Gündem

Rasim Ozan Kütahyalı: Mal mı, hizmet mi?

Yazan: Güventürk Görgülü

Gazetelerde yazı yazan birileri orada burada soyunup, poz verince en zor durumda kalan biz oluyoruz herhalde. Dün sabah yine aynı şey oldu…

Gazetelerde yazı yazan birileri orada burada soyunup, poz verince en zor durumda kalan biz oluyoruz herhalde. Dün sabah yine aynı şey oldu. Öğrencilerin elinde Habertürk’ün pazar eki; “Hocam bize hep araştırın, okuyun, yazdığınız, konuştuğunuz konuyla ilgili fikriniz olsun, bilginiz olsun diyorsunuz ama bakın işler hiç de öyle yürümüyor.”

Gazeteyi elime alıp baktım. Bir kadın, yemek masasına uzanmış bir adamın ağzına yemek veriyor. Adamın bir eli de kadının baldırında. Herhalde geçen gün çıkan “çıplak kadın vücudunda suşi servisi” gibi bir haberdir diye baktım, belki bu sefer de erkek vücudunda salata servisi gibi bir şey çıkmıştır. Ne bileyim…

Neyse, “kim bunlar” diye sorunca kadının Hülya Avşar’ın kardeşi Helin Avşar, masada yatan adamın Taraf gazetesinden bir köşe yazarı olduğunu öğrendim. Başlık resimle biraz garip duruyordu: “Atatürk’ü babam gibi severim!” Bir tür psikoterapi seansı olmalıydı. “Bunu söylemek için mi masaya uzanmış” dedim, “Hayır” dediler. “Bu bir söyleşi, Helin Avşar Rasim Ozan Kütahyalı ile röportaj yapmış”. Benim “Helin Avşar gazeteci mi imiş?” sorumun cevabını ise yüzlerindeki ifadeden aldım…

Peki,” dedim, “derdiniz ne sizin? Bizim söylediğimizin neresi yanlışmış?”

“Hocam, gazetecilik araştırma işidir, önemli olan fikirdir, içeriktir demiyor musunuz?”

“Diyorum, ne olmuş?”

“İşte hocam, gazeteciler de soyunarak meşhur olabiliyorlar, üstelik herhangi bir konuda fikirlerinin de olması gerekmiyor. Ona buna laf atmak yeterli.”

“Hangisi için söylüyorsunuz bunu; Rasim Ozan için mi, Helin Avşar için mi?”

Öğrenciler bir an durup “Fark eder mi?” gibi bir edayla yüzüme baktılar. Ben de onların bu bir anlık boşluğundan yararlanıp durumu kurtarmaya çalıştım:

“Bir tek örnekten yola çıkıp genelleme yapıyorsunuz, kötü örnekten örnek olmaz.” Çok biliyorum ya!..

“Tek örnek değil ki, daha birkaç ay önce Ayşe Arman da soyunmuştu…”

“Hop! Orada durun bakalım” dedim “Ayşe Arman’la Rasim Ozan’ı karşılaştırmıyorsunuz herhalde, Ayşe 40 yaşına gelmiş kadın, 20 yıllık gazeteci, meşhur olmak için soyunmuyor, bu saatten sonra ister soyunur ister giyinir, kimseyi ilgilendirmez. Bu adamın yaşı kaç, kaç yıllık gazeteci veya gazeteci mi?”

“Bilmiyoruz” cevabını alınca “Gidin araştırın benim karşıma böyle üfürükten şeylerle çıkmayın” diyerek olayı savuşturmaya çalıştım. Böylece en azından zaman kazanacağımı ve tekrar karşıma geldiklerinde gazetecilik dersi veren bir öğretim görevlisine yakışır cevaplar bulacağımı düşünüyordum.

Tekrar karşıma gelmekte çok gecikmediler. “Biz konuyu internetten araştırdık” diye söze başlayınca ben de içimden “İyi halt ettiniz, zaten başka yerden bir şey öğrenseydiniz şaşardım” diye geçiriyordum ki devam ettiler:

“1981 doğumluymuş, yani 28 yaşında, bugüne kadar da gazetecilikle pek ilgisi yokmuş. Sinema işindeymiş, Sinan Çetin’in Plato Film’inde çalışmış, sonra Taraf‘a geçmiş”

“Nasıl yani, muhabirlik filan mı yapmış?”

