Yaşam

‘Haksız tahrik’in yarattığı haksızlık

Yazan: Mine Savaş

Kot pantolon giyip bir alışveriş merkezine gitmek ya da bir erkeğe saat sormak cinayet sebebi olabilir mi? Türkiye’de olabiliyor. Uzmanlar haksız tahrik indiriminin yanlış yorumlandığı görüşünde.

Bir alışveriş merkezinde öldürülmeniz için terör saldırısına gerek yok; eğer kadınsanız kot pantolon giymeniz yeter. 7 Ağustos 2007’de, Fatih Aguş, bir alışveriş merkezinde, iki çocuğunun önünde karısını öldürdü. Çünkü Sevgi Aguş (24), kot pantolon giymesi yetmiyormuş gibi başka bir erkeğe de “cilveli şekilde” saati sormuştu. Fatih Aguş müebbet hapis cezasına çarptırıldı, ama cinayeti “haksız tahrik” altında işlediği ve pişman olduğu gerekçesiyle cezası 20 yıla indirildi.

Aynı yıl, Nurgül Şimşek kocası tarafından 35 yerinden bıçaklandı, Kezban Ödemiş (40) kocası tarafından boğularak öldürüldükten sonra kafası kesilip çöpe atıldı, Alev Er (36) kocası tarafından öldürüldü ve cesedi buzdolabında saklandı… Bu kocalar ise “Karım beni aldatıyordu” iddiasıyla cinayet işlemişlerdi. Bu gerekçe de “haksız tahrik” sayıldı ve katiller müebbet, hatta ağırlaştırılmış hapis cezası yerine 12 ila 24 yıl hapis cezası aldılar.

Peki hakimler bu kararı verirken, kadınların gerçekten eşlerini aldattığına nasıl kanaat getiriyor, dahası kot pantolon giyip, saat sormanın haksız tahrik olduğuna nasıl hükmedebiliyor?

Eyüp Savcısı Mehmet Demir’e göre, bu, “haksız tahrikin uygulamacılarını sıkıntıya sokan ve töhmet altında bırakan” zor bir soru. Çünkü “Karım beni aldatıyordu” iddiasını kanıtlamak veya çürütmek zor. Demir, bu türlü mahkeme kararlarında, çoğunlukla aksi ispat edilemeyen savunmalar yapıldığına dikkat çekiyor: “O adama fazla ceza vermektense, az ceza vermek, yani haksız ceza vermektense hiç ceza vermemek daha iyidir. Çünkü sonuçta sanık kendini aklamak zorunda değil. Bir sanığın, adı üstünde şüphelinin suçlu olduğunu ispat etmek zorundayız. Savcı ispat etmekle yükümlüdür. Eğer bir şüphe varsa, sanık lehine yorumlanmak zorundadır. Bu hukukun temel kavramı.”

Dolayısıyla, yapılması gereken en önemli şeylerden biri, suçu kanıtlayacak soruşturma yürütmek. Fakat töre ve namus gerekçesiyle işlenen cinayetler üzerine Toprağa Düşen Sevdalar adlı bir kitabı da olan Avukat Vildan Yirmibeşoğlu’nun da işaret ettiği gibi, mahkemelerdeki dosya yükü o kadar fazla ki bu tür vakalarla ilgili yeterli araştırma yapılamıyor ve aldatma iddiasıyla kocaları tarafından öldürülen kadınların kendilerini savunma imkanı olmadığı için hakimler konuyu tek taraflı ele alıyor. Böylece, kadınlar bir hiç uğruna öldürülüyor ve katiller hafif cezalar alıyor. Ne var ki, yargının tek sorunu bu dosya yükü değil. Avukat Yirmibeşoğlu, “Toplumdaki anlayışa göre kadınlar öldürülmeyi hak ediyorlar. Hatta öldüren kişinin de sırtı sıvazlanıyor. Hukukçular arasında da, sokaktaki vatandaşınkinden farklı olmayan bir görüş egemen” diyor.

