Medya

Gülen cemaatinin ilk ve en saf halkası

Yazan: Handan Koç

Kerameti kendinden menkul Abant Toplantıları’nın 18.’si bu yıl Kürtlerin denetimindeki Kuzey Irak’ın Erbil kentinde yapıldı. “Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak” başlığıyla 2 gün süren toplantılara yine bir çok gediklisi katıldı. Oturumlar boyunca “Karşılıklı Bağımlılık”, “Medyanın İlişkilerde Rolü” ve “Ortadoğu’daki Sorunların Çözüm Yolları” gibi başlıklar ele alındı. Toplantılar sonunda okunan “Abant Platformu Sonuç Değerlendirmesi”nde karşılıklı ilişkilerin […]

Kerameti kendinden menkul Abant Toplantıları’nın 18.’si bu yıl Kürtlerin denetimindeki Kuzey Irak’ın Erbil kentinde yapıldı. “Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak” başlığıyla 2 gün süren toplantılara yine bir çok gediklisi katıldı. Oturumlar boyunca “Karşılıklı Bağımlılık”, “Medyanın İlişkilerde Rolü” ve “Ortadoğu’daki Sorunların Çözüm Yolları” gibi başlıklar ele alındı. Toplantılar sonunda okunan “Abant Platformu Sonuç Değerlendirmesi”nde karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesi ve başlayan diyalog sürecinin devam ettirilmesi ve genişlemesinin gerekliliği; ilişkilerin gelişmesinin hem taraflara hem de bölgeye de barış ve istikrar getireceği vurgulandı. Fetullah Gülen grubuna bağlı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından yıllardır organize edilen toplantılara ve benzer etkinliklere bugüne dek cemaatin fikirleriyle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan çok sayıda isim katıldı ya da katılıyor. Aylık Exspres dergisinin 2009 Ocak sayısında Abant Toplantıları ile ilgili, gazeteci Ayşe Çavdar’ın ve derginin 2008 Kasım sayısında da, cemaatin ilk yayın organı olan Sızıntı dergisinin 30. yılı nedeniyle feminist hareketin ileri gelenlerinden Handan Koç’un yazdığı yazılara sizler için yer verdik.

Handan Koç

Altın nesil, altın nesil
Gülen senin bahtın nesil
(Sızıntı dergisinden bir şiir)

Sızıntı adı sizde ne çağrıştırıyor? 30 yıldır her ay yayınlanan bu dergiyi hiç baştan sona okuduğunuz oldu mu? Bence okuyun. Fethullah Gülen fikriyatını ciddiye alan herkes Sızıntı’yı da önemsemeli. Bu dergiyi herkes Zaman gazetesi eşliğinde bir apartman eşiğinde illâ ki görmüştür. 1980 sonrası yıllarda üniversitede okuyanlar Sızıntı’nın pek çok okulun koridorlarında bol bol dağıtıldığını hatırlıyorlar. Ben 1980 öncesinde bir üniversite talebesi olarak hiç karşılaşmadığım bu dergiyi, ilk olarak 12 Eylül sonrasında Mamak Cezaevinde paralanan ağzımı tedaviye gittiğim bir dişçinin bekleme salonunda gördüğümü ve bir tür parapsikoloji dergisi sandığımı çok iyi hatırlıyorum. Sızıntı’nın bir yeni Nurcu tarikatın yayın organı olduğunu birkaç yıl sonra öğrenmiştim. Bu yeni tarikata, Fethullah Gülen’in ismiyle anılan bu organizasyona ne isim verilmesi gerektiği, nasıl tanımlanacağı sosyolojik bir soru. Gülen organizasyonu, dinî-malî-politik bir organizasyon olarak ve öğretileri itibariyle en çok ABD’de benzerleri bulunan bir tarikat. Bu yarı gizli organizasyona hemen herkes, bazen savcılar da dahil olmak üzere “Fethullahçı” diyor. Ve bence bu isim onlara çok yakışıyor.

Zincirin ilk ve en saf halkası

1970 sonlarında, 12 Nurcu-islâmcı erkeğin Gülen’in liderliğinde kurdukları “şey” bugünden bakınca en çok bir örgüte benzer. ‘80 sonrası yükselen dinci-gerici fikir dalgası içinde Gülen mayası tutacak ve 1990’lara gelindiğinde bu “şey” Türkiye’nin Nakşibendilerle birlikte anılan ve de klasik Nurcu cemaatiyle yarışan en büyük dinci topluluklarından biri olarak başını suyun üstüne çıkaracaktır. Medyada Gülen adı ünlü siyasîlerle birlikte anılmaya başlayacaktır. Gülen, kendi yazdığı biyografisinde, 12 Eylül 1980’den bir hafta önce, vaaz verdiği camiye onu dinlemeye Turgut Özal’ın geldiğini, sonra da başbaşa konuştuklarını anlatır.