“Hayır yapmamış. Şimdiye kadar hiçbir haberde imzası yok”

“…”

“Siz hep diyordunuz ya muhabir olmadan gazeteci olunmaz diye… Bakın olunuyormuş…”

“Ben ‘gazeteci’ olamazsınız dedim, ‘köşe yazarı’ olamazsınız demedim”

“Nasıl yani? Köşe yazarları gazeteci değil mi?”

“Hayır! Yani belki çoğunlukla öyle olması lazım ama her zaman da şart değil. Toplumda belirli bir ağırlığa, uzmanlığa sahip, kanaat önderi konumuna gelmiş kişiler de köşe yazabilirler”… dedim; demez olaydım…

“Rasim Bey hangi konuda kanaat önderi?”

“Valla ben yazıyı okumadım sizce hangi konuda?” diyerek ayağıma gelen topu tekrar geri gönderdim ama kendi kaleme gol attığımı kısa sürede anladım.

“Valla biz de anlamadık” diye cevap verdiler. “Ama araştırdığımız kadarıyla bu arkadaş asıl ününü Deniz Gezmiş hakkında ileri geri konuşarak elde etmiş, o zamandan beri de herkes hakkında ileri geri konuşuyor…”

Çocukların bu tespiti yapabilmesine doğrusu biraz şaşırmıştım. “O zaman” dedim, “bir konumlandırma vak’asıyla karşı karşıyayız.”

“Ne vakası?”

“Konumlandırma, yani pozişıning…”

Dikkat ederseniz olayı gazetecilik konusu olmaktan çıkartıp ufak ufak minder dışına kaçıyorum!

“O nedir hocam?”

“Yani bir malın müşterilerinin gözünde nasıl algılanacağını belirlemek…”

“Niye hocam, Rasim Ozan mal mıymış?”

“Mal da olabilir, resimlerde daha çok hizmet gibi görünüyor ama biz kısaca ürün diyelim isterseniz.”

“Yani bu arkadaş ürün mü?”

“Evet. Kendini bir ürün olarak kabul edip pazarda kendisi için bir konum yaratıyor.”

“Peki nasıl bir konum?”

“Anlattıklarınızdan sanki biraz Emre Aköz, biraz Ayşe Arman, biraz da Hasan Celal Güzel havası sezdim ben…”

“Peki söyleşi yaparken neden soyunuyorlar?”

“Hah” dedim, “işte en ince noktalardan biri bu zaten. Bu arkadaş ‘testır’ olarak fotoğraf vermiş”

“Testır?!”

“Yani bi parça tattırma… Hani marketlerde test etmek için ürünler olur, çocuğun teki üstüne koku sıkar, kızın teki sucuk yedirmeye çalışır ya onun gibi. Bu arkadaş da hafiften soyunur gibi yapmış, hani ‘mal gidiyor’ mu diye bakmak için. Hafiften göğüs kılları filan gözüküyor. Eğer beğenilirse gerisini de açacak herhalde.”

“Açar mı hocam?”

“Açar tabii, bu kadarını açan gerisini de açar, gösterip de vermeyecek hali yok herhalde.”

“Peki hocam, Emre Aköz’le, Hasan Celal Güzel de soyunur mu sizce?”

“Başlatmayın şimdi…”

“Ama hocam siz de bize böyle yolları hiç göstermiyorsunuz, varsa yoksa onu araştırın bunu yazın…”

“Al gazeteni çık dışarı! Hadi canım.”

2 Yorum

  • Rasim Ozan, katildigi programlarda ortaligi karistirip gerginlik yaratmaktan baska hic bir degeri yok. Ben onu gorur gormez kanali hemen degistiriyorum.

  • bana kalırsa sansasyonla meşhur olma derdinde.Bir KÜTAHYA lı olarak bu ismin ona yakışmadığını düşünüyorum.değiştirse iyi olacak.

Yorum yazın