“Bu söyleşide azınlıklar hakkında bir şey öğrenmeyeceğiz, onlara bakanların anlayışını göreceğiz” diyor Herkül Milas konuşmasının başında. Konu “İstanbul Romanlarında Azınlık Maceraları”. “Kent ve Edebiyat Söyleşileri”nin yapıldığı yer, Osmanlı Bankası Müzesi’nin restorasyonda olması nedeniyle İTÜ Taşkışla binası.
Siyaset bilimci ve yazar Herkül Milas, Türk ve Yunan romanlarında “öteki”nin, iki ülkenin edebiyatçıları tarafından nasıl algıladığını aktaran çalışmasını 2005’te yayınlamıştı (Türk ve Yunan Romanlarında “Öteki” ve Kimlik). Milas bu araştırma için her iki dilde, 1834 ve 1998 arasında yayınlanmış toplam 511 eseri incelemişti. Türk romancısının Yunan, Rum ve Hıristiyan’a bakışını ve Yunan edebiyatçısının Osmanlı, Türk ve Müslüman’a yaklaşımını karşılaştırmalı olarak ele almıştı.
Milas’ın kendisi de romanlarda aradığı azınlıklardan biri. İstanbul Rumu olan Milas, 31 yaşında göç ettiği Atina’da uzun yıllar yaşadı. Onun, edebiyatçıların gözünden ortaya koyduğu resimde kendisi de yer alıyor. Ama fikirleri ve eserleriyle, her iki taraf için de “öteki” olarak görülebiliyor. Robert Kolej’den sınıf arkadaşı, Sabancı Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Tosun Terzioğlu Milas’ın kimliğini “İstanbul Rumu olarak sakıncalıydı, Yunanistan’da da kimilerine göre vatan haini. Onun gibi bir entellektüel ne orada yaranabiliyor, ne burada” sözleriyle anlatıyor. (Aktaran gazeteci Funda Özkan.)
Taşkışla'da, bu resmin bir yarısını, Türklerin gözünden “ötekileri” dinliyoruz Milas’tan. “Yazar” diyor, “kendi iç dünyasına bakarak karakterler yansıtır. Yazılarını okudukça o yazarın iç dünyasını anlayabiliriz.” İşte o iç dünyayı bize anlatıyor Herkül Milas. Bunun için İstanbul konulu eserleri ele alıyor; çünkü özellikle 1980’lere kadar, Türk romanlarının çoğu İstanbul’da geçiyor.
Osmanlı dönemi romanları
Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı aşk romanında kozmopolit İstanbul, Beyoğlu çok sevilen bir yer. Sami’nin alafrangalığa verdiği değer, daha sonra yok olacak ve uzun süre görülmeyecek. Ahmet Midhat da aydınlanmadan çok etkilenmiş bir yazar. Galata ve Beyoğlu hakkında olumlu yazıyor. Türk romanında ilk kez bir Rum evini tasvir ediyor. Batılıların çok hoş insanlar olduğundan bahsediyor. Saffet Nezihi de o dönemin yazarıdır. Ve şunları söylemiştir: “Beyoğlu, Heybeliada, Şişli, Bebek gibi yerler zengin Hıristiyanların yaşadığı müspet ve güzel yerlerdir.”
Aşk-ı Memnu
Halid Ziya Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu gibi, Türkiye’nin en önemli eserlerini yazdı. Beyoğlu’nu güzel bir yer olarak gördü. Evin içinde temizlik işlerine bakan Rumlar vardır. Ama Uşaklıgil onları Rum olarak tanımlamadı, isimlerinden anlaşıldı. Bunlar çok sevilen insanlardır ayrıca çocuklara bakarlar. Onların evde olması çok doğaldır. Romanın kahramanı Bihter’in Rumca bilmesi ve bunu hizmetçilerden öğrenmiş olduğu, vurgulanmadan anlatılır. Ama bu doğallık 1910’lu yıllarda kaybolur. O yıllar İttihat ve Terakki’nin siyasete egemen olduğu, milliyetçi hareketin başladığı dönemdir. Bu dönemin farklı yazarları ortaya çıkar ve; eskiler romanı bırakır…
Edebiyatçının dövdüğü ilk Türk
İşte bu yıllarda azınlıklar ve Türklerle ilgili yeni bir algılama başladığını söylüyor Milas. İlginç bir örnek Hüseyin Rahmi… Onun romanında, geçiş sürecinin bıçakla kesilircesine, birden yaşandığını hissediyoruz. Şık romanında (1897) ilk defa bir Rum, Türk’ü dövüyor. Bir daha böyle bir olay hiçbir romanda olmuyor. Fakat 1912’den sonra ise ilk defa romanında Türk kelimesini kullanıyor ve “yabancılar bizi ele geçiriyor” tarzı yazıları yazıyor. Yahudilerin nasıl para kazanılacağını iyi bildiklerini söylüyor. Tıpkı geçenlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Yahudiler oturdukları yerden para kazanmasını iyi bilirler” dediği gibi.