Gülen, 1951 Erzurum doğumlu bir imam oğludur. Hep Nurcular ve İlim Yayma Cemiyeti ortamlarında bulunmuştur. Lideri olduğu cemaat-örgüt belli bir konjonktürde Ecevit’i bile destekleyecek, ama partileşme misyonunun lideri Erbakan’ı hiçbir zaman desteklemeyecek, 28 Şubat’ta onları satacaktır. Fethullahçılar 1980’ler boyunca fikren ve malî olarak çok ilerler, “küçük hayırlarla büyük finanslar elde etmeyi” başarırlar. Bugün şirketlerinin zenginliği milyarlarca dolarla ölçülen, Türkiye’de en fazla dershane ve çok sayıda okul sahibi olan bu organizasyonun bankaları, sigorta şirketleri var. 1990’larda patlama yapan topluluk, Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonuna ve birçok yayınevine sahip. Ayrıca, düzenli yayınlanan birçok dergileri var. Ama bence, otuzuncu yaşı kutlanan Sızıntı’nın yeri bambaşka. O bu zincirin ilk ve en saf halkası. Eski bir cemaat üyesi derginin resmi internet sitesinde, “Cemaat üyelerini bir arada tutan büyük bir olgu histir. Duygusal birlik cemaat üyelerini birbirine yapıştırıcı yapışkan gibidir” diyor.

Sızıntı Mektebi

İşte esas kadrolarını “çocuklarınızı bedava ve millî değerlerinize bağlı olarak okutmak istiyorsanız bize verin” diyerek derleyen topluluk, Sızıntı dergisiyle de ortak bir his, bir cemaat dili ve ruhu yaratmıştır. Yayın yönetmeni Arif Sarsılmaz, derginin çıkışını 2006’da “Sızıntı Mektebi” başlıklı yazısında şöyle anlatır:
“Sene 1979. Ülkemiz anarşi ve kaosun karanlıklarında. Dış ve iç mihrakların tahriklerine kapılmadan, hiçbir anarşik hâdiseye karışmadan okuma gayretinde olan küçük bir grup ise haftada bir gün kendilerine cami kürsüsünden nasihat eden büyüklerini dinleyerek bu kaotik ortamdan kurtarabilecekleri insanlara ulaşma derdinde… Bu gençlerin de pek çoğunun yolu birkaç sene önce diğerlerinden ayrılmış. Üniversiteyi harb sahasına çevirenlerin arasından Allah’ın lütfuyla sıyrılan bu talihliler, o güne kadar hiç alışık olmadıkları bir üslûpla hitap eden, Darwinizm, termodinamik, atom, entropi gibi biyoloji ve astrofiziğe ait mevzuları, üniversitedeki derslerin materyalist yorumunun tam tersi istikametinde şerh eden Zât’ı dinleyerek kalblerini aydınlatmaktalar. Ülkenin kurtuluşunun ve istikrarının nasıl bir insan modeliyle gerçekleştirileceğini, bu insan modelinin yetiştirilmesi için ne gibi faaliyetler yapılması gerektiğini teşhis eden Muhterem Büyüğümüz akıl ve kalbleri ikna ederek tedavi için çareler arıyor… Saf, temiz ve berrak bir şekilde ince ince sızarak gönüllere girmeyi hedefleyen bu dergi, 1979’un Şubatında yola böyle çıkmıştı.” Sarsılmaz’ın “o zat” ve “büyük insan” diye bahsettiği kişi Fethullah Gülen’dir.

Faşizan ve tek şefli Sızıntı

Şubat 1979’da basılan birinci sayısının kapağındaki ağlayan sarışın mavi gözlü erkek çocuğu fotoğrafı derginin önüne geçen bir yaygınlığa kavuşmuştur. Kamyon ve otobüs arka camlarına yapıştırıldığı için yaşı tutanların görsel hafızasına yerleşmiştir. Aslında, bu fotoğraf Sızıntı ruhuna çok uygundur. Fethullah Gülen genç yaşında camilerde ağlayarak ve ağlatarak vaaz vermeye başlamış bir yetenektir. “Bu Ağlamayı Dindirmek için Yavru” başlıklı ilk Sızıntı yazısıyla Gülen kalemini kullanmaya başlar ve okuyucularına şöyle seslenir:
“Senin için bu yola atıldık. Acılarına ortak olmak, ızdıraplarını dindirmek, gönlünü abad etmek için. Bize gönül koyma, aheste-revlik ettik, vaktinde imdadına yetişemedik. Ama inan, sinemizde hep Yakub’un gadri efganı, içimizde Zeliha’nın aşkı hicranını taşıdık durduk. O ab-endam kametinin iki büklüm olduğunu her gördükçe, perişan kâkül’ün gibi kalbimde dağılıp durdu.”