Aslında, bu konuda, son yıllarda yasalar düzeyinde önemli ilerlemeler kaydedildi. 2003’te TCK’nın 462. Maddesi, yani özel ağır tahrik, Anayasa’ya aykırılığından ötürü kaldırıldı. Yirmibeşoğlu, bu sürecin hiç de kolay yaşanmadığını hatırlatıyor: “Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan hakimler de oldu. 1998’de Anayasa Mahkemesi’nde başkanlık yapan 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Anayasa’nın 462. Maddesi’nin iptaline ret verenler arasındaydı. Sadece üniversite mezunu olmak, okumak yetmiyor. Haksız tahrikten ötürü, ‘Acaba hiç ceza vermeyelim mi? En iyisi sekizde bir ceza verelim’ diye tartışan profesörler de vardı.”

“Hukuk eğitiminde reform şart!’’

Hukukçulara ve akademisyenlere göre, haksız tahrik maddesi TCK’nın olmazsa olmazları arasında. Ama maddenin nerede ve ne kadar indirime sebep olduğu, hakimin hangi kriterlere göre takdir yetkisini kullandığı önemli bir tartışma konusu.

Sabancı Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Hukuk Sosyoloğu Dicle Koğacıoğlu’na göre, mesele, ‘Takdir indirimi veriliyor, hakimler yasayı uygulamıyorlar’ denecek kadar basit değil. “Hukuk her zaman bir yorumlama işidir.” Bu durumun sadece Türkiye’de gerçekleşmediğini söyleyen Koğacıoğlu, İngiltere’de yazılı bir anayasanın olmadığını, ama yorumlama geleneklerine güvenildiğini belirtiyor.

Savcı Demir ise, “Hukukun ölçütleri ve yasanın koyduğu sınırlar içerisinde, tabii ki hakime takdir hakkı vermemiz gerekir. Hukuk bilgisi, kültürü olan, bağımsız ve tarafsız olan da odur. Hakime güvenmek zorundayız. Bunun dünyada da, Türkiye’de de başka yolu yok” diyor.

Sosyolog Arus Yumul:
“Çocuklar tahrik olur”

İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Arusyak Yumul, hiç kimsenin yaptığı bir eylem için öldürülmeyi hak etmediğini, haksız tahrik gibi ne olduğu belli olmayan tariflerin kullanılmasıyla, hakimlerin kanunları “işlerine geldiği gibi” yorumladıklarını söylüyor.

Yumul’a göre, “Hukuk, adaleti sağlamak ve adaleti sağlarken de evrensel normlara uymak yerine, toplumda var olan önyargıları pekiştiren, kararlarını toplum üzerine dayandıran ve onları kendisine temel alan bir işlev görüyor.”

Prof. Dr. Yumul, hakim ve savcıların devletçi, milliyetçi ve ataerkil düşüncelerinin hukuktan çok daha üstün olduğunu ve mahkemelerin aldıkları kararların, toplumda var olan haksız, bağnaz, kadını ikinci sınıf vatandaş olarak gören, özne altı olarak algılayan ve kurgulayan düşünceleri pekiştirmekten öteye gitmediğini söylüyor.
“Haksız tahrik maddesi genellikle erkeklere uygulanıyor. Oysa çocuklar tahrik olur, erişkin insanların kendilerini kontrol etmelerini bekleriz. Ama biz kadınlar, erkeklerin hep çocuk gibi kaldıklarını düşünürüz. Türk toplumunda bu düşünce o kadar yaygın ki, erkekler de çocuk gibi davranmaktan kaçınmıyorlar ” diyen Yumul, çocuk kalmanın ve bırakılmanın sorumluluktan kaçmak için bir yol olduğunu belirtiyor.

 Aralık 2007’de verilen bir mahkeme kararı, bu sorunun ne kadar can alıcı olduğunu ortaya koyuyor ve “Hakime güvenmek zorundayız” diyen Savcı Demir’i bile şaşırtıyor:
Kocası, Ö.Y.’yi (23) sevişme isteğini reddedip yataktan ittiği ve hakaret ettiği gerekçesiyle öldürmüştü. Kocaeli 1. Ağır Ceza Mahkemesi, yataktan itildiği ve hakaret edildiği için katil kocaya haksız tahrik indirimi uyguladı.