Beyoğlu’nun fethi
Ömer Seyfettin’i de başka bir geçiş dönemi saydığını söylüyor Herkül Milas. Çünkü Seyfettin, milliyetçi edebiyatın tipik bir örneği değil. O, Bulgarları, Yunanları aşağı görmüyor ve kötü sıfatlar yakıştırmıyor. Onları sadece düşman olarak niteliyor. Oysa Seyfettin’den sonraki ulusçu ve milliyetçi dönem romanlarında “ötekiler” hem düşman hem de aşağılık. Tamamıyla ahlaksız ve fahişe. “Diliniz tiksinti veriyor”, “kölemiz olacaksınız” tarzında yazılar yazılıyor. Beyoğlu’nu fethedilmesi gereken bir yer olarak görüyorlar. Bu akım 1930-1940’lı yıllarda yükselişe geçerek günümüze kadar geliyor.
Genel söylem, “biz size iyi davrandık ama siz bize ihanet ettiniz.” Bunları söyleyenler: Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sabri Erdem, Attila İlhan, Tarık Buğra. Yenilerden ise Turgut Özakman örneğin. Yarı milliyetçi, yarı İslamcı Peyami Safa ise “Fatih Müslümanların yaşadığı bir yerdir. Harbiye her kötülüğün olduğu, azınlıkların yaşadığı yerdir” diyor.
Melek yüzlü fahişe
Milas’a göre milliyetçi yazarlar yaşadıklarıyla değil, inandıkları ideolojiyle hareket ediyorlar: Anılarından öğrendiğimize göre Halide Edip’in annesi ölmüş ve onu Eleni adında bir kadın büyütmüş. “Melek yüzlü Eleni senin yüzünü hiçbir zaman unutmayacağım” diyor. Fakat romanlarında üç dört tane Eleni var. Bunlar ya fahişe ya da çirkin insanlar. Pratik ile ideolojik yaklaşım bu yazarlarda birbirinden çok farklı.
Azınlıklara olumlu bakan Marksist yazarlara örnek olarak Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Suat Derviş, Sebahattin Ali’yi veriyor Herkül Milas. Bu yazarların olumlu bakmalarının nedeni de yine ideolojik. Çünkü Yunanlar iç savaş ve sosyalist devrim içindeler, bu bakımdan onlar ileri ve başarılı olarak görülüyor. Milas’a göre bu yazarların romanların eksik yönleri bütün olaylara sınıfsal bakmalarıdır. Bu sürtüşmelerin etnik yanını görmüyorlar. 6-7 Eylül Olayları, yoksulların zenginlere saldırması olarak tanımlanıyor. Oysa zenginlerin de yoksulların evine saldırdığını görüyoruz.
İnsancıl yaklaşımlar
Bazı romanlarda ise insanlar siyah beyaz diye ayrılmıyor. Örneğin Reşat Nuri Güntekin için milliyetçi yazar tanımının doğru olmadığı görüşünde Milas: O, geç kalmış bir Osmanlı yazarı. Onun dünyasında öteki için büyük bir saygı ve özlem var. İlk defa yoksul Beyoğlu’ndan söz ediyor. Çetin Altan, Ahmet Altan, Adalet Ağaoğlu, Orhan Pamuk bu akımın diğer temsilcileri.
Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı, Kemal Anadol’un Büyük Ayrılık romanlarının özelliği nostaljik olması. “Eskiden birlikte yaşardık” özlemi mevcutken, neden ayrıldığımıza bakmıyor. Bazıları ise “Giden Rum nüfusun yerini Kürtler aldı, onları özlüyoruz” diyerek yenileri dışlıyor.
Herkül Milas konuşmasını şu sözlerle bitiriyor: “Çok kültürlülük çok kültürlü insanların bir arada yaşamasıdır. Azınlıklar etiket taşımaz, onlar da normal insanlardır. Bu toplumun doğal üyeleridir. Farklılıkları yok etmek isteyen anlayış çok yanlıştır. Onur Öymen konuşmasında ‘Bastırılan isyanların aslında hiç olmaması gerekirdi’ demeliydi.
Siyaset Bilimci ve Yazar Herkül Milas, 1940’ta Ankara’da doğru ancak 1971 yılına kadar İstanbul’da yaşadı. Feriköy Rum İlkokulu’nu bitirdikten sonra orta, lise ve üniversiteyi Robert Kolej’de (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) okudu ve inşaat mühendisi oldu. TİP üyesiydi. 1971’de Atina’ya yerleşti. Yunanca’dan Türkçe’ye Ritsos, Seferis, Elitis vd. şairlerin yapıtlarını çevirdi. 1986 yılında emekliye ayrıldı ve çeşitli kültürel etkinliklerde bulundu. 1990-1994 yılları arasında Ankara’da Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Çağdaş Yunan Dili ve Edebiyatı bölümünün kuruluşunda görev aldı, bu bölümde ders verdi. Aynı yıllarda Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde siyaset bilimi dalında yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. 1992 yılında Abdi İpekçi Barış (özel) Ödülü’nü aldı, 1996’da Atina’da Çevirmenler Derneği’nce ödüllendirildi. 2001’de Greek-Turkish Forum’un üyesi olarak yeniden Abdi İpekçi ödülünü aldı. 2004’te Yunan Yazarlar Birliği’nin Dido Sotiriu, 2005’te ise Türkiye Yayıncılar Birliği’nin Düşünce ve İfade Özgürlüğü ödülünü aldı. Milas’ın tarih yazımı, siyaset bilimi, edebiyat, dil, kimlik ve Türk-Yunan ilişkileri konusunda çalışmaları bulunuyor. Temel ilgi alanını Yunanistan ile Türkiye arasındaki algılamalar ve imajlar.