Gözü ve dili hep yaşlı cemaat önderi

Bu ifade kimsiz kimsesiz, aç açık fakir fukara insanlara yönelik bir sesleniş olarak anlaşılmamalıdır. Onun seslenişleri, birbirinden hiçbir çıkar ilişkisiyle farklılaşmamış bir nesile, tüm milletedir. Metafizik bir dünyaya çağrı yapar, ama bu dünyanın kuralları ve hedefleri vardır. Gülen’in gözü ve dili hep yaşlıdır. “Hak katında toprağın bağrına, gözyaşlarından daha aziz hiçbir şey damlamamıştır. Bugün toprağa dökülen o damlalar, çok yakın bir gelecekte her tarafı irem bağlarına çevirecektir. Gel, çöllerden daha kuru şu beyâbanda herkese gözyaşlarının sâkisi olalım ve güftesi heyecan, bestesi ağlama en taze meyvelerden yepyeni ziyafetler tertip edelim…”

Bu gözyaşları içinde dile getirilen ülkü ise bir “altın nesil” yaratmaktır. Sürekli olarak maarifin vaat ettiklerine güvenmeyip kendi iradelerini yaratmaları gerektiği konusunda Sızıntı okuyucularına seslenir. Sonra öyle bir zaman gelir ki, artık altın neslin üretildiği okulların hayalinden değil, gerçeğinden, “Işık evleri”nden bahsetmeye başlar:
“Bu ülkede yıllar ve yıllar matemle inlemeye itilmiş nesiller, rûhlarındaki kasvetleri dağıtıp tali’lerinin önünü kesen karanlıkları yırtacak ve onları alıp aydınlıklara çıkaracak fevkalâdeden bir inâyet eli düşleyip durmuşlardı. Işık evler, gökler ötesine açık o nûr efşân iklimleriyle, hülya ve ümit, tahassur ve hicran, ızdırap ve hafakan dolu bütün sinelerin böyle bir beklentisinin cevabı oldu. İşte bu dönem, dev nebülözler gibi, her yana kollarını salmış bulunan ışık komplekslerinin, bütün zulmetleri bir bir yırtma, topyekûn karanlıklarla hesaplaşma, inanan insanlar arasında her türlü alâkaya merkez, bütün rûhanî zevklere kaynak, umum ma’nevî ihtiyaçlara mercî ve her seviyedeki insanı, aklî, rûhî, kalbî ve hissî beklentileriyle kucaklama dönemidir.”

İman sahibi, devletine ve cemaate bağlı bir nesil

Haziran 2006’da ise Gülen, “Yıllar var ki bu mağmum coğrafyada hemen her zaman bir diriliş esintisi ve fevkalâdeden bir sur sesi bekleyip durduk. Allah daha fazla bekletmesin; fakat, biz, yitirdiğimiz değerleri elde edeceğimiz güne kadar hep böyle aktif bir bekleyiş içinde bulunmaya kararlıyız. Ama acaba, böyle önemli bir beklenti adına, mevcut donanımımız, metafizik gerilimimiz, Hak karşısındaki duruşumuz yeterli mi.! Değilse, böyle pasif bir duruşa beklenti denmeyeceği açıktır” der ve “Eğer bir gün mâkus talihimiz değişecekse, şart-ı âdî plânında ‘Allah’ın izniyle’ işte bu kahramanların eliyle değişecektir” diye yazar. Cemaat üyeleri Gülen’i insan ötesi bir yaratık olarak görür. Onun her dediğine inanılır. Eski bir cemaat üyesi şöyle der: “Çünkü siz kirlisinizdir, günaha batmışsınızdır. Ama o, yani lider, sizin çok üstünüzde, sizin ulaşamayacağınız bir noktada, size ötelerden haber getiren bir insandır.”

