarşik yapısını merkeziyetçi yapısını monolitik yapısını bütün değişikliklere rağmen hala koruyor. Bu yüzden ben bugünde YÖK’ün tam özerk bir üniversite yapısına müsait olduğu onun paralelinde onu gerçekleştirecek bir kuruluş olduğu inancında değilim.
Peki şu anda kuruluş amacından farklı bir misyonu var mı sizce?
Evet, YÖK daha çok şimdi üniversitelerde kontenjanları merkezi biçimde arttıran, üniversitelere danışmadan ve atamalar konusunda daha merkezi otoriteyi kullanma yetkisiyle donatılmış bir yapı. Eskisi kadar tabii ki monolitik değil. Eskisi kadar tek model üzerinde oturmuş değil ama böyle bir merkezi yapı hâlâ sürüyor. Bu arada yeni açılan üniversitelerin gelişmesi konusunda YÖK kendine düşen görevleri yeteri kadar yerine getiriyor mu getirmiyor mu? Çünkü kuruluş amaçlarından biri de oydu; yeni üniversitelerin ihtiyaçlarını merkezi bir biçimde karşılamak. Bu konuda da görevli alan burası olduğu halde bugün yeni kurulan üniversitelerin sorunları devam ediyor YÖK’e rağmen. Birçok üniversitede kadro sorunları çözülmüş değil. Alt yapı sorunları çözülmüş değil. Yani böyle bir merkezi yapının en işlevsel olabileceği yeni üniversiteleri kalkındırma işlemi bile çok yeterli bir şekilde yerine getirilemiyor.
Temmuz ayında düzenlenen Yükseköğretim Çalıştayı sırasında Prof. Ahmet İnsel “YÖK de üniversitelerin MGK’sıdır” demişti, siz de bu görüşte misiniz?
Bu tabir yerinde bir tabir. Aynen katılıyorum. Aynen öyle evet.
Türkiye’de üniversite düzeni içinde YÖK ne kadar gerekli? YÖK üniversiteleri geliştiren bir şey mi engelleyen bir şey mi?
Bana göre engelleyen bir şey. Dediğim gibi bir koordinasyona ihtiyaç var özellikle yeni üniversiteler için. Ama bunu bir merkezi organla yapmak yerine üniversiteleri olabildiği kadar özerk ve özgür bırakıp kendi girişim alanlarını kendilerinin belirlemesini sağlamak ve yeni kurulan üniversiteleri gelişmiş, yerleşmiş üniversitelere afiliye edilerek, onların yardımlaşmasını sağlayarak bir doğal gelişime izin vermesi daha doğru olurdu. Ama mutlaka bir koordinasyona ihtiyaç elbette var. Üniversite öğretim üyesi ihtiyacının belirlenmesi yükseköğrenimin çeşitli ulusal düzeyde koordinasyonu için sorunların ele alındığı bir yapıya ihtiyaç var. Bunu mesela YÖK olarak mı? Bir merkezi örgüt olarak mı? Yapı olarak mı? Yoksa üniversiteler arası işbirliğini daha örgütleyerek yapmak mı daha doğrudur tartışılır.
Siyasi irade -YÖK ilişkileri üniversiteleri nereye götürüyor?
Gelmiş geçmiş bütün siyasi iktidarlar ilk seçim öncesi programlarında YÖK’ün kaldırılacağını ifade ederler ama iktidara geldikten sonra böyle hükümete bağlı siyasi iktidara bağlı üniversite anlayışı işlerine gelir ve bunu böyle sürdürürler. Bugünkü iktidar da aynı yolu izledi. YÖK bugün siyasi iktidara oldukça paralel çalışan bir merkezi örgüt olarak başımızda duruyor.
2002 yılından beri hükümet YÖK’e karşı çıkarken YÖK başkanını Abdullah Gül’ün atamasıyla toplumda YÖK tartışması sona erdi. Şu anda neden YÖK neredeyse tartışılmaz bir kurum olarak varlığını sürdürüyor…
Tartışma sona ermedi tabii. İktidarın talepleri yerine getirilmiş oldu. İktidar paralelinde bir YÖK kurulmuş oldu. Bunun tabi iktidara yarayan tarafları var ama üniversitelerin önümüzdeki yıllar içinde bu yapıya sığmayacağını düşünmek zorundayız. Bu merkezi yapının daha da gevşetilmesi hatta bu kadar tarihsel negatif birikimlerle yüklü bir YÖK’ü tamamen ortadan kaldırmak ve yeni bir koordinasyon kuruluna gitmek en doğru yoldur bence.
YÖK tamamen ortadan kaldırılırsa nasıl bir üniversite sistemi gerekli?
Çeşitli batıda modelleri var. Ben üniversitelerin tek tip olması görüşünü benimsemiyorum. Geçtiğimiz yıllarda 1970’li yıllarda biz de merkezi bir yapıdan yanaydık. Ama gördük ki devlet otoritesinin egemen olduğu bir üniversite anlayışı kaotik bir üniversiteden daha tehlikeli bir şey. Dolayısıyla çok renkli, çok çeşitli üniversal yapılar bir tür her üniversitenin, her fakültenin kendi gelişim alanını izleyerek spontane gelişmesi ve kendi hinterlandını kurması çok daha doğrudur diye düşünüyorum.