Eyüp Cumhuriyet Savcısı Mehmet Demir, “Önemli olan tahrikin haksız olup olmadığıdır. Yataktan itip düşürmenin neresi tahrik olabilir?” diyor. Ahlaki kaygılarla tahrik maddesinin uygulanamayacağını ve kişiye göre haksız tahrik unsuru olamayacağını belirten Demir, haksızlık ölçüsünün bir yükümlülüğe ya da yasaya aykırı olması gerektiğini vurguluyor. Demir, yasada “Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetin etkisi altında” ibaresinin olduğuna dikkat çekiyor ve “Bir kere karşı tarafın fiili haksız olacak. Fiilin haksız olması için de, yasaya aykırı olması lazım. Yoksa her adamın ahlak anlayışı farklıdır. Her kişiye göre haksız bir tahrik unsuru olmaz” diyor.

7 Ocak 2008’de trafik kazasında hayatını kaybeden, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) Demokratikleşme Programı Sorumlusu ve Feminist Yaklaşımlar Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Derya Demirler de, 25 Aralık 2007’de, konuyla ilgili görüşmemizde, haksız tahrik davalarında ikiyüzlülük olduğunu, bununla yüzleşmek gerektiğini söylemiş ve meselenin başka bir boyutuna dikkat çekmişti: “Hukuk eğitiminin gözden geçirilmesi gerekiyor. Eğitim sisteminde bir problem var, format sorunlu. Hukuk Fakültesi’nden mezun olanlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) ne kadar haberdar? Hukuk eğitiminin ciddi bir reforma ihtiyacı var. Bu dava sonuçları, hukukçuların yetiştirilmesinde ne kadar sorun olduğunu gösteriyor.”

Hem Demirler hem de Yirmibeşoğlu haksız tahrik davalarında, devletin erkekten yana bir tutum sergilediği kanısında. Demirler, bu durumun, kadının bedeni üzerinden erkeğe mülkiyet verildiğinin kanıtı olduğunu söylüyor. “Erkek için kadın sözleşmeli bir konumda ve kadının bedeninde kullanım hakkı olduğunu savunuyor. Haksız tahrik davalarında alınan kararların toplumsal niteliği var ve örnek teşkil ediyor, nerede kullanıldıkları çok önemli.”

Yirmibeşoğlu da aynı tip haksız tahrik davalarında, hakimlerin kararlarının cinsiyete göre farklı sonuçlandığını söylüyor: “Bu davalarda kadınların erkek kadar vatandaş olmadığı kabul ediliyor. Toplumun da böyle düşündüğü varsayılıp, karar öyle veriliyor. Böylece çifte standart içeren bir durum ortaya çıkıyor.”

Savcı Demir ise yasa maddesinin cinsiyetle ilgili olmadığı görüşünde. “Ülkemizde kadınlara karşı, erkeklerin eylemleri, suçları çok olduğu için, biz zannediyoruz ki bu maddeden hep erkekler faydalanıyor. Kadınlar erkekleri öldürdükleri zaman da bu maddeden faydalanıyor. Erkek erkeği öldürdüğü zaman da bu maddeden faydalanıyor.” Demir, evlilikte sadakat kavramının, medeni yasanın istediği bir şey olduğuna, iffetsiz davranan kocayı kadın öldürürse de bu haksız tahrik maddesinden faydalanacağına işaret ediyor.

Yasada bir fark olmasa da örneğin 2004’te verilen bir mahkeme kararı, uygulamanın Demirler ve Yirmibeşoğlu’nu desteklediğini gösteriyor. Adana’da, tecavüzcüsüyle evlendirilen 14 yaşındaki Rabia Yoldaş, kocasından eziyet gördü. Kafası duvara vurularak, ayakları demir boruyla kırıldı, bacağı çatalla delik deşik edildi, keserle başı yarıldı… Muayene olup darp raporu aldı ve boşanmak için müracaat etti. Ama bu sefer de, geneleve satılmak ve ölüm gibi tehditlerle karşılaştı. Tüm bu işkencelere dayanamayan Yoldaş, kocasını silahla öldürdü. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi yaşananların “hafif haksız tahrik” olduğuna kanaat getirdi ve indirim yaparak 24 yıl ağır hapis cezası verdi.

Savcı Demir de bu kararın kabul edilemez olduğunu söylüyor: “Kot pantolon giydi, ağır tahrik, bu kadar işkence gördü, hafif haksız tahrik durumu olamaz.” Tabii, bütün bu tartışmaların ve yasal düzenlemelerin ötesinde sorulması gereken bir soru var: Aldatan bir kadın, öldürülmeyi hak ediyor mu ki, kocası “ağır tahrik” indirimi alıyor?

Yorum yazın