Bu mükemmel, iman sahibi, devletine ve cemaate bağlı bir nesil yaratma arayışı faşizandır. Tek tip insan yaratmak, toplum mühendisliği peşinde koşmak gibi kavramlara sığacak gibi değildir. Sızıntı dergisinin resmî şiarı sevgi ve hoşgörüdür. Bu büyük bir yalandır. Sızıntı’nın asla koşulsuz bir sevgi önerisi olmadığını söyleyebiliriz. Sızıntı kendisine bağlı olanlara sevgi sunar. Kendisine bağlı, güçlü,genç fikir silahşörleri bulmak ister. İlk sayıda Muvaffak Ayvaz’ın yazısı “Kahraman” başlıklıdır ve o kahraman “kendine dönen, içinde derinleşen, içindeki mücadelede başarılı olmayı ön plana alacak şekilde işini ayarlayan insan… Ve o, makûs talihimizi beklenilen istikamete, aleyhimize dönen çarkları (izn-i ilahi ile) lehimize çevirecek” insandır. Sızıntı, kendi gücünü oluşturmayı hedefler. Düşman gördüğü, “zalim karanlık güçler” dediği toplumsal, felsefî, siyasî düşüncelere karşı bir hat kurmak üzere sözünü kurmuş bir dergidir.

Komünizmle Mücadele Derneği kuruculuğu

Gülen, 1965 yılında, Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği kuruculuğu yapmış bir kişidir. Otobiyografisinde, 12 Mart sürecinde sol görüşlülerin gördükleri muameleye müstehak olduklarını söyler. Gülen, kendi topluluğundan olmayan insanların işkence görmesine karşı kayıtsızdır. Bu hassaslığı ile kutsallaştırılan adamın çok sert bir eğitimle büyütülmüş olduğu da akılda tutulmalıdır. Gülen’in annesi Refia Hanım’ın pek çok aktarılan bir anısı vardır: Gülen 12 yaşındayken, bir gün çok yorgun olduğunu ve yatsı namazını kılmadan yatacağını söyler. Annesi, “Böyle yaparsan sabah senin cenazeni göreyim” der ve bunun üzerine küçük Gülen namazını kılar ve yatar. Nitekim Gülen, Komünizmle Mücadele Derneği çalışmalarında olsun, sonrasında olsun, verdiği vaazlarda Allah adına ağlattığı kadar, düşmanlara karşı kışkırtan bir dili de kullanmıştır.

Fethullah’ın dünya düzeni

Sızıntı, 12 Eylül’ü büyük bir sevinçle alkışlar. Ekim 1980 sayısında, “Son Karakol” başlıklı Gülen yazısı ülkeyi tasvir eder: “Millet teknesi, sağa sola yalpa yapan bir vapur gibi, batması her an mukadder görünüyordu. Dillerde binbir yabancı türkü, dudaklarda binbir öldürücü şarap… Kimi erotizmle sarhoş, kimi libido ile, kimi existansiyalizmden meded umuyor, kimi hezeyan felsefesine dilbeste.”
Sonra, kayıp nesil için ağlar: “Tatmin edilememiş, doyurulamamış ve hatta terkedilmiş bir neslin, çeşitli kamplara ayrılması ve birbirini kıran kırana öldürmesi gayet normal değil mi?.. Bu güne kadar onun iç inkırazını sezebildik mi? Onu soysuzlaştıran sebeplere inebildik mi? Halbuki, ona canavarlık öğreten tiranlar karşısında, siyanet meleği gibi onun yanında olmalı değil miydik..”

Ülkeyi temizleyen orduyu alkışlar: “Yıllardan beri, binbir saldırı ile rehnedar olmuş bir bünye, böyle hemen bir mualece ile iyi edilemeyeceği de muhakkaktı. Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, milli bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar (kanser) berteraf edilebilsin. Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.”

Sahte değil, öz bir eylülist

Bugün Türkiye’de Gülen’le birlikte demokrasi hayalleri kuran bütün cemaatperverler bu sözleri de desteklediklerini bilmelidir. Fethullah Gülen’in siyasî ilişkilerinin tarihi kendi güçlenmesine engel olan topluluklara karşı şiddet uygulanmasına aldırmadığını ortaya serer. Gülen, sahte değil, öz bir eylülisttir. Bütün eylülistler gibi, önünde açılan boş alana sevinecektir. Tıpkı Özal gibi, gelen zamana uyum sağlayacak bir zihniyete sahiptir. Her anlamda geleceği açık bir pragmatisttir. Yeni zamanın ruhuna uyumludur. Köy enstitülerinin fikrî kalıntılarının yok edildiği, TÖS’lü öğretmenlerin anılmadığı, TÖB-DER’li öğretmenlerin kellelerinin alındığı toplumsal meydanı boş bularak kendi eğitim hamlesini tatlı tatlı başlatacaktır. Gülen, yeni dünya düzeniyle uyumludur. Fethullahçılar, ülkücüler gibi komünistlerle düelloya girişmeyecek, devletle çatışmayacak, kan akıtmayacaktır. O devir geçmiştir. Onlar ergen yaşında topladıkları çocukları, içinde dualar ve Tanrı’nın mükemmel tasarımı gezegenler olan rüyalarla okutacak, geleceğe hazırlayacaktır. 12 Eylül Türkiye’nin damarlarını kesip kanatırken, insanlar evlerinden sabaha karşı toplanıp emniyete ve cezaevlerine taşınırken, o bonkörce akıtabildiği gözyaşlarının bir damlasını bile dökmeyecektir. “Mehmetçiğe” bu selam duruşunun 12 Eylül’le başladığını ve bittiğini düşünmek çok yanlış olur. Çünkü cemaat bugün de 12 Eylül öncesi yaygın olan her türlü toplumcu-solcu düşüncenin, bu düşüncenin kaynaklarının, bu kaynaklardan beslenen toplumsal, iktisadî, siyasî tahlillerin baş düşmanıdır. Gülen felsefesinin en sağlam yönü, akılcı, araştıran, soran düşünceye düşmanlıktır.

İnsan aklına ve zevkine karşı Sızıntı

Sızıntı dergilerinin sayfaları iki tür yazıyla oluşur. Birincisi, Fethullah Gülen yazılarıdır. Bunlar uzun yıllar imzasız yazılar olmuştur. Şiirler ve kısa tefsirler de genellikle ona aittir. Bu yazılardan ve şiirlerden birkaç tanesini üst üste okumak, insanı başı sonu belirsiz bir kuyuya düşmüş gibi yapar. Eylül 2008 Sızıntı kapağında şu dizeler vardır:
“Şimdi küreler O’nun çevresinde dönüyor; / Ve aldatan yalancı mumlar bir bir sönüyor, / Ötelerden ruhlara hep selâne iniyor, / Son bir kere daha kader dediğini diyor…”

Bu niteliksiz bir dildir. Ama onun her dediği dokunulmazdır. Mesela bu dizeler açıkça küçümsenmeyi hak etmektedir ama, Gülen’in dili hakkında kimse, misal ne Bejan Matur, ne Ahmet Altan, ne Leyla İpekçi, ne Elif Şafak, ne şu, ne bu, kimsecikler “ya iyi hoş da, bu kadarı da pes” diye yazmaz, yazamaz. Ayrıca, halkın anlayacağı bu Sızıntı dili aslında cemaatin öz dilidir.

Zaten o okunan değil, kasetlerle dinlenen, CD’lerle izlenen bir hatiptir daha çok. Zaten birçok yazıyı okuduktan sonra, “ya coştum ama, neden bahsediyordu bu?” diyebilir insan. Bu yazılar adeta sadece bir ses taşır. Bir laf kalabalığı vardır ve geriye sadece bir şeyler sızar. Gülen yazıları cemaat talebelerince manifestolar olarak adlandırılır ve yeniden yeniden basılır, okunur. Sızıntı, başlangıç sayılarında, “uydurukça” diye nitelendirdiği yeni Türkçeden uzak kalma kararlığını belirtmiştir. Dergi dili bazı teknik kelimelerin açık bir Türkçeyle harmanlandığı bir dildir. Sonuç bir garabettir.

Yine Eylül 2008 sayısındaki Gülen yazısında Ramazan günleri şöyle tasvir edilir: “O günlerde nefsani ve şeytani dürtüler yatışır, sonra da onların yerlerini sımsıcak bir mülayemet ve masmavi bir ruhanilik alır.” Bu, mülayimlik yerine mülayemet diyebilmenin marifet sanıldığı bir dildir. Yazı Sızıntı ruhu taşır. Hep tekrarlanan uyarı yerindedir: “Ey kirli ve günahkâr insanlar, nefsanilik ve şeytanilikten kaçının.”

Yani nelerden kaçınılacaktır? Tarikatı kuran ilk 12 kişi içinden 25 sene sonra kopan eski cemaat üyesi Nurettin Veren, birçoklarının Gülen’in isteği üzerine, 50 yaşına kadar evlenmediğini, evlenenlerin eşlerinin de baştan ayağa ve ellerine kadar örtülü olmasının şart koşulduğunu anlatır. Aynı Gülen, başörtüsü konusu siyasal kriz yaratınca, bu konuyu talî gördüğünü söyleyiverir. Malûm, Gülen hep yalnız bir erkektir. Evlenmemeye 19 yaşında karar verdiğini kendisi anlatır. Peki kadınların elini sıkmamaya ne zaman karar vermiştir, bundan bahis yoktur. Kadın ve aile hayatı konusunda Sızıntı’da pek az yazı vardır. “Fethullahçılık ve kadın” ayrı bir yazının konusu olmak üzere bir tarafa bırakılmayı hak eder. Ama şunu diyebiliriz ki, Gülen’in Sızıntı yazılarının dilinde kadınlar ve erkekler ikilisine pek rastlanmaz. Sadece onlar değil, bu dilde zenginler-fakirler, emperyalist ülkeler ve mazlum ülkeler, ezilen ırklar, hakkı yenenler, gelir adaletsizliği gibi kavramlar, İsrail, ABD, iran gibi isimler de neredeyse kural olarak yoktur.

Sızıntı’nın iktisadı dışlayan bilimi

Dergideki ikinci öbek, “bilimsel” yazılardan oluşur. Pek çok bilim dalında yazılar dergide yer alır. Ama nasıl? Arif Sarsılmaz, bu bölümün özelliklerini şöyle anlatır: “Biyoloji, tıp, fizik, astronomi gibi fen konularındaki yazılar, yaratıcı olarak tabiatı ve tesadüfü reddederken, varlıklardaki hikmeti, hassas ve mükemmel yaratılışı, âhenkli nizamı, sebeplerin de birer vesile ve perde olarak Yaratıcı tarafından şart-ı âdi olarak konulduğunu öne çıkarıyordu. Bu mevzulardaki değerlendirmeler, evrim teorisinin iddialarını çürütecek şekildeydi. Son yıllarda, moleküler biyoloji ve genetik konularındaki ‘kopyalama’ ve ‘kök hücre’ gibi yaratma iddiasındaki çarpıtmalara da cevaplar verildi. Hayat sahibi varlıklar, Rabb’imizin icraatını ve üzerlerindeki esgider…”
Ama belli ki, cemaat zenginleri sevenlerin yolundadır. Altın nesil artık gazete yöneticisi, kaymakam, TRT programcısı, banka yöneticisi, vali, savcı, dershane öğretmeni, şirket yöneticisi olmuş durumdadır. Onların bir kısmı, yurtdışında yapılan atılımlarda başlarından geçen sırlı olayları anlatan yeni önderler durumundadır. Cemaat parlak, çalışkan çocuk avcılığını gücün verdiği rahatlıkla sürdürmektedir. Bu durumda, yoksullara da çocuklarını okutması, yurt masraflarını karşılaması, işe alması, aç açık bırakmaması karşılığında düzene uymak düşmektedir. Gülen cemaatinin ekonomik gücünün halkı etkilediği kadar, pek çok okumuş yazmış insanı, entelektüeli, solcuyu, muhalifi, ulusalcıyı etkilemesinde bu iktisadî gücün rolü de ayrıca ele almaya değer bir konudur.

Hazin ve utanç verici ittifak

Fethullah Gülen organizasyonu, 1990’larda ne kadar kuvvetli olduğunu dostuna düşmanına gösterir. Sonra zorluklar başlar. Ama ilginç olan, bazı liberal-sol-muhalif kişi ve kurumların cemaate duyduğu yakınlıktır. Bu süreçte en işlevli kurum, 1994’te kurulan Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’dır. Vakıf, 1998’de Abant Platformu’nu düzenler. Vakfın resmî sitesindeki ifadeyle amaç, “Türkiye’deki aydınların birbirlerini tanımalarının zeminini teşkil etmektedir”.

Yani yeni yüzyılda memleket aydınlarının birbirini tanıması için Fethullah Gülen’in onursal başkanlığı önerilmektedir. İşin fena tarafı, AKP iktidarını önceleyen bu yıllarda, “ben demokratım” diyen pek çok aydının da buraya koşması olmuştur. Öyle ki, platformun çalışkan eşbaşkanı Mete Tunçay’dır. Konu etrafında bir haberi aktarmak istiyorum, haberde önce Tunçay hak etmediği bir şekilde abartılı niteliklerle betimlenir. Tıpkı şöhretli Hıristiyanların Müslüman olmasına verilen aşırı önem gibi, cemaat de yakınlarındaki herkesi başka âlemlerin çok önemlisi olarak tanıtmaya bayılır. Haber şöyle: “Siyaset bilimi profesörü Mete Tunçay, Türkiye’de sosyalist ideolojinin önemli isimlerinden. Kaleme aldığı kaynak eserleri ve yetiştirdiği öğrencilerle Türk fikir ve siyaset tarihine yön veren bir isim olarak biliniyor.”

Tunçay’a oruç tutturan şiir

Mete Tunçay, 1990’lı yılların sonunda Fethullah Gülen’e yakınlığı ile bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile tanışır. 4. Abant Platformu’na ilk kez katılır ve Gülen cemaati ile yakın temas kurmaya başlar. Prof. Mete Tunçay daha sonra Abant Platformu’nun başkanlığı görevini yapar. Kendisini “agnostik” olarak nitelendiren Tunçay, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın iftar davetlerinin hiçbirisine katılmaz. “Oruç tutmayanın iftar sofrasında yeri yoktur” diye düşünen Tunçay, “Ben oruç tutmuyorum, onun için iftara da katılmam” diyerek her defasında vakfın davetini geri çevirir. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak, bu yıl verilen iftar için farklı bir davet yöntemi kullanır. İyi bir şair olarak bilinen Tokak, Prof. Tunçay’ı bir şiirle davet eder. Harun Tokak, şiiri Tunçay’ın eşi Gönül Hanım’a ulaştırır ve Mete Tunçay’a iletmesini söyler. Tunçay, bu farklı davete icabet eder. İftar salonuna geldiğinde Harun Tokak’a, bu davete katılmak için hayatında ilk kez oruç tuttuğunu söyler. “Ben prensiplerine sadık biriyim. Buna ters düşmemek, sizin davetinizi de geri çevirmemek için oruçlu olarak geldim” der. Mete Tunçay’a oruç tutturan şiir:

Nadide Gönül
Bir sabah uyanıp da açınca kapıyı
Göremeyecekse ne güneşi ne ayı
Gelemeyeceğim dediği bir ramazan akşamı
Kurtaracak belki üstat Mete Tunçay’ı
Yüreğinde saklı nadide bir ‘gönül’
Ne olursan ol Gönül’lü gel Mete Tunçay.

Cemaatin şiir zevki konusuna dönmek istemiyorum. Burada konu elbette oruç değildir. Ben çocukluğumu istersem sahura kalkarak ve oruçsuz iftar sofralarına oturarak geçirdim. Yani haberin içeriği hafife alınacak gibidir. Ama Bilgi Üniversitesi dekanıyla tarikat arasındaki neşeli yakınlık düzeyi bence ürperticidir. Yazarlar Vakfı ve girişimleri önemlidir. Nuray Mert 2004’te şöyle yazar: “Adamlar, gelmiş bir Ortadoğu ülkesini işgal etmişler, sivilleri katlediyorlar, camilerde adam öldürüyorlar. Bizimkiler, hiç utanıp sıkılmadan, bu adamların Müslümanlara çekidüzen verme projelerinin peşinde koşuyor. Son olarak Washington’da yapılan Abant toplantısından söz ediyorum.” Ve devam eder: “Dün, ‘komünizmle mücadele’ adı altında, ABD politikalarına ucuz hizmet verenler, şimdi de, ABD’nin çıkarları ve hedefleri doğrultusunda, islâm dünyasına çekidüzen verme işine gönüllü yazılmış durumdalar.” Ne demeli, 1990’larda çuvala giren mızrak 2000’lerde dışarı fırtlamakta, bazı hazin ve utanç verici ittifaklar dışında, Gülen ve benzerlerini hoşgören aydın muhitleri nihayet bölünmektedir.

“Geleceğin Mimarları”

Yazıyı başta söylediğim bir noktaya değinerek bitirmek istiyorum. Bence Sızıntı dergisi Gülen cemaatinin en saf ilk halkasıdır, vaktiyle ona ruh veren yayındır. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın sitesinde bu tezimi doğrulayan bir yazıya rastladım. Yazıda, Muhsin Toprak, Onursal Başkan Fethullah Gülen’in Sızıntı dergisinin Eylül 1980 sayısı için kaleme aldığı “Geleceğin Mimarları” başlıklı yazısını tahlil etmiş, ki bu yazı bence de bir numaradır. Toprak, Gülen’in yazısındaki benzetmeleri edebî nitelikleri ve içerikleri açısından övmekle bitirememiş. “Geleceğin Mimarları” için Gülen’in ta 1980’de sıraladığı niteliklerin bazılarını aktarmak istiyorum:
“Onlar: Kendi ruhunda varlığa ermiş talihliler, maddesini ledünniyâtına teslim etmiş hakikat erleridir. Maddeleri bir gergef inceliği içinde ve tamamen mânânın emrindedir. Dış görünüşleri itibariyle oldukça mukassî, alabildiğine silik ve sönük görünümlü, âlayişsiz ve gösterişsizdirler. Ancak nilüfer tenli, yasemin kokulu, sînelerinde bin buhurdan çeşit çeşit kokular neşretmektedir. Nâm u nişân nedir bilmez, makama, mansıba eyvallah etmezler. Bir mum gibi eriyen benliklerinde, cihânlar aydınlığa kavuşur ama onların göz hadekaları şuânın zerresini bile kendi hesabına kullanmak istemez. Madde ve mânâ ‘alaşımı’ yüksek bir mâhiyete sahiptirler. Fıtratla katiyen tenakuza düşmezler. Dayanıklıdırlar ve darılma bilmezler. Müsamaha atmosferlerine çarpan kin ve öfke şahâbları, onların yakıcı ve eritici havalarıyla iz bırakmadan kaybolur gider. Kararlı ve azimlidirler. Ayaklarının önünde bin bahar sökün etse, yine de yol ve yön değiştirmezler. Solmayan güzelliklere gönül kaptırmış bu yüce kâmetler için, cennet hûrilerinin perdedarlığı dahi onların gözlerini kaydıramaz ve bakışlarını bulandıramaz.”

Yazımı bir ricayla bitirmek istiyorum. Bakın Muhsin Toprak ne güzel bir çalışma yapmış. Mete Tunçay içerik, Hilmi Yavuz da biçim açısından Gülen’in bu klasik yazısını değerlendirse ve bize iletse. Belki daha önce yazmışlardır, biz kaçırmışızdır, affola. Bir de dileğim var: Bu Fethullah Gülen cemaati yayınlarını yıllardır okurum. Otuzuncu yılları şerefine daha da okudum. Bu ağlayış sızlanış duracak gibi değil. Heyhat, birilerinin durdurması gerek. Amma bu sızıntının ve büyük paraların biriktiği paslı kabın kırılması zor olacak belli ki. Ne diyelim, nasip ola, uğraşıp yaşayıp görürüz inşallah.

3 Yorum

  • Buraya yukardaki yazının son cümlelerini alarak başlıyorum; " Bu ağlayış sızlanış duracak gibi değil. Heyhat, birilerinin durdurması gerek. Amma bu sızıntının ve büyük paraların biriktiği paslı kabın kırılması zor olacak belli ki. Ne diyelim, nasip ola, uğraşıp yaşayıp görürüz inşallah." Yazılan,yazının ifade biçimi ve anlamı güya alay ederek kafa bulup muhteşem bilgi üniversite camiası,fikir beyan ediyor… Alay edipte,gerici damgası vurduğunuz cemaatın yaptığını (para mavzuu) daniskasını bilgi üniversitesi zaten yapıyor,üstelik beğenmediğiniz cemaatın sizin üniversitenizden daha başarılı bir üniversitesi de var,uzun lafın kısası,aç tavuk kendini buğday anbarında görürmüş ve ne kadar fikir fukarası olduğunuzda alıntı yaptığınız kişilerden belli,dolayısı ile sizinde ne yapıp,ne ettikleriniz ortada,güzel ülkemizin,ilerici çağdaşları????

  • sayın halit reis
    (bu isim ve soyadınız mı bilemiyorum)yazının yazari olarak herhangi bir üniversite ile bagim olmadigını açıklamalıyım..
    yazıda alıntı yapılan kisiler bizzat fethullah gulen, bazı sızıntı yazarları ve bir kismi bilgi universitesinde hoca olan ve gülen cemaatine yakın kisilerdir..yaziyı okuduğunuzdan süpheliyim. laf atmak değil de yorum yapmak isterseniz yine yazın lütfen.

  • Sayın Handan Koç hanım, bu paranoya dolu yazınızı okuyunca, size göre doğru nedir, yararlı doğru nedir, istediğiniz nedir gelecek hakkında nasıl bir ufka nasıl beklentiye sahipsiniz boşluklarda kaldım. Hani Gülen hakkında söylediğiniz "Bu yazılardan ve şiirlerden birkaç tanesini üst üste okumak, insanı başı sonu belirsiz bir kuyuya düşmüş gibi yapar." tam sizi anlatmaya, ifade etmeye biçilmiş kaftan. Herşeyi paranoya kabuğuna saklanarak, karşılıksız yapılan emekleri bile heder etmeniz şok etkisi…
    Kimsede akıl kalmadı, profu doçenti, agonisti, hristiyanı, okumuşu cahili, türkü kürdü amerikalısı avrupalısı yamyamı, bi sensin çok zeki. Gerisi vatan haini.
    Amacına ulaşmak için hertürlü Yıkımı mübah gören Ulusalcılara çok benziyorsun.
    Altın Nesil senin gibilerini ıslah etmez azdırır.
    Fetih Süresi 29 – Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.

Yorum